E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 33 (4)
Volume: 33  Issue: 4 - 1999
DERLEME
1.
Dermatofit enfeksiyonlarının immunopatogenezi ve kronik dermatofitozlar
Zülal Erbağcı
Pages 213 - 219
Popülasyonun önemli bir kısmında plantar yüzeyler ve interdijital aralıklarla asemptomatik olarak bulunan T. Rubrum ve diğer antropofilik dermatofitler, uygun koşulların varlığında konakçı immün yanıtını uyandırırlar ve klinik enfeksiyona yol açarlar. Dermatofitlerle ilgili bazı faktörlerin yanında konakçı immün yanıtının tipi enfeksiyonun seyrini ve prognozu belirler. Tam gelişmiş hücresel immünite akut-inflamatuar tipte enfeksiyona yol açıp klinik ve mikolojik iyileşmeyle sonuçlanırken, hücresel immün yanıtın yokluğunda ve yetersizliğinde, özellikle dermatofitlere karşı yip I immün yanıtın geliştiği atopik diatezde dermatofit enfeksiyonları kronik-noninflamatuvar bir seyir izlerler. Ağır immün yetmezliklerde bile kompleman, polimorfonükleer lökositler ve serum inhibitör faktör, dermatofitlerin canlı dokulara ve dolaşıma invazyonunu engelleyerek sepsisi önlerler. Kronik enfeksiyonların yaklaşık %90' ından T. rubrum sorumludur. Son zamanlarda otozomal dominant geçiş gösterdiği düşünülen T. rubrum' a bağlı kronik dermatofitozis sendromu tanımlanmıştır. Dermatofitler, ciddi immün yetmezlikli hastalarda diffüz, invazif ve atipik kutanöz enfeksiyonlara yol açabilirler.

ARAŞTIRMA
2.
Tümör cerrahisinden sonra sekonder yara iyileşmesine bırakılan olgulardaki gözlemlerimiz
Y. Oram, Gürsoy Doğan, Ersoy Hazneci, Sezai Şaşamaz, Yelda Karıncaoğlu
Pages 222 - 227
Tümör cerrahisinden sonra defektlerin kapatılması için çeşitli rekonstrüktif cerrahi girişimler yaygın olarak kullanılmaktadır. Çok eski çağlardan beri bilinen sekonder yara iyileşmesi bazı özel durumlarda rekonstrüktif cerrahi ile karşılaştırıldığında aynı ve hatta daha iyi kozmetik sonuçlar doğurmakta, aynı zamanda cerrahi komplikasyonları taşımamaktadır. Bu retrospektif çalışmada tümör eksizyonu yapılan 96 olgudan sekonder iyileşmeye bırakılan 9 defekt incelenmiştir. Cerrahi yaralar iyileşme süresince hidrokolloid örtü (DuoDERM) ile kapatılmıştır. Kliniğimizde melanom dışı deri kanseri eksizyonu sonucu oluşan defektlerin %9.3' ü sekonder yara iyileşmesine bırakılmıştır. Sekonder iyileşme özellikle konkav anatomik bölgelerdeki defektlerde cerrahi komplikasyon riskine girmemek ve cerrahi süresini kısaltmak amacıyla planlanmıştır. Olguların tümünde 1. ay sonunda defektin belirgin olarak kapandığı ve 2. ay sonunda kozmetik ve fonksiyonel olarak yeterli iyileşmenin geliştiği gözlenmiştir. Kozmetik ve fonksiyonel olarak başarılı kabul ettiğimiz sonuçlarımızı belirleyen en önemli parametre defekt olarak lokalizasyonudur. Dermatolojik cerrahi eğitiminde, oluşan cerrahi defektlerin hemen kapatılması yaklaşımı öne sürülmekle birlikte, bazı olgularda tümör eksizyonundan sonra sekonder iyileşme iyi bir alternatif olabilir.

3.
Eritrodermi: Klinik ve histopatolojik özellikleri
Gül Bükülmez, Özay Özkaya, Ayşen Karaduman, Aylin Noyan Düzova, Sedef Şahin
Pages 230 - 234
Eritrodermi vücudun tamamını veya büyük bir kısmını etkileyen eritem ve deskuamasyon ile karakterize bir bulgudur. Değişik nedenlerden kaynaklanabilen eritrodermi, ayrıntılı incelemelere rağmen idyopatik olarak da seyredebilmektedir. Kendi hasta grubumuzda eritroderminin nedenlerini ve histopatolojik bulguların tanıdaki rolünü değerlendirmek amacıyla 1980 ve 1996 yılları arasında eritrodermi tanısı alan 38 hastanın klinik, laboratuar ve histopatolojik bulguları incelendi. Hastaların ortalama yaşları 45.37 idi. Eritrodermi nedenleri, süregelen deri hastalıkları (%42.1), idiyopatik (%34.2), ilaç reaksiyonları (%18.4) ve malignansiler (%5.3) olarak belirlendi. Hasta grubumuzda histopatolojik ve klinik tanı %71.4 vakada paralellik göstermekteydi. Çalışmamızda eritroderminin geç yaşlarda ortaya çıkan, sıklıkla bilinen deri hastalıklarının alevlenmesinden kaynaklanan ve histopatolojik incelemenin gerekirse, tekrarlanarak yapılmasının tanıda önemli rol oynadığı bir hastalık olduğu sonucuna varıldı.

4.
Topikal salisilik asit ile uvb etkileşimi
Emel Fetil, Şebnem Özkan
Pages 235 - 238
Fototerapi ile kombine şekilde uygulanan katran, antralin, kalsipotriyol ve salisilik asit gibi çeşitli topikal ajanların UVB ile etkileşimleri çeşitli araştırmalarla belirlenmeye çalışılmıştır. Bu çalışmada da, psoriasis olgularında UVB sağaltımı öncesi kullanılan saf beyaz vazelin ve salisilik asidin, UVb ile fototest yapılmış ve ince (0,1cc/25cm2) uygulanan %20 salisilik asitli vazelin ve günörtüsü ile de fototest tekrarlanmıştır. Kullanılan ajanların her birinin MED üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Sonuçta saf vazelin uygulamasının MED' yi arttırdığı, ardından salisilik asitli vazelinin MED' yi daha da arttırdığı belirlenmiştir. Dolayısıyla, UVB' yi bloke edici etkinin ince uygulamaya göre kalın uygulamalarla da arttığı belirlenmiştir. Dolayısıyla, UVB' yi bloke edici etkileri olan beyaz vazelin ve salisilik asidin hemen UVB sağaltımı öncesi lezyonlara uygulanması önerilmektedir.

5.
Psoriasiste antralin ile antralin + galvanoterapi kombine sağaltım etkinliğinin karşılaştırılması
Emel Fetil
Pages 239 - 243
Psoriasis olgularında en etkili sağaltım yöntemini bulmak amacı ile yeni sağaltım modelleri ve kombine sağaltımlar uygulanmaktadır. Bun çalışmada da, antralin + galvanoterapi kombine sağaltım modelinin etkinliği antralin sağaltımı ile karşılaştırarak incelenmiştir. Psoriasisli 20 olguya antralin sağaltımı, 20 olguya da antralin + galvanoterapi 4 hafta süreyle uygulanmış ve sonuçlar PAŞİ skoru ile karşılaştırılmıştır. Sonuçta da sağaltımın 1.,2.,3. ve 4. haftalarında antralin uygulanan grubun PAŞİ skorları ortalamaları sırasıyla 4.90, 3.07, 1.73 ve 1.37, antralin + galvanoterapi uygulanan grubun PAŞİ skorları ortalamaları sırasıyla 4.25, 2.49, 1.14 ve 0.67 olarak bulunmuştur. Her iki grubun 1.,2.,3. ve 4. hafta sonlarındaki PAŞİ skorları ortalamaları karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmamıştır.

6.
Celal Bayar Üniversitesi spor akademisi öğrencilerinde saptanan deri belirtileri
Kamer Gündüz, Aylin Türel
Pages 246 - 249
Sporcularda gözlenebilecek deri hastalıklarını saptamak amacıyla planlanan araştırmada Celal Bayar Üniversitesi Spor akademisi öğrencilerinden 139' unun yaş, cins özellikleri, hangi sporları ve kaç yıldır yaptıkları, spor yapma sıklıkları kaydedildi. Ve sporla ilişkili olduğu düşünülen dermatolojik muayeneleri yapıldı. Araştırmaya alınan 139 öğrencinin 81'i (%58,3) kız, 58' i (%41,7) erkek olup, yaşları 17-25 arasında değişiyordu (ortalama 20.4±1.9). Olguların %71.9' u dermatolojik bir yakınma, bunların da %69' u birden fazla yakınma tanımladı. En sık tanımlananlar arasında akne (%32,4), nasır (%23), deride kuruluk (%14,4) ve tırnak batması (%12,2) yer alıyordu. Kızlarda dermatolojik yakınma oranı %84 iken, erkeklerde bu oran %55,2 idi, aradaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,0002). Olguların yapılan dermatolojik muayenelerinde %30.9' unda yüzeyel mantar infeksiyonu, %1.4' ünde plantar verruka, %26,6' sında kallus, %23,7' sinde akne vulgaris, %6,5' inde kserozis, %4,3' ünde tırnak batması ve %3,6' sında bül saptandı.

7.
Alkolizm ve deri bulguları
Ahmet Metin, Şule Subaşı, Latif Aktan
Pages 250 - 254
Alkol, bağımlılığı insanlar üzerinde sosyal ve psikolojik bakımdan olumsuz etkilere sahip olması yanında çeşitli dermatolojik belirti ve hastalıklara yol açmaktadır. Alkoliklerde görülen deri bulgu ve hastalığı sıklığının araştırılması amaçlanan bu çalışmada Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezinde yatarak tedavi gören, DSM IV kriterlerine göre alkol bağımlılığı tanısı konmuş 81 hasta ele alındı. Hastaların 78'i (%96,3) erkek 3' ü ise (%3,7) kadın olgulardan oluşuyordu. Genel yaş ortalaması 41,63 (9,84 olan hastalarda yaşın 20 ile 75 arasında değiştiği görüldü. Görüşmede hastaların 22' si (%27,16) alkol alındığında, 19' u (%23,46) alkolsüz kaldığında ortaya çıkan kızarıklık, kaşıntı, terleme gibi deri belirtileri tarif etti. Sadece 16' sı (%19,75) bir deri hastalığına sahip olduğunu bildirirken, muayeneleri sonucu 68'inde (%83,95) bir veya birden fazla dermatolojik bulgu ve hastalığa rastlanıldı. Bunlar arasında glossid, seboreik dermatit, mantar enfeksiyonları, kontakt dermatit, yüzde telenjiektazi ve eritem gibi tanı ve belirtiler oldukça sık bulunuyordu. Ayrıca hemen hepside sigara bağımlısıydı ve bir çoğunda özellikle yoksunluk döneminde aşırı kullanım sonucu daha çok el, dudak ve dilde ortaya çıkmış olan tütün isi mevcuttu. Alkol bağımlılarında bazı deri lezyon ve hastalıkları sık görülmekte olup çoğu zaman hastalar tarafından ihmal edilmektedir. Bunlar hastaların alışkanlıkları hakkında bazı ipuçları taşıması yanında tedavi gerektiren önemli sorunlardır.

OLGU BİLDİRİSİ
8.
Laugier-hunziker sindromu
A. Nalan Gürler, Selcan Kundak, M. Cüneyt Soyal, Oktay Avcı
Pages 255 - 257
Laugier-Hunziker sendromu dudaklar, oral mukoza ve tırnaklarda, 2-5 mm çaplarda gri-kahverengi-siyah makulalar ile kendini gösteren, benign, edinsel bir dermatozdur. Oldukça nadir görülen bu sindroma ait özellikler gösteren iki olgu sunularak ayırıcı tanıya giren diğer sayrılıklar gözden geçirilmiştir.

9.
Hiperimmunglobulinemi E sendromu
Oya Aydın, Aylin Akay, Ahmet Karaman
Pages 258 - 260
Hiperimmunglobulinemi E Sendromu; atopi benzeri dermatit, yineleyen kutanöz ve sistemik piyojenik enfeksiyonlar, dedektif nötrofil kemotaksisi ve eosinofili ile karakterize bir sendromdur. Başlangıç yaşının oldukça değişken olmasına karşın deri bulguları sıklıkla ilk altı haftada başlamaktadır. Burada lezyonları üç yaşında başlayan, vücudunun çeşitli bölümlerinde piyojenik enfeksiyonlar izlenen, otitis media ve pnömoni atakları geçiren, IgE düzeyi 2000 U/L' nin üzerinde olan ve periferik yaymada eosinofili gözlenen yedi yaşında kız çocuğu sunulmaktadır.

SÜREKLİ EĞİTİM
10.
Antifosfolipid sendromu
Işıl İnanır, Şebnem Aktan
Pages 262 - 265
Antifosfolipid sendromu, arteriel ve venöz trombozlar, trombositopeni ve tekrarlayan spontan düşükler ile karakterize akkiz bir multisistem hastalığıdır. Lupus antikoagulan ve antikardiolipin antikorlar olmak üzere iki grup antifosfolipid antikor bulunmaktadır. İlk grup APTZ, kaolin pıhtılaşma zamanı ve dilue Russell viper venoz zamanı, ikincisi ise IgG ve IgM izotip antikorlar ile saptanır. Bu ciddi ve bazen fatal seyredebilen hastalıkta deri bulgularının sık gibi görülmesi ve ilk bulgu olabilmesi açısından önemlidir. Klinik ve laboratuar bulguları, korunma ve tedavi yöntemleri gözden geçirilmiştir.

LookUs & Online Makale