E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 42 (1)
Volume: 42  Issue: 1 - 2008
EDITORIAL
1.Today and Future in Pediatric Dermatology
Ümit Ukşal
Pages 1 - 2
Abstract |Full Text PDF

REVIEW ARTICLE
2.Immunomodulators in Dermatology
Eda Kumbasar, Gonca Gökdemir, Adem Köşlü
Pages 3 - 8
ajanlardır. Bu yeni sınıf ilaçların klinik dermatolojide kullanıma girmesi “post-kortizon” çağın başlamış olduğunu düşündürebilir. İlerleyen teknoloji ile birlikte hergün yeni bir immünmodulatör ajan geliştirilmiştir. Bu ajanlar kortikosteroidlerle benzer klinik etkilere sahip olup, yan etkileri oldukça azdır. Topikal ve sistemik immünoterapi ajanları enflamatuar, enfeksiyöz ve neoplastik deri hastalıklarında giderek artan oranda kullanılmaya başlanmıştır. Bu derlemede dermatolojide kullanılabilecek immünmodülatörler literatür bilgileri ışığında sunulmaktadır.
Immunomodulators include both immunostimulatory and immunosuppressive agents. The introduction of this new class of drugs marked the beginning of the post-cortisone era in clinical dermatology. Topical immunotherapy with both immunostimulatory and immunosuppressive agents show potential for effective treatment of inflammatory, infectious and neoplastic skin diseases. These agents have few side effects and have clinical effects similar to corticosteroids. The purpose of this review is to introduce to our collagues potentially useful immunomodulators in clinical

ORIGINAL INVESTIGATION
3.Demographic Characteristics of Syphilis Patients Followed Between 1994 and 2006
Esra Adışen, Murat Öztaş, Mehmet Ali Gürer
Pages 9 - 12
AMAÇ: Çalışmamızda 1994-2006 tarihleri arasında, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı Polikliniği’ne başvuran ve yatarak tedavi edilen 53 Sifilizli olgunun demografik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
GEREÇ-YÖNTEM: Bu retrospektif çalışmada 53 Sifilizli olgunun başvuru tarihleri, yaş, cinsiyet, hastalık evresi, başvuru lezyonu, bulaş kaynağı ve serolojik değerleri ile ilgili bilgileri kaydedilmiştir. Sifiliz tanıları için VDRL ve TPHA pozitifliği esas alınmıştır. BULGULAR: Çalışmada 43’ü erkek (%81.1), 10’u kadın (%18.9) toplam 53 hasta değerlendirilmiştir. Olgularımızda erkek/kadın oranı; 4.3 idi. Olguların yaşları 19 ile 58 arasında olup, ortalama 32.92±8.7 idi. Elli üç olgunun 42’si (%80.6; 34 erkek, 8 kadın) evliydi. Tedavi edilen olguların 50’si (%94.3) Türk, üçü (%5.6) ise yabancı uyrukluydu. Sifilizli olguların 26’sında (%49.1) bulaş yolu bilinmezken evli kadınların tamamı hastalığı eşlerinden almışlardı. Klinik muayeneleri sonucu 40 (%75.47) hasta birinci devir sifiliz, 7 (%12.8) hasta ikinci devir sifiliz, 6 (%11.32) hasta ise latent dönem sifiliz tanısı. Olgularımızda VDRL 14’ünde (++++), 20’sinde (+++), birinde (++) ve 18’inde (+) idi. TPHA tüm olgularda pozitif idi. Hastanemiz dermatoloji polikliniğine başvuran sifilizli olguların toplam poliklinik hasta sayımız içindeki oranı 1994 yılında %0.027 iken, 2006 yılında %0.004 idi.
SONUÇ: Sifiliz toplumumuzda halen epidemiyolojik bir sorundur. Hastalık dünyada bazı bölgelerde daha sıktır. Klinik olarak pek çok hastalıkla karışabildiğinden, özellikle oral ve genital mukozayı tutan hastalıkların ayırıcı tanısında ön sıralarda düşünülmelidir. Çalışmamız Ankara’da sifilizli olgu sayısının azaldığına dikkat çekmekle birlikte ülkemizde hastaların sağlık hizmetlerinde tercihlerinin yıllar içinde değişim gösterdiğini de ortaya koymaktadır.
Backgorund and Design: We undertook this retrospective study to analyze demographics of patients with syphilis that had attended to Gazi University, Faculty of Medicine, Department of Dermatology between 1994 and 2006.
MATERIAL-METHOD: In this retrospective study, data including age, sex, stage of the disease, clinical finding at the time of presentation, transmission route and source, and serology results of 53 patients with syphilis were recorded. Positive VDRL test and TPHA was essential in the diagnosis of the disease.
RESULTS: Fifty-three patients (43 male, 10 female) were evaluated in the study. Male/female ratio was 4.3. Patients’ age ranged between 19-58 (mean, 32.92±8.7). Forty-two (80.6%; 34 male, 8 female) of 53 patients were married. Of 53 patients 50 (94.3%) was Turkish, 3 (5.6%) was foreigner. The source of the transmission was not defined in 26 patients (49.1%) while all of married women defined their husbands as source of the infection. Of 53 patients, 40 (75.47%) were primary syphilis, 7 (12.8%) were secondary syphilis, 6 (11.32%) were latent syphilis. 14 had (++++), 20 had (+++), one had (++) and 18 had (+) VDRL. All patients were positive for TPHA. In 1994, syphilis patients attending to outpatient clinic constituted 0.027% of the total visits of the outpatient clinic, whereas it was 0.004% in 2006.
CONCLUSION: Syphilis is still an epidemiologic problem in our country. Prevalence is higher in some other countries. This disease may mimic almost every disease, therefore it should be considered in the differential diagnosis of disorders affecting oral and genital mucosal surfaces. Our study shows that syphilis have a tendency to decrease in Ankara and patients’ preference regarding the health services have changed during past years, in our country.

4.Patch Test Results in Patients with Allergic Contact Dermatitis / Mucositis
Özlem Su, Nahide Onsun, Dilek Bıyık Özkaya, Hande Arda, Yasemin Balsever Kural, Ulviye Atılganoğlu
Pages 13 - 17
AMAÇ: Çalışmamızın amacı alerjik kontakt dermatit (AKD)/ mukozit(M) düşünülen hastalarda pozitif yama testi reaksiyonlarının sıklığını ve en sık reaksiyon veren alerjenleri belirlemek, “Thin-layer Rapid-Use Epicutaneous” (T.R.U.E.) testle birlikte ek serilerin kullanılmasının yama testi sonuçları üzerine etkisini değerlendirmek idi.
GEREÇ-YÖNTEM: Yüz altmış bir AKD, 5 AKM ve 1 AKD ve AKM birlikteliği olan toplam 167 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 139’ una yalnız T.R.U.E. test; 28’ ine meslek ve klinik tabloya göre seçilen (9 hastaya tekstil, 9 hastaya plastik yapıştırıcılar, 6 hastaya dental, 2 hastaya fırıncılık, 1 hastaya kozmetik, 1 hastaya dental ve plastik yapıştırıcılar) ek seri alerjenleri ile birlikte T.R.U.E. test uygulandı. Tüm sonuçlar yüzdelik olarak analiz edildi.Atopi, kontakt duyarlılık ilişkisi Yate’s düzeltmeli x2 yöntemi ile değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan hastaların 86’sı erkek, 81’i kadın, yaş ortalaması 36.5 (2-88) idi.Yalnız T.RU.E. test uygulanan 139 hastanın %25.9’u; T.R.U.E. test ile birlikte ek seri uygulanan 28 hastanın ise %46.4’ü en az bir alerjene pozitif yama testi reaksiyonu gösterdi.En sık yama testi pozitifliği gösteren alerjenler nikel sülfat (%14.4), potasyum dikromat (%4.8), koku karışımı (%2.9) ve kolofoni (%2.9) idi. En sık pozitif reaksiyon veren ek seri alerjenleri ise fırıncılık serisinden oktil galat (%50) ve dental seriden bakır sülfat (%42.8) ile altınsodyumtiyosülfat (%42.8) oldu. AKM’i olan 6 hastanın %83.3’ünde pozitif yama testi reaksiyonu saptandı. Bu reaksiyonların %80’i dental seri alerjenlerine karşı gelişmişti. Atopik olanlarla olmayanlar arasında kontakt duyarlılık yönünden fark saptanmadı. (p>0.05).
SONUÇ: Özellikle kontakt mukozit ya da mesleki kontakt dermatit durumunda sorumlu alerjen veya alerjenlerin açığa çıkarılmasında T.R.U.E. testle birlikte ek serilerin kullanmasının daha yararlı olacağına inanıyoruz.
Background and Design: The aims of our study were to determine the frequency of positive patch reactions and the most common allergens in patients with allergic contact dermatitis (ACD) and/or mucositis(M) who underwent with T.R.U.E. “Thin-layer Rapid-Use Epicutaneous” test and evaluate supplemantal series used with T.R.U.E. test effect on patch test results.
MATERIAL-METHOD: In this study 161 ACD, 5 ACM, 1 ACD and ACM were enrolled. While 139 of all patients were patch tested with T.R.U.E. test alone,out of 28 patients were tested for T.R.U.E. test and also with supplemental series that included textile colours (9 of tested patients), plastic and glues (9), dental screening (6), backery (2), cosmetic (1) and plastic and glues and dental screening (1). Supplemental series were chosen according to patient’s occupation and clinic presentation. The data from our patients were analyzed as percentage. The relationship between contact sensitization and atopic status was evaluated with Yate’s correlation x2 test.
RESULTS: Eighty-six male, 81 female were taken into this study. The median age was 36.5.While 25.9% of 139 patients tested with T.R.U.E. test alone,46.4% of 28 patients applied supplemental series in addition to T.R.U.E. test showed positive reaction to one or more allergens. The most common allergens were nickel sulphate (14.4%), potassium dichromate (4.8%), fragrance mix (2.9%) and colophony (2.9%). The most common supplemental allergens were octil gallat (50%) in bakery and copper sulphate, goldsodiumthiosulphate (42.8%) in dental screening. Positive patch reactions were detected 83.3% in 6 patients with AKM, 80% of these positive reactions was againts dental screening. The rate of contact sensitization between atopics and non-atopics was not significant (p>0.05).
CONCLUSION: We suggest in presence of mucositis and/or occupational dermatoses using supplemental series in addition to T.R.U.E. test would be more beneficial in identifing the responsible allergen.

5.Cutaneous Manifestations in Renal Transplant Recipients
Elif Fatma Demirgüneş, Sibel Ersoy Evans, Rahmi Yılmaz, Sedef Şahin, Ünal Yasavul
Pages 18 - 21
AMAÇ: Bu çalışmada merkezimizde renal transplantasyon (RT) yapılan hastalarda gözlenen deri bulgularının klinik özellikleri ve prevalansını belirlemek amaçlanmıştır.
GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmaya, RT nedeniyle izlenmekte olup 2005-2007 tarihleri arasında dermatolojiye konsülte edilen hastalar alındı. Tüm hastalara dermatolojik muayene yapıldı, gerektiğinde kültür alındı ve histopatolojik inceleme yapıldı. Hastalar; RT süresi ≤1 yıl, (grup A); RT süresi 1-5 yıl, (grup B); RT süresi >5 yıl, (grup C) olacak şekilde gruplandı. Sonuçlar ki-kare testi ile değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 88 (E=50, K=38) hastanın yaş ortalaması 37±12 yıldı ve RT süresi ortancası 38.5 aydı (aralık: 1 ay-27 yıl). İki yıllık izlem süresince saptanan deri bulgusu sayısı 289 idi. İmmünsüpresif tedavi (İT) ilişkili deri bulguları 58 (%65.9) hastada, 95 lezyon olarak izlendi ve bunlar arasında en sık gözleneni akne (n=29) idi. Kırk (%45.5) hastada; verrü (n=34), herpes zoster (n=9), herpes simpleks (n=5), molluskum (n=2) ve variselladan (n=1) oluşan viral deri enfeksiyonu gözlendi. Yüzeyel fungal enfeksiyon 35 (%39.8) hastada, en sık dermatofitoz (n=23) ve pitriyazis versikolor (n=17) şeklindeydi. Bakteriyel enfeksiyon saptanan 14 (%15.9) hastanın, 12’sinde follikülit mevcuttu. Premalin ve malin lezyon izlenen 12 (%13.6) hastada; 9 aktinik keratoz, 3 bazal hücreli kanser, bir skuamöz hücreli kanser ve bir Kaposi sarkomu saptandı. Azatiyopürin kullanan hastalarda kullanmayanlara göre daha fazla premalin ve malin lezyon olduğu saptandı (p=0.002). Viral enfeksiyonların Grup C’ de (p=0.023), İT ilişkili deri bulgularının ise Grup A’ da (p=0.003) daha sık olduğu gözlendi.
SONUÇ: RT hastalarında en sık gözlenen deri bulguları İT ilişkili deri bulgularıdır ve çoğunlukla erken dönemde ortaya çıkmaktadır. Verrüler ise geç dönemde gözlenmekte olan en sık deri bulgusudur.
Background and Design: This study is designed to determine the prevalence and the clinical spectrum of skin diseases in renal transplant recipients (RTRs).
MATERIAL-METHOD: In this study RTRs who were referred to our department between 2005 and 2007 for dermatologic examination were evaluated. Dermatologic investigation included direct clinical observation and culture or histolopathological investigation when indicated. Patients were divided into three groups: group A, post-transplantation periods £1 year; group B, post-transplantation periods of 1-5 years; and group C, post-transplantation periods >5 years.
RESULTS: In this study 88 (M=50, F=38) RTRs were evaluated. The mean age was 37 ± 12 years and the median interval since transplantation was 38.5 months (range=1 month-27 years). Over a 2-year period 298 cutaneous manifestations were identified. Ninety-five immunosuppressive (IS) drug-related manifestations were observed in 58 (%65.9) patients and the most common one was acneiform eruption (n=23). Forty (45.5%) patients developed cutaneous viral infections, consisting of verruca vulgaris (n=29), herpes zoster (n=9), herpes simplex (n=5), molluscum (n=2) and varicella (n=1) infections. Superficial fungal infections were observed in 35(39.2%) patients, most common lesions were dermatophytosis (n = 23) and pityriasis versicolor (n=17). Bacterial infections were observed in 14 (%16) patients, folliculitis was present in 12 of them. Premalignant and malignant lesions were identified in 12 (%13.6) patients, consisting of actinic keratoses (n=9), basal cell carcinoma (n=2), squamous cell carcinoma (n=1) and Kaposi's sarcoma (n=1). There were more premalignant and malignant lesions in patients receiving azathioprine (p=0.002). Cutaneous viral infections were more common in group C (p=0.023) and IS drug-related manifestations were more common in group A (p=0.003).
CONCLUSION: Most common cutaneous manifestation among RTRs was IS drug-related and seen in early post-transplantation period. Warts were the most common manifestation in late post-transplantation period.

6.Skin Disorders in Pediatric Age Groups in Bolu
Mualla Polat, Nadir Göksügür, Ali Haydar Parlak, Yasemin Tahtacı, Yaşar İbrahimbaş, Berna Kılıç, Betül Şereflican
Pages 22 - 25
AMAÇ: Pediatrik dönemde deri hastalıkları sık görülmektedir. Epidemiyolojik verilere katkıda bulunmayı amaçlayarak polikliniğimize başvuran çocuk hastaları irdelemeyi, hastalık prevalansını, yaş ve cinsiyete göre hastalıkların dağılımını belirlemeyi amaçladık.
GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmada Ocak 2005- Temmuz 2007 tarihleri arasında Dermatoloji polikliniğine başvurmuş olan 16 yaş ve altındaki pediatrik hastalar yaş, cinsiyet, dermatolojik tanılar açısından retrospektif olarak incelenmiştir. Hastalar yaşlarına göre 5 ayrı gruba ayrılarak, her yaş grubu için en sık konulan tanılar araştırılmıştır. Sonuçlar Türkiye’den ve batı toplumlarından alınan verilerle kıyaslandı.
BULGULAR: Polikliniğimize bu tarihler arasında toplam 17170 hasta başvurdu. Hastaların 624’ü (% 3,63 ) pediatrik yaş grubundaydı. Bu hasta grubunun yaşları 1 ay ile 16 yaş arasında idi ve yaş ortalaması 116,70 ± 58,08 ay olarak belirlendi. Hastaların 307’si (% 49,19) erkek, 317’si (%50,80) kızdı. Kız / Erkek oranı 1,03 idi. Erkeklerin yaş ortalaması 117,10 ay, kızların yaş ortalaması ise 116,33 ay idi. En sık görülen hastalık grubunu enfeksiyöz hastalıklar (%26,92) oluşturmaktaydı. Yaş grupların göre ayrıldığında, 0- 6 ay için erkeklerde atopik dermatit, kızlarda seboreik dermatit; 6 ay- 2 yaş grubunda erkeklerde ve kızlarda atopik dermatit; 2-6 yaş grubunda erkeklerde kongenital nevus, kızlarda verruka vulgaris; 6-12 yaş grubunda erkeklerde ve kızlarda verruka vulgaris; 12-16 yaş grubunda ise erkeklerde ve kızlarda akne vulgaris ilk sırayı oluşturmaktaydı.
SONUÇ: Sonuçlarımız Türkiye’de yapılan diğer çalışmaların sonuçları ile uyumlu bulundu. Batı toplumunda tespit edilen hastalık dağılımından sonuçlarımız farklılık göstermekteydi. Toplumumuzdaki epidemiyolojik verilerin oluşturulması ve batı toplumunun verileriyle kıyaslanmasında çalışmamızın yararlı olabileceğini düşünmekteyiz.
Background and Design: Skin disorders frequently appear in childhood. We studied the prevalence of skin disorders and the distribution of skin disorders according to age and gender in pediatric patients in Bolu and tried to contribute to epidemiological data.
MATERIAL-METHOD: The data of 624 patients in pediatric age group applying to our clinic between January 2005 and June 2007 rewieved retrospectively. The patients were divided into five age groups and the most frequent skin disorders in each age group were determined.
RESULTS: A total of 17170 patients presented to our outpatient clinic between January 2005 and January 2007, 624 (3,63%) of them were aged between 1 month and 16 years and was mean of 116,70 ± 58,08 months age. In the study group 307 (49,19%) patients were male and 317 (50,80%) patients were female. The female to male ratio was 1,03. The mean age of the boys and girls was 117,10 months and 116,33 months, respectively. The most frequent skin disorders were skin infections (26,92%) in the whole study group. The most frequent disorder was atopic dermatitis in boys aged 0-6 months and seborrheic dermatitis in girls aged 0-6 months, atopic dermatitis in both boys and girls aged 6 months-2 years, congenital nevus in boys aged 2-6 years, verruca vulgaris in girls aged 2-6 years, verruca vulgaris in both boys and girls aged 6-12 years and acne vulgaris in both boys and girls aged 12-16 years.
CONCLUSION: The results of our study were concordant with other Turkish population study groups. When compared with western populations results, the distrubution of skin disorders significantly different from our population results. We concluded that the results of our study may contribute to epidemiologic data.

7.Warty dyskeratoma
Hüseyin Anul, Murat Alper, Ayşe Kavak, Mazlume Suna
Pages 26 - 27
Verrüköz diskeratom benin, genellikle soliter papül ya da nodül ile karakterize bir dermatozdur. Klinik olarak hastalarda verruka vulgaris, irrite seboreik keratoz ve hipertrofik aktinik keratoz ile benzerlik gösterir. Malar bölgede, beş yıldır mevcut, 3 mm çapında kahverengi-mor renkli, ortası krutlu papüler lezyonu olan 31 yaşında bayan hastada histopatolojik özellikler verrüköz diskeratom ile uyumlu bulundu. Az rastlanan bu tablo, demonstratif bir vaka olması nedeniyle sunularak literatür bilgileri kısaca gözden geçirilmiştir.
Warty dyskeratoma is a benign dermatose that is characterized by a soliter papule or a nodule. Clinical findings are similar to verruca vulgaris, irritated seboreik keratoses and hypertrophic actinic keratoses. A 31- year- old woman with a 5 years duration of a purple-brown colored papule with a crust formation at the central, in 3 mm diameter, on the malar region. Histopathological findings were found resembling to warty dyskeratoma. This condition is rare and is presented with its demonstrative properties in the light of literature data.

CASE REPORT
8.Two Cases of Linear Lichen Planus in the Lines of Blaschko
Gamze Serarslan, Sibel Hakverdi
Pages 28 - 30
Liken planus, deri ve mukozaları tutabilen, inflamatuar bir deri hastalığıdır. Lineer liken planus, liken planusun nadir görülen bir formudur ve tüm liken planuslu hastaların yaklaşık %0.2’sini oluşturur. Alt ekstremitede lineer liken planus lezyonu olan ve Blaschko çizgileri boyunca dağılım gösteren iki olgu sunmaktayız.
Lichen planus is an inflammatory disorder that may involve skin and mucous mambranes. Linear lichen planus is a rare disorder occuring in approximately 0.2% of patients with lichen planus. We report two cases of linear lichen planus on the lower extremities which lesions followed the lines of Blaschko.

9.Oral Mirtazapine in Persistent Chronic Urticaria
Mustafa Kulaç, Şemsettin Karaca, Ömer Özbulut, Ayşenur Çetişli
Pages 31 - 33
Kronik ürtiker, ürtiker şikayeti ile dermatoloji polikliniklerine başvuran hastaların yaklaşık olarak %75’ini oluşturur ve uzun yıllar sebat edebilir. Kronik ürtiker, kaşıntı ve lezyonların tedavilere dirençli olması nedeni ile yaşam kalitesini önemli ölçüde bozar. Kronik ürtiker semptomlarının meydana getirdiği yaşam kalitesi bozukluğu ekzema veya by-pass için bekleyen koroner hastalarınınkine eşdeğerdir. Tedavide kullanılan başlıca ilaçlar antihistaminiklerdir. Ancak oral H1 reseptör antagonistlerinin standart kullanımlarına iyi bir yanıt alınma şansı % 50’nin altındadır. Bu yüzden şiddetli refrakter kronik ürtiker vakalarında, immunsupresif ve immunmodulatör tedaviler gerekebilir. Bu tedaviler belirgin yan etki potansiyeline ve kullanım güçlüğüne sahiptirler. Güncel iki raporda, geleneksel tedavilere dirençli üç kronik ürtiker vakasının, antidepresan bir ilaç olan mirtazapin ile başarılı bir şekilde tedavi edildiği rapor edilmiştir. Burada, antihistaminik, lökotrien antagonistleri ve sistemik kortikosteroidler ile kombinezon tedavilerine dirençli, oral mirtazapine cevap veren üç vaka sunuyoruz.
Chronic urticaria accounts for up to 75% of patients with urticaria attending dermatology clinics and can persist for many years. Chronic urticaria often causes significant quality of life issues due to pruritus and urticarial lesions resistant to treatment. Patients attending urticaria clinics have a similar impairment of quality of life as those with eczema or those with coronary disease awaiting by pass surgery. A good response to standard treatment with oral H1 receptor antagonists occurs in under 50%. Immunomodulatory or immunosuppression therapy might therefore required in patients with severe refractory chronic urticaria. But these treatments have too many adverse effects and difficulties in their using. In two current reports, three cases of severe chronic urticaria, unresponsive to conventional therapy, with a successful response to antidepressant mirtazapine were presented. Herein we present three cases responding oral mirtazapine, resistant combination therapies including antihistaminics, leucotrien antagonists and systemic corticosteroids.

WHAT IS YOUR DIAGNOSIS?
10.
Sklerotik ve Pigmente Yamalar
Şehriyar Nazari
Page 34
Abstract |Full Text PDF

TURKDERM-6637
11.
Haberler

Pages 35 - 36
Abstract |Full Text PDF

NEW PUBLICATIONS
12.New Publications

Page 37
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale