E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 40 (1)
Volume: 40  Issue: 1 - 2006
ÖNSÖZ
1.
Yenilikler Yılı
Ertuğrul Hasbi Aydemir
Page 1
Abstract |Full Text PDF

EDİTÖR'DEN
2.Medical use of the internet among dermatologists in Turkey
İkbal Esen Aydıngöz, Fatih Göktay, Elvan Endoğru
Pages 2 - 6
Bu araştırma Türkiye'deki dermatologların tıbbi amaçlarla internet kullanımlarını inceleyen ilk çalışmadır. Çalışmada, 15 sorudan oluşan bir anket formu, Türkiye genelinde, uzmanlık öğrencileri dâhil aktif çalışan tüm dermatologlara gönderildi. Sorular, internet kullanımının detayları, ne ölçüde kullanıldığı ve internete verilen mesleki önem hakkındaydı. 2004 yılı kayıtlarına göre dermatologların %63'ü (713) anket formlarını tamamlayarak teslim etti. Katılımcıların %85'i internet kullanıyordu. Kadınlar ile erkekler arasında internet kullanımı açısından fark bulunmazken artan yaşla kullanımın azaldığı saptandı. Eğitim kurumlarında çalışan dermatologlar interneti daha fazla kullanıyordu (p<0,0001). İnterneti en çok kullananlar, sırasıyla asistanlar, akademisyenler ve uzmanlardı. Bu gruplar arasında saptanan fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,0166). Dermatologların büyük bir kesimi (%61,5) internet için kişisel ödeme yapıyordu ve internet erişiminin başlıca amacı hastaların tanı, ayırıcı tanı ve tedavisi için kaynak aramak olarak belirlendi. Mesleki amaçlarla, internete ayrılan süre (ort: 58,8 dk) ve basılı kaynaklara ayrılan süre (ort: 56,8 dk) hemen hemen eşitti. Akademisyenlerin internette geçirdikleri süre asistan ve uzmanlarla karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha fazla bulundu (p<0,001). Diğer yandan, asistanlar ve akademisyenlerin basılı kaynakları okumak için harcadıkları zaman aynıydı ve uzmanlara göre daha uzundu (p<0,001). Kişisel on-line dergi aboneliği %47, kurumsal abonelik %52 olarak bildirildi. Türkiye'deki dermatologların %15'i internet aracılığıyla halktan gelen soruları cevaplandırırken, %17'si de bu ortamda konsültasyon yaptığını belirtti. Dermatologlar internetin meslek yaşamlarındaki önemini 10 üzerinden ortalama 8 olarak değerlendirdiler. Sonuç olarak bu çalışma, dermatologların önemli bir kısmının tıbbi amaçlarla internet kullandığını göstermiştir. Dermatologlar içinde de, daha genç grubun, eğitim kurumlarında çalışanların ve akademik görevleri olanların diğerlerine göre interneti daha çok ve daha uzun sürelerle kullandıkları belirlendi.
The presented study is the first, investigating the medical use of internet among dermatologists in Turkey. In this study, a questionnaire was sent to dermatologists including residents in practice, throughout Turkey in 2004. The questions were about the details of internet usage, to what extent it is used, and professional importance given to it. The questionnaires were picked from 713 dermatologists who make up sixty-three percent of the all the registered dermatologists in 2004. Eighty-five percent of the respondents had access to the internet and there was no difference between men and women. Increasing age was relevant to decreasing usage. Dermatologists working at educational institutions were using internet more (p<0,0001). Residents, academicians and specialists showed different rates in order of decreasing frequency, which were statistically significant (p<0,0166). A large proportion of dermatologists (61.5%) paid for internet on personal basis, and the major aim of internet access was to find references for patient’s diagnosis, differential diagnosis and therapy. The time spent for professional purposes, on the internet (mean: 58,8 minutes/day) and printed material (mean: 56,8 minutes /day) was nearly equal. The reported time spent at internet by the academicians were significantly more when compared to residents and specialists (p<0,001). On the other hand, time spent on printed material was same for residents and academicians and significantly longer than specialists (p<0,001). The institutional subscription for on-line journals was 52%. Dermatologists in Turkey were answering public questions (15%) and performing consultations (17%) via internet. The dermatologists gave an average score of 8 out of 10, for the professional importance of internet. This study shows that a large proportion of dermatologists, particularly the ones working at educational institutions and the academicians use internet for medical purposes, more and longer than the others.

DERLEME
3.Malassezia spp. in Dermatology
İlgen Ertam, Derya Aytimur
Pages 7 - 10
Dermatolojide mantar hastalıkları içinde pitiriazis versikolor sık görülen bir yüzeyel mantar enfeksiyonudur. Klinik olarak, pigmente, akromik, rubra ve trikromik tipleri bulunmaktadır. Etkeni Malassezia spp. olarak isimlendirilen ve yedi türü bulunan Malessezia türleridir. Bu etkenler, pitiriazis versikolor dışında farklı dermatolojik hastalıklardan da sorumludur. Bu hastalıklar, seboreik dermatit, pitirosporum folliküliti, sebopsoriasis, Gougerot-Carteaud sendromu şeklinde sıralanabilir. Burada dermatolojide Malassezia spp'nin sorumlu olduğu hastalıklar gözden geçirilmiştir.
Pityriasis versicolor is a frequently seen superficial infection. It's clinical types are pigmented, achromic, rubra and trichromic. The agent of this disease is called Malessezia spp. which has seven types. Malassezia spp. are also responsible in different dermatologic diseases except pityriasis versicolor. These diseases can be listed as follows: seborrheic dermatitis, pityrosporum folliculitis, sebopsoriasis, Gougerout-Carteaud syndrome. Diseases which are caused by Malassezia spp. is reviewed in this article.

ARAŞTIRMA
4.Diphencyprone immunotherapy for alopecia areata: prospective clinical study
Gonca Boztepe, Elif Demirgüneş, Özge Gündüz, Gül Erkin, Sedef Şahin
Pages 11 - 16
Difensipron (DPCP) 6 aydan uzun süreli, diğer tedavilere dirençli ve/veya yaygın alopesi areata (AA)'lı hastaların tedavisinde tercih edilmektedir. Prospektif olarak planlanan bu çalışmada Hacettepe Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı'nda DPCP ile elde edilecek tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Kasım 2002-Haziran 2004 tarihleri arasında 14 AA'lı hastaya DPCP immünoterapisi planlandı. Saçlı deride 4 cm2 çaplı alana uygulanan %2'lik DPCP ile sensitizasyonu takiben, saçlı derinin bir yarısına %0.001 konsantrasyonla başlanarak ve gözlenen klinik yanıta göre konsantrasyonlar artırılarak, haftada 1 kez uygulama yapıldı. Uygulama yapılan saçlı deri yarısında belirgin saç çıkışı gözlendiğinde DPCP tüm saçlı deriye uygulandı. Altı hasta uygulamalar sırasında tedaviyi bıraktı. Uygulama sonrası anjiyoödem gelişen 1 hasta saçlı deri yarısında saç çıkışı gözlenmesine rağmen çalışma dışı bırakıldı. Tedaviye devam eden 7 hastanın ortanca yaşı 9 (aralığı 5-43 yaş), saçlı derideki saç kaybı yaygınlığı %25 ile %100 arasında idi. Yedi hastanın 6'sında (%86) ortalama 25. seansta saçlı deri yarısında belirgin saç çıkışı gözlendi, 1'inde (%14) uygulama sonrasında hiç yanıt alınamadı ve tedavi kesildi. Saçlı deri yarısında belirgin saç çıkışı gözlenen 6 hastanın 1'inde (%17) çıkan saçlar tekrar döküldü, 5'inde (%83) ortalama 34. seansta kozmetik olarak kabul edilebilir saç çıkışı oldu. Kozmetik olarak kabul edilebilir saç çıkışı gözlenen 5 hastanın 1'inde idame tedavisi sırasında çıkan saçlar tekrar döküldü. Çalışmamızda elde edilen sonuçlar DPCP immünoterapisinin AA tedavisinde seçilmiş hastalar için iyi bir tedavi seçeneği olabileceğini ortaya koymaktadır.
Alopecia areata (AA) persistent for a minimum of 6 months and resistant to other treatments and/or severe AA are indications to use diphencyprone (DPCP). The aim of this prospective study is to assess the results of treatment with DPCP immunotherapy at the Department of Dermatology Hacettepe University. DPCP immunotherapy was planned for 14 AA patients during October 2002 and June 2004. Following successful sensitization done on 4cm2 area using 2% DPCP, DPCP with a concentration of 0,001 was initiated to one half of the scalp. When significant hair growth on this side of the scalp was observed, DPCP was applied to the whole scalp. Six patients were lost to follow-up during the study. One patient who developed angioedema was dropped out of the study despite significant hair growth on one side of the scalp. Mean age of 7 patients who were able to finish the study were 9 years (range 5-43), and the extent of involvement ranged between %25 and %100. Of 7 patients, 6 (86%) grew hair on the treated side after a mean of 25 sessions, 1 (14%) did not respond and excluded from the study. Of 6 patients who grew hair on the treated site, 1 (17%) lost his hairs, 5 (83%) showed cosmetically acceptable results after a mean of 34 sessions. Of 5 patients who showed cosmetically acceptable results 1 lost his hair during maintenance. Our results indicate that DPCP immunotherapy might be a good alternative for selected patients.

5.Intradermal botulinum toxin injection for the treatment of primary focal hyperhydrosis
Melek Aslan Kayıran, Deniz Balaban, Aynur Karaoğlu, Adem Köşlü
Pages 17 - 19
Nedeni bilinmeyen bir terleme bozukluğu olan primer fokal hiperhidroz sıklıkla koltuk altlarını, el ve ayak tabanları ile alnı tutar. Aşırı terleme sonucunda deride maserasyon ve sekonder miktotik enfeksiyonların yanında psikolojik, sosyal ve mesleki sorunlar da oluşur. Bu yazıda primer fokal hiperhidrozun tedavisinde intradermal botulinum enjeksiyonunun etkinliği araştırılmıştır. Primer fokal hiperhidrozlu 10 hastanın 20 hiperhidroz alanı çalışma kapsamına alındı. Bunların 10'u el ayası, 8'i aksilla ve 2'si de ayak tabanı idi. Tedavi öncesinde ve kontrollerde iyot nişasta ile tespit edilen hiperhidroz alanlarına 1'den 5'e kadar eşel üzerinde kalitatif değerlendirme yapıldı. Hastaların subjektif yakınmaları 1-10 arası eşel üzerinden değerlendirildi. Botulinum enjeksiyonu sonrasında gerek minor nişasta testinin kalitatif skorlarında, gerekse de hastaların subjektif yakınma skorlarında istatistiksel olarak anlamlı azalma tespit edildi. Hiçbir hastada sistemik yan etki görülmedi. İntradermal botulinum toksini enjeksiyonu primer fokal hiperhidrozun tedavisinde etkin ve güvenilir bir yöntem olarak değerlendirildi.
Background and design: Primary focal hyperhydrosis, a sweating disorder of unknown cause, affects primarily the axilla, palm, sole and the forehead. Patients face pscyhological, social and occupational problems in addition to the maceration of the skin and secondary micotic infections. This study was performed to assess the efficacy of intradermal botulinum toxin injections for the treatment of primary focal hyperhydrosis.
MATERIAL-METHODS: 20 localizations (10 palm, 8 axilla and 2 sole) of 10 primary focal hyperhydrotic patient was included to the study. Hyperhydrotic areas detected by the Minor starch iodine test were qualitatively analyzed before and after the treatment as well as the subjective scaling of the patients' complaints.
RESULTS: Both the qualitative scores of the Minor starch iodine test and the subjective complaint score of the patients decreased significantly after the intradermal botulinum toxin injections. No systemic adverse event was noted.
CONCLUSION: Intradermal botulinum toxin injection proves to be an effective and safe choice for the treatment of primary focal hyperhydrosis.

6.Comparison of methods for the diagnosis of onychomycosis in a series of 50 cases
İkbal E. Aydıngöz, A. Deniz Akkaya, Fügen Aker, Rıza Adaleti
Pages 20 - 22
Onikodistrofi olgularının yaklaşık yarısı onikomikoz nedeniyle oluşmaktadır. Uzun ve zahmetli olan sistemik antifungal tedaviye başlamadan önce tanı, laboratuvar yöntemlerinin yardımı ile doğrulanmalıdır. Bu çalışmaya dermatoloji polikliniğine başvuran, klinik olarak onikomikoz tanısı almış, 50 erişkin hasta alınarak onikomikoz tanısında kullanılan başlıca 3 yöntemin karşılaştırılması planlandı. Tırnak örneklerinde direk mikroskopi, fungal kültür ve PAS boyası ile mantar elemanları aranarak tanı yöntemlerinin duyarlılığı araştırıldı. İncelenen 50 tırnak örneğinin, 48'inde (%96) direk mikroskopik inceleme ile, 45'inde (%90) PAS boyasıyla yapılan histopatolojik incelemede ve 20'sinde (%40) kültür ile mantar elemanları saptanarak, tanı doğrulandı.
Onikomikoz tanısında kültür altın standart olarak kabul edilse de duyarlılığı en düşük yöntem olarak saptandı. Tırnakların histopatolojik incelemesi ise % 90 duyarlılık oranıyla iyi bir alternatif olarak değerlendirildi. Ancak onikomikoz tanısının doğrulanmasında, dermatologların kısa sürede sonuç alabilecekleri kolay ve ucuz bir yöntem olan direk mikroskopik incelemenin, hem duyarlılığı en yüksek hem de en pratik yöntem olduğu sonucuna varıldı.
Background and design: Only half of the cases of onychodystrophies are due to onychomycosis. Before starting the systemic antifungal treatment, which is a rather lengthy and arduous process, the diagnosis should be confirmed via the assistance of laboratory methods.
MATERIAL-METHOD: In this study fifty adult patients, attending to the dermatology outpatient clinic who had had a clinical diagnosis of onychomycosis, were evaluated. It was planned to compare the sensitivities of 3 principal methods, which have been used for the diagnosis of onychomycosis. In the nail specimens, direct microscopic examination, fungal culture and PAS staining were done for detection of fungal elements.
RESULTS: In the samples of 50 patients examined, direct microscopy was positive in 48 (96%) and histopathological examination was positive in 45 (90%). Twenty (40%) of the nail specimens were positive in fungal culture.
CONCLUSION: Although fungal culture is mentioned to be the gold standard for diagnosing onychomycosis, it showed the least sensitivity. The histopathologic examination of nails was determined as a good alternative with a sensitivity of 90%. However direct microscopic examination; a quick and cost efficient method, proved not only to be the most sensitive method, but also the most practical, for the diagnosis of onychomycosis.

7.The effect of narrowband UVB phototherapy on the expression of bcl-2 and p53: A preliminary study
Nilsel İlter, Ayşe Dursun, Esra Adışen, Özlem Erdem, Mehmet Ali Gürer
Pages 23 - 26
Ultraviyole B (UVB)'nin karsinojenik etkisi giderek daha çok ilgi çekmektedir. Apopitozisi regüle eden genler içinde en önemlileri p53 ve bcl-2'dir. Biz bu çalışmada, UVB ve kutanöz fotokarsinogenez arasındaki olası ilişkiyi tespit edebilmek için kümülatif UVB dozlarının p53 ve bcl-2 ekspresyonlarına etkisini araştırdık.
Çalışma grubunu çeşitli primer kutanöz hastalıklar için darbant-UVB fototerapisi alan 42 hasta oluşturdu. İmmünohistokimyasal değerlendirme için Avidin-biyotin-peroksidaz metodu kullanıldı. p53 için nükleer boyanma ve bcl-2 için ise sitoplazmik boyanma esas alındı.
Kümülatif darbant-UVB dozlarıyla p53 ekspresyonları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı. Kümülatif darbant UVB dozlarıyla ile bcl-2 ekspresyonları arasında istatistiksel olarak anlamlı olmayan zayıf bir korelasyon tespit edildi.
Biz bu sonuçlarla, p53 ve bcl-2 gen ekspresyonlarının immünohistokimyasal olarak tespit edilmesi için daha yüksek kümülatif dozların gerekli olduğunu ya da tekrarlayan UVB dozlarının kutanöz karsinogenezisi değerlendirmede daha iyi bir model oluşturabileceğini düşünmekteyiz.
BACKGROUND: Carcinogenicity of ultraviolet B (UVB) therapy is driving attention increasingly. Numerous genes that regulates apopitosis have been identified, among them p53 and bcl-2 are well defined. In this study, we aimed to document the impact of the increasing cumulative doses on p53 and bcl-2 expression in order to define a relationship between narrowband UVB and carcinogenesis.
METHODS: 42 patients receiving narrowband UVB treatment for various primary cutaneous disorders were enrolled in the study. Avidin-biotin-peroxidase method was used for the immunohistochemical evaluation. Nuclear staining for p53 and cytoplasmic staining for bcl-2 were evaluated as positive.
RESULTS: No correlation was found between the cumulative doses of NB-UVB and p53 expression. The statistical analysis between the cumulative doses of NB-UVB and bcl-2 expression showed a weak correlation and this was not statistically significant.
CONCLUSIONS: High cumulative UVB doses could be neccessary to induce p53 and bcl-2 expression detectable by immunohistochemical staining and perhaps repetetive exposure to UVB is a better model for cutaneous photocarcinogenesis.

OLGU SUNUMU
8.Cutis marmorata telengiectatica congenita: A case report
Mustafa Atasoy, Cihangir Aliağaoğlu, Engin Sezer, Teoman Erdem, Ali Karakuzu
Pages 27 - 29
Kutis marmorata telenjiektazika konjenita (KMTK) nadir görülen, persistan kutis marmorata, telenjiektaziler ve flebektazilerle karakterize kütanöz vasküler bir hastalıktır. Doğumda ya da hemen sonra lezyonlar farkedilir. Tutulan bölgelerde atrofi ve ülser gibi değişiklikler olabilir. Kutis marmorata telenjiektazika konjenitaya vücut asimetrisi, vasküler anomaliler ve glokom gibi çeşitli anomalilerin eşlik ettiği bildirilmiştir. Etyopatogenezi bilinmemektedir. Dört yaşındaki erkek hastamızın alt ekstremitelerinde ve üst göz kapaklarında retiküler tarzda telenjiektazik döküntüler ve sağ ayak tabanında ülsere bir lezyon vardı. Eşlik eden herhangi bir anomali yoktu. Kutis marmorata telenjiektazika konjenitayı nadir görülen bir hastalık olması nedeniyle sunmayı uygun bulduk.
Cutis marmorata telangiectatica congenita (CMTC) is a rarely seen vascular disease characterised by persistent cutis marmorata, telangiectasia and phelebectasia. The lesions appear during or immediately after labour. Some changes, like atrophy or ulcer, may be seen in the involved areas. Some anomalies, such as body asymmetry, vascular anomalies and glaucoma, may be seen in this disorder. The etiopathogenesis is unknown. A four year old boy had reticular telangiectatic eruptions on the lower extremities and upper eyelids, and an ulcerated lesion on the sole of the right foot. There was no concomitant anomaly. We present this case because of its rarity.

9.The efficiency of rifampicin and clindamycin treatment in a case of tufted folliculitis
Rafet Koca, Nilgün Solak Tekin, Sibel Yenidünya, Saniye Çınar, H. Cevdet Altınyazar
Pages 30 - 32
Tufted folikülit (TF), saçlı derinin nadir görülen ve sebebi bilinmeyen, kronik, ilerleyici, süpüratif bir hastalığıdır. Hastalık 8-15 adet terminal kılın tek bir follikül ağzından çıkışı ile karakterizedir. TF'in fizyopatolojisi tam olarak açıklanamamıştır. Skar oluşumuna neden olan çeşitli saç hastalıklarında görülen folliküler hasarın ilerlemiş evresinde oluşabileceği düşünülmektedir. Otuz bir yaşında beyaz erkek olgu polikliniğimize oksipital bölgede 4 yıldır devam eden hassasiyet, pürülan akıntı ve saç dökülmesi şikayetleri ile başvurdu. Tufted follikülit tanısı konulan olguya 8 hafta süreyle 600 mg/gün rifampisin ve 600 mg/gün klindamisin kombinasyonu verilerek tedavi edildi. Yapılan kontrol muayenelerinde lezyonların tekrarlamadığı ve foliküllerdeki terminal kıl dağılımının normal düzene girmeye başladığı gözlendi. TF'in nadir gözlenmesi ve özellikle tedavisini zorluğu nedeni ile olgunun sunulması uygun görüldü.
Tufted folliculitis (TF) is a rare, recurrent, chronic and progressive suppurative disease of the scalp of unknown etiology. The disease is characterized by presence of 8-15 hairs emerging from a single follicular opening. The physiopathology of TF remains unknown. It probably represents an advanced stage of follicular damage common to several different forms of scarring alopecia. A 31-year-old white man presented to our clinic with a four-year history of tender, suppurating lesions on the scalp and patchy hair loss. The diagnosis was made as TF and the patient was treated with 600mg/day rifampicin and 600mg/day clindamycin for 8 weeks. In the follow up of the patient, it was observed that lesions did not recur and terminal hair distribution in the follicles began to return to normal arrangement. We report this case as TF is a rarely encountered disease and it is difficult to be treated.

10.A case of reversible telogen effluvium caused by a drug
İlgen Ertam, İdil Ünal, Sibel Alper
Pages 33 - 35
Diffüz gelişen saç dökülmesi olan effluvium, anajen ve telojen effluvium şeklinde görülmektedir.Telojen effluviumda, kıl follikülü prematür olarak anajen fazdan telojen faza geçmektedir. Çeşitli nedenlere bağlı olarak gelişebilen effluviuma bazı ilaçların kullanımı da neden olabilmektedir. Bu ilaçlar sitostatikler, antikoagülanlar, interferonlar, tretinoidler, lityum karbonat, antimalaryaller, beta-reseptör blokerleri, seks hormon preparatları, anjiotensinconverting enzim inhibitörleri şeklinde sıralanabilir. Burada postmenapozal şikayetleri nedeniyle konjuge estrogen+progestin preparatı kullanmaya başladıktan bir ay sonra saç dökülmesi başlayan 52 yaşında bir kadın olgu sunulmaktadır. Etiyolojik araştırma sırasında yapılan tetkiklerinde patoloji saptanmayan olguda ilacın kesilmesini takiben saç dökülmesi gerilemiş ve takiplerinde saçların eski halini aldığı gözlenmiştir. Bu olgu nedeniyle, saç dökülmesi etiyolojisi araştırılırken seks hormon preparatlarının rolü tekrar vurgulanarak, ilgili literatürler gözden geçirilmiştir.
Effluvium, known as diffuse hair loss, is seen as anagen and telogen effluvium. In telogen effluvium, hair follicles pass from anagen phase to telogen phase prematurely. Certain drugs such as anticoagulants, cytostatics, interpherons, retinoids, lithium carbonate, b- blockers, antimalarials, sexual hormone preparations and angiotensin converting enzyme inhibitors may be cause of effluvium.
In this case, we present a 52 years old female patient suffering from diffuse hair loss after using conjugate estrogen plus progesterone preparation for nearly one-month. Etiological investigations revealed no certain pathological results. After cessation of treatment, hair loss diminished and complete hair regrowth was observed during follow up period. In this report, current literatures related to the topic were reviewed and the role of sexual hormone preparations on hair loss was emphasized.

YENİ YAYINLAR
11.
Yeni Kitaplar

Page 36
Abstract |Full Text PDF

HABERLER
12.
Haberler

Page 37
Abstract |Full Text PDF

KONGRE TAKVİMİ
13.
Kongre Takvimi

Page 38
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale