E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 35 (4)
Volume: 35  Issue: 4 - 2001
EDITORIAL
1.
Deri tümörlerinin tedavisindeki son durum ve geleceğe yönelik yorumlar
Agop Kotoğyan
Pages 261 - 264
Abstract |Full Text PDF

REVIEW ARTICLE
2.European standard patch test series
Esra Akasya, Esen Özkaya Bayazıt
Pages 265 - 276
Yama testi, alerjik kontakt dermatit tanısını doğrulayan ve kontakt alerjinin sebebini bulmamızı sağlayan en önemli tanısal yöntemdir. Günümüzde 3000'e yakın kontakt alerjen bilinmektedir. Günlük hayatta en sık karşılaşılanlar ise biraraya getirilerek standart test serileri oluşturulmuştur. Halen dünyada birbirinden bağımsız çalışan 3 majör grup tarafından önerilen üç ayrı standart seri (Avrupa, Amerikan ve Japon standart serileri) vardır. Bu seriler ilgili araştırma grupları tarafından düzenli olarak yenilenmektedir. Ülkemizde de kullanılmakta olan Avrupa standart serisi 23 alerjenden oluşmaktadır. Yazımızda bu alerjenlerin önemli özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi verilmektedir.
Patch test is the most reliable method to diagnose allergic contact dermatitis and to find out the responsible contact allergen. It is based on the cutaneous application of a small amount of the suspected allergen in a suitable concentration and vehicle. Approximately 3000 contact allergens are present, and the most frequent ones are tested together in standard series. Three different standard patch test series (European, American and Japanese) are defined by three different research groups; these are subject to continual modification and are regularly updated. European
standard patch test series, that is also used in our country, consists of 23 contact allergens which are discussed here in detail on the basis of the literature.

ORIGINAL INVESTIGATION
3.Sun and consciousness; A questionnaire study
Şebnem Özkan, Gül Ergör, Turna İlknur, Emel Fetil, Yasemin Erdem, Hatice Akar, Gönül Yıldız, Burcu Tunalı, Alper Bilgiç, Yücel Birinci Güneş
Pages 277 - 284
Toplumumuzda güneşin etkileri, korunmanın önemi ve yöntemleri konusunda bilgi düzeyi ve alışkanlıkları, bilgilerin davranış biçimine yansımalarını ortaya koymak ve bilgi gereksinimini belirleyebilmek amacıyla bir anket çalışması yapılmıştır. Dokuz Eylül Ünüversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı ve Halk Sağlığı Anabilim Dalınca programlanan ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi aktif eğitim dönem III öğrencileri tarafından yürütülen çalışmanın ilk bölümünde yaşları 17-30 arasında değişen (18-22 yaş arası; %76.5) 276 üniversite öğrencisine anket uygulanmıştır. Anket sonuçlarının değerlendirilmesinde katılımcıların büyük bölümünün (%96) güneşin zararlı etkileri olduğunu ve deri kanseri ile ilişkisini (%86.2) bildiği belirlenmiştir. Deri kanserlerinin risk faktörleri (açık ten rengi, nevusların varlığı, güneş yanıkları, uzun süre güneş maruziyeti ve aile öyküsü) ile ilişkisi hakkında ise ancak katılımcıların yarısının (%32.6-%65.6) bilgi sahibi olduğu saptanmıştır. Koruma yöntemleri olarak gün örtüsünün %44.2 oranında kullanıldığı ancak etkin kullanım oranın düşük olduğu belirlenmiştir. Konuyla ilgili olarak büyük bir katılımcı grubu (%94.9) eğitim desteğine gereksinimlerini vurgulamıştır.
A questionnaire study has been arranged to determine the knowledge and habits of our community about the effects and protectional methods of sun exposure and their educational requirements.
In the first part of the study which was programmed by Departments of Dermatology and Public Health of Dokuz Eylül University Faculty of Medicine, a questionnaire was performed by active education term III students of Dokuz Eylül University Faculty of Medicine to 276 university students, age range 17-30 (76.5%, age range 18-22). The results showed that the great part of the participating group (96%) knows the harmful effects of sun exposure and 86.2% its association with skin cancer. It has been detected that only half of the participating group (32.6%-65.6%) knows about the association of skin cancer with risk factors (light skin color, presence of nevi, sunburns, long sun exposure, family history). It has been also detected that 44.2% were using sunscreens as sun protection method but effective usage ratio was low. A great portion of the participating group (94.9%) have been emphasized the necessity of educational support about the subject.

4.The complications seen in the patients applied cryosurgery
Tuğba Rezzan Ekmekçi, İlknur Kıvanç Altunay, Adem Köşlü
Pages 285 - 292
Kriyocerrahiye bağlı komplikasyonlar klasik bilgiler içinde önemli bir yer tutar. Ancak literatürde bu konuda oldukça az sayıda çalışma bulunmaktadır. Çalışmamızda kriyocerrahi uyguladığımız bir grup hastada görülen komplikasyonlar ile bu komplikasyonların görülme oranları, sebepleri, ne kadar sürdüğü ve ne kadar zamanda geçtiği araştırıldı. Çalışmamıza kriyocerrahi uygulanan 89 hasta alındı. Hastalar erken dönem komplikasyonlar açısından önce haftalık, daha sonra uzamış ve kalıcı komplikasyonlar açısından aylık kontrollerle takip edildiler. Kriyocerrahi sonrası en sık görülen komplikasyonlar sırasıyla, ağrı (%32.5), hipopigmentasyon (%28.2), hiperpigmentasyon (%13.4), vezikül-bül oluşumu (%11.2), ödem (%7.8), hipertrofik skar (%2), atrofi (%1.9), postoperatif infeksiyon (%0.4) ve milyum (%0.2) oldu. Hastaların günlük aktivitelerini engelleyen erken komplikasyonlar ile kozmetik sonucu etkileyen uzamış ve kalıcı komplikasyonlar, kriyocerrahinin dezavantajını oluşturmakta ve alternatif tedavi metodlarını gündeme getirmektedir.
Background and Design: The complications due to cryosurgery are encountered very often in classical books. However there are a few studies about this subject in the literature. ın our study, the complications seen in the patient group applied cryosurgery and the ratios of complications, causes, the duration, time period of healing were investigated. Materials and Methods: 89 patients applied cryosurgery were included in our study. Patients were followed first weekly with respect to early complications and then monthly with regard to prolonged and permanent complications.
Results: The complications seen after cryosurgery were as follows: pain (32.5 %), hypopigmentation (28.2%), vesicular-bullous formation (11.2 %), edema (7.8 %), hypertrophic scars (2 %), atrophy (1.9 %), postoperative infection (0.4 %), milium (0.2%). Conclusion: The early complications interfering with patients daily activities and prolonged and permanent complications affecting cosmetic results compose disadvantages of cryosurgery and suggest alternative treatment modalities.

5.The newly defined dermaskocopic criteria and their diagnostic value in pigmented basal cell carcinoma
Can Ceylan, Fezal Özdemir, Alican Kazandı
Pages 293 - 298
Deri kanserleri arasında en sık görülen bazal hücreli karsinom, lokal olarak invaziv ve destrüktif olmakla birlikte sınırlı bir metastaz kapasitesine sahiptir. Bazal hücreli karsinomun pigmente formunun asimetrik büyüme paterni ve nonhomojen pigmentasyon göstermesi durumunda, malin melanomdan klinik ayırımı güç olabilmektedir. Dermoskopi melanositik ve nonmelanositik pigmente lezyonların incelenmesinde ve ayırımında kullanılan noninvaziv bir yöntemdir. Bu çalışmada 26 hastadaki 30 adet pigmente bazal hücreli karsinom lezyonu, eski ve yeni kriterlerle dermoskopik olarak değerlendirilmiştir. İncelenen 30 lezyonun 5'inde eski kriter bulunmadığından sadece yeni tanımlanan kriterlerle tanı konulmuştur. Dermoskopik olarak tanı konulan tüm lezyonlar histopatolojik olarak doğrulanmıştır. Bu çalışma dermoskopinin pigmente bazal hücreli karsinom tanısında uygun ve güvenilir bir yardımcı bir yöntem olduğunu ve yeni tanımlanan kriterlerin önemini ortaya koymaktadır.
Background: The most frequently seen skin cancer, the basal cell carcinoma, has a limited metastatic capacity even though it's locally invasive and destructive. The pigmented form of basal cell carcinoma is difficult to differentiate clinically from malignant melanoma when it shows asymmetric growth pattern and nonhomogeneous pigmentation. Dermoscopy is a noninvasive method which is used for the examination and differentiation of melanocytic and nonmelanocytic pigmented skin lesions. Materials and Methods: In this study, 30 pigmented basal cell carcinomas from 26 patients are evaluated dermoscopically with the old and the new criteria. In all the
lesions the dermoscopic diagnoses were confirmed histopathologically. Results: Of these 30, 5 lesions are diagnosed with only the newly defined criteria since the old ones weren't present.
Conclusion: This study shows that dermoscopy is a favorable and reliable additional tool for the diagnosis of basal cell carcinoma and it also demonstrates the importance of the newly defined criteria.

6.Dermoscopic classification of Clark Nevi seen in our region.
Fezal Özdemir, İdil Ünal, Can Ceylan, İlgen Ertam
Pages 300 - 306
Clark nevüslerin (CN) değişik dermoskopik özellikleri hakkında çok yayın yoktur. Ancak yakınlarda Hofmann-Wellenhof ve ark. tarafından bu nevüsler için bir dermoskopik klasifikasyon sistemi geliştirilmiştir. Bu çalışmada yapısal özelliklerin morfolojisine ve pigment dağılımına dayanan bu sistem kullanılarak bölgemizde görülen CN'lerin sınıflandırılması amaçlanmıştır. Diğer bir hedefimiz ise hastalarda CN'lere ait bir dominant tip olup olmadığının belirlenmesidir. Anabilim Dalımız nevüs polikliniğine başvuran 31 hastadaki 841 CN dijital dermoskopi ile dokümente edilmiştir. CN'lerin yapısal özellikleri retiküler (R), globuler (G), homojenöz (H) patern veya bu tiplerin kombinasyonları şeklinde, pigment dağılımı ise uniform, santral hiper- veya hipopigmente, periferal hiper- veya hipopigmente ve multifokal hiper- veya hipopigmente biçiminde sınıflandırılmıştır. Sekizyüz kırkbir CN klasifikasyon sonuçları şöyledir: 236 (%28.1) G; 227 (%27.0) R-G; 139 (%16.5) G-H; 132 (%15.7) R; 52 (%6.2) H; 48 (%5.7) R-H; 7 (%0.8) sınıflandırılamayan. Hastaların çoğunda CN'lerin bir tipi aşikar biçimde hakim bulundu. CN'lerin 487'si (%57.9) gövdede, gerisi ekstremitelerde lokalize idi. CN'lerin en sık rastlanan dermoskopik tipi farklı ırklara göre değişkenlik gösterir. Bu klasifikasyon sisteminin kolay uygulanabildiği ve tekrarlanabilir oluşu açıktır. Farklı dermoskopik tiplerin böyle detaylı şekilde karakterize edilmesi, CN'lerin morfolojik değişimleri hakkında yapılacak ileri çalışmalar için bir zemin ve avantaj oluşturabilir ve böylece bu melanom öncüsü olabilen nevüslerin biyolojisinin anlaşılmasında yardımcı olacaktır.
Backround and design: Not much is published about the different dermoscopic features of Clark nevi (CN) and a dermoscopic classification system about these nevi has been developed recently by Hofmann-Wellenhof et al. In the present study we used this system which is based on the morphology of the structural features and pigment distribution to classify CN seen in our region. Another objective was to investigate whether individuals bear a predominant type of CN. Materials and methods: Eight hundred fourty-one CN from 31 patients who attended the outpatient nevi clinic of our department were documented using digital dermoscopy. The structural features of CN were classified as reticular (R), globular (G), homogeneous (H) patterns or as combinations of these types and the pigment distribution was determined as uniform, central hyper- or hypopigmented, peripheral hyper- or hypopigmented and multifocal hyper- or hypopigmented. Results: Eight hundred fourty-one CN were classified as follows: 236 ( 28.1 %) G; 227 (27.0 %) R-G; 139 (16.5 %) G-H; 132 (15.7 %) R; 52 (6.2 %) H; 48 (5.7 %) R-H; seven (0.8 %) unclassified. Conspicuously, most individuals were inclined to a predominant type of Clark nevus. 487 (57.9 %) of these Clark nevi were localized on the trunk and the rest were on the extremities. Conclusion: The most common dermoscopic type of Clark nevi may change according to the different races. It's clear that this classification system is easily applicable as well as it's reprudicable. This detailed characterization of different dermoscopic types can offer a base and advantage for further studies about the morphological changes of Clark nevi and will help us to understand the biology of
these melanoma precursors better.

7.Propionibacterium acnes and erythromycin resistance in acne patients. Prospective analysis for three years
Çağrı Ergin, Şeniz Ergin, Emel Yavrucuoğlu, Canan Kaya
Pages 308 - 310
Son yıllarda akne vulgarisin antibiyotikler ile tedavisindeki başarısızlıklarının önemli nedenlerinden birinin de antibiyotiğe dirençli Propionibacterium acnes olduğu bildirilmektedir. Ülkemizde 1998 yılından itibaren eritromisin içeren preparatlar akne tedavisinde kullanılmaktadır. Bu çalışmada akne vulgaris lezyonlarından izole edilen Propionibacterium acnes'lerde eritromisin direncinin üç yıllık değişimi incelenmiştir. Akne vulgaris hastalarından 1998 ile 2000 yılları arasında her yıl için yıl içinde ardarda izole edilen 25 Propionibacterium acnes (toplam 75) izolasyonu yapılmıştır. Örneklerin toplanmasında deterjan fırçalama tekniği, külTÜr için konvansiyonel Propionibacterium acnes ortamları kullanılmıştır. Antimikrobiyal duyarlılık testi agar dilüsyon yöntemiyle çalışılmıştır. ızolatların 1998, 1999 ve 2000 yıllarında MIC90 değeri 0.06, 0.125 ve 0.25 mg/ml'dir. Ülkemizde de akne vulgaris hastalarında antibiyotik kullanımında bir protokol olması gerektiğini önermekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Akne, propionibacterium, eritromisin, direnç
Background and design: In recent years, resistant Propionibacterium acnes is reported as one of the important factors for the therapeutic failure in treatment of acne vulgaris with antimicrobial agents. The preparations containing erythromycin are commercially available in our country since 1998. In this study the three year distribution of erythromycin resistance in Propionibacterium acnes isolated from acne patients is presented. Materials and Methods: Of the consecutively 25 Propionibacterium acnes isolates per year (totally 75) were obtained from acne vulgaris patients between 1998 and 2000. Detergent scrub tecnique for sample collection and conventional methods for Propionibacterium acnes culture were done. Antimicrobial susceptibility testing were performed by agar dilution method. Results: The MIC90 values for the isolates in 1998, 1999 and 2000 are 0.06, 0.125 and 0.25 mg/ml, respectively. Conclusion: We suggest that a protocol is necessary for treatment of acne vulgaris with antimicrobial agents.

8.Incidence of superficial mycotic infections in football players
Metin Ergün, İlgen Ertam, Derya Aytimur, Çetin İşlegen, Sezer Erboz
Pages 312 - 314
2000-2001 sezonu öncesi Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı'na her yıl periyodik kontrol için müracaat eden 137 futbolcu yüzeyel mantar infeksiyonu sıklığı ve subjektif şikayetler açısından değerlendirildi. Bu futbolcuların 38'inde (% 27.7) klinik makroskobik bulgu tespit edildi. Makroskobik bulgusu olan 38 olgunun 17'sinde (çalışma grubunun %12.4'ü) mikolojik kültürde üreme gerçekleşti. Candida albicans 8 (%5.8) olguda, Trichophyton rubrum 7 (%5.9) olguda ve Candida parapsilosis 1(%0.7) olguda üredi, M.Furfur 1(%0.7) olguda saptandı. Genel populasyonda onikomikozis sıklığı % 2-5 arasında değişirken çalışma grubunu oluşturan futbolcularda bu oran % 9.7 gibi oldukça yüksek bir değere sahipti. Tinea pedis sıklığı ise genel populasyonda % 3-4 arasında değişirken futbolcularda da bu oran % 3 olarak bulundu.
Background and Design: It is believed that sports activity is one of the predisposing factors for superficial infections. We aim to investigate the prevalance of these infections in football players.
Material and Methods: 137 football players were determined for superficial fungal infections by clinical examination, direct microscopy and fungal culture. Results: % 27.7 and %12.4 of football players have clinically macroscopic signs and mycologically proven superficial fungal infection consequtively. Conclusion: When we compared our results with given literature for general population, football players had higher rates for onychomycosis and similar rates for Tinea pedis.

TURKDERM-9860
9.Merkel cell carcinoma: Report of two cases
Gonca Gökdemir, Metin Küçükkaya, Nesimi Büyükbabani, Ünal Kuzgun
Pages 316 - 319
Merkel hücreli karsinom (MHK), nadir görülen bir deri tümörüdür. Genellikle ileri yaşlarda görülür ve en sık güneşe maruz kalan baş-boyun bölgesinde ortaya çıkar. Klinik seyri oldukça agresif olan bu tümörün tanısını koymak her zaman kolay değildir ve özellikle tümörün geç evrelerinde etkili bir tedavi uygulamak zor olabilir. Bu yazıda Türk dermatoloji literatüründe oldukça nadir görülmesi nedeniyle MHK tanısı almış, klinik seyirleri farklı iki olgu sunulmuş ve literatür bilgileri gözden geçirilmiştir.
Merkel cell carcinoma (MCC) is an uncommon skin tumor that mainly occurs in sunexposed
skin of the head and neck area of the elderly. The clinical course of tumor is often aggressive. It may be difficult to diagnose and particularly in its late stages, even more difficult to treat effectively. In Turkish Dermatology literature, MCC is very rarely seen. So in this article, two cases with MCC which have been different clinical courses were presented and the relevant literature were reviewed.

10.A case of basosquamous cell carcinoma developed on a leprosy scar
Kenan Aydoğan, Emel Bülbül Başkan, Şaduman Balaban Adım, Şükran Tunalı
Pages 320 - 324
Bazoskuamöz hücreli karsinoma (BSHK) bazal hücreli karsinomalar (BHK) arasında %3-12 oranında görülen, histopatolojik olarak hem BHK hem de skuamöz hücreli karsinoma özelliği gösteren, agresif davranışlı, metastaz yapabilen klinikopatolojik bir antitedir. BHK oluşumunda predispozan faktörler arasında UV, travma, radyasyon, skar formasyonu, immun disfonksiyon, inorganik arsenik ile sebase nevus ve diğer adneksiyal hamartoma gibi prekanseröz bazı lezyonlardan bahsedilmektedir. Literatürde skar formasyonuna ilişkin yanık, aşı (çiçek, suçiçeği, BCG), layşmanya, kutanöz lupus, lupus vulgaris, polidisplastik epidermolizis bülloza, cerrahi ve ülser (Marjolin ülseri gibi) skarı zemininde gelişen BHK olguları bulunmaktadır. Ancak leprom skarı üzerinde malinite gelişimine ilişkin yayına rastlanmamıştır. Burada lepromatoz lepralı bir olguda leprom skarı üzerinde gelişen bazoskuamöz hücreli karsinoma sunulmaktadır. Bu karsinom gelişimi; olgudaki azalmış hücresel immun yanıta, uzun süreli ultraviyole radyasyona maruz kalmasına ve skar dokusunun malin transformasyona zemin hazırlayacak sitopatolojik ve immunolojik özellikler taşımasına bağlı olabilir.
Background: Basosquamous cell carcinoma (BSCC) is an agressive clinicopathologic entity, presenting the features of both squamous cell carcinoma and basal cell carcinoma (BCC) histopathologically. It may cause metastases and constitutes about 3%-12% of all BCC's. Some of the predisposing factors suggested for BCC are UV, trauma, radiation, scar formations, immune dysfunctions and inorganic arsenic. Previously cases of BCC which have developed on scars of burns, vaccinations (smallpox, chichen-pox, BCG), leishmaniasis, cutaneous lupus erythematosus, lupus vulgaris, polydysplastic epidermolisis bullosa and scars of surgery or ulcers (like Marjolin's ulcer) have been reported, occurrency of malignancy on leprosy scar hasn't been noticed.
Observation: Here a BSCC, which arised on a leprosy scar of a patient with lepromatous leprae is reported. The development of this carcinoma may be due to depressed cellular immune response of the host, long term exposure ultraviolet radiation and the cytopathological and immunologic features of scar tissue predisposing to malignant transformation.

11.Tumoral calcinosis
Neşe Özkaya, İlgül Zeren Bilgin, Ahmet Karaman, Güngör Yılmaz
Pages 325 - 328
Tümoral kalsinozis, çocuklarda ve gençlerde görülen, basınca maruz kalan yerlerde ve eklemler üzerinde subkutan yerleşimli kalsiyum kitleleri ile karakterli ender bir hastalıktır. İç organlar tutulmaz ve serum kalsiyum düzeyleri genellikle normaldir. 19 yaşındaki bir erkek hastada kalçanın sağ tarafında 10x15 cm çaplı ve sol tarafında 10x10 cm çaplı olmak üzere iki adet subkutan kitle saptandı. Sol taraftaki kitlede beyaz tebeşirimsi akıntının geldiği çok sayıda ülserasyon vardı. Klinik ve laboratuar bulgular ile "tümoral kalsinozis" olarak değerlendirildi.
Tumoral calcinosis is a rare disease which affects children and young adults, characterized by large subcutaneous masses of calcium overlying the pressure areas and joint. The internal organs are not involved, and serum calcium levels are generally normal. A 19-year-old man presented with a subcutaneous mass on the right, and another one on the left side of his hip, 10x15 cm and 10x10 cm in diameter, respectively. The mass on the left side had numerous ulcerations discharging white chalky material. Clinical and laboratory findings revealed 'tumoral calcinosis.

12.A case of generalized malignant acanthosis nigricans accompanying lung adenocarcinoma
Kenan Aydoğan, Emel Bülbül Başkan, Şükran Tunalı
Pages 329 - 333
Malin akantozis nigrikans (MAN) paraneoplastik hastalıklardan biridir. MAN olgularının büyük bir kısmına intraabdominal adenokarsinomlar (özellikle mide kaynaklı) eşlik etmektedir. Bu hastaların bir kısmında mukokutanöz alanlar da etkilenmekte ve erüpsiyon jeneralize olabilmektedir. Son zamanlarda ekstraabdominal orijinli tümör birlikteliklerinin (akciğer, endokrinolojik, genitoüriner, lenforetiküler vb.) arttığı bildirilmektedir. Burada metastatik akciğer adenokarsinomunun eşlik ettiği generalize malin akantozis nigrikanslı bir olgu ele alınmaktadır.
Background: Malignant acanthosis nigricans (MAN) is one of the paraneoplastic diseases. Intraabdominal adenocarcinoma (especially gastric adenocarcinoma) accompany most of the MAN cases. Mucocutaneous sites are also affected in some of the patients and the eruption may become generalized. Recently the incidence of the accompaniment of tumors with extraabdominal origin (endocrinologic, genitourinary, lymphoreticular etc.) are reported to be increased. Observation: A case of generalized malignant acanthosis nigricans with lung adenocarcinoma is reported.

13.Lichen planus pemphigoides
Nilgün Şentürk, Gamze Seraslan, Gül bükülmez, Özay Öztürk, Tayyar Cantürk, Ahmet Yaşar Turanlı
Pages 334 - 336
Liken planus pemfigoides; klasik liken planus lezyonları ile beraber bül oluşumunun gözlendiği nadir bir hastalıktır. Burada liken planus pemfigoidesi olan 56 yaşında bir bayan hasta sunulmuştur. Liken planusa eşlik eden büllöz lezyonları olan hastalarda büllöz liken planus ile klinik, histopatolojik ve immunolojik olarak iyi tanımlanan liken planus pemfigoides arasında ayrım yapılması gerekmektedir.
Background and Design: Lichen planus pemphigoides is a rare disease in which blistering occurs in association with lesions of classical lichen planus. Here we report a 56 year old female patient who has lichen planus pemphigoides. In patients who have lichen planus associated with blisters, distinction must be done between bullous lichen planus and lichen planus pemphigoides which have been well differentiated clinically, histopathologically and immunologically.

CONTINUING MEDICAL EDUCATION
14.The role of leukotrienes in skin diseases
Luna Aksoy, Nilgün Şentürk, Tayyar Cantürk, Ahmet Yaşar Turanlı
Pages 337 - 340
Bir araşidonik asit metaboliti olan lökotrienlerin, bir çok hastalığın etyopatogenezinde rol aldığı bilinmektedir. Araşidonik asitin 5 lipoksijenazla transformasyonu sonucu oluşan lökotrienlerin, epidermal hiperproliferasyon, polimorfonukleer lökositlerin adezyonu, kemotaksisi, migrasyonu ve degranülasyonu, vazodilatasyon ve artmış vasküler permeabilite aracılığıyla ödem ve hiperemi gibi biyolojik etkileri mevcuttur. Bu derlemede psoriasis, ürtiker, atopik dermatit ve Behçet hastalığı gibi inflamatuar deri hastalıklarında lökotrienlerin rolü tartışılmış ve lökotrien antagonistlerinin dermatolojideki yerine kısaca değinilmişti.
Leukotrienes which are arachidonic acid metabolites are known to play a role in the pathogenesis of many diseases. Epidermal hyperproliferation, adhesion, chemotaxis, migration and degranulation of polimorphonuclear leukocytes, edema and hyperemia due to increased vascular permeability are examples of leukotrienes' biological effects. We have reviewed the role of leukotrienes in the inflammatory skin diseases such as psoriasis, urticaria, atopic dermatitis, Behçet's disease and the importance of anti-leukotriene agents in dermatology.

TURKDERM-6637
15.
Haber Sayfası

Page 342
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO THE EDITOR
16.
Ülkemizde 'Ragweed' Polen Allerjisi
Oktay Taşkapan, Yavuz Harmanyeri
Pages 343 - 344
Abstract |Full Text PDF

TURKDERM-6637
17.
15. Prof. Dr. A.Lütfi Tat Simpozyumu'nun Ardından

Page 345
Abstract |Full Text PDF

NEW PUBLICATIONS
18.
AKNE: Tanı ve Tedavi
William J Cunliffe, Harold PM Gollnick
Page 347
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale