E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 36 (2)
Volume: 36  Issue: 2 - 2002
EDITORIAL
1.
Kozmetik dermatoloji geleneksel dermatoloji disiplininden ayrılabilir mi?
Nahide Onsun
Page 11
Abstract |Full Text PDF

REVIEW ARTICLE
2.Botulinum toxin and use in dermatology
Vahide Baysal, Mehmet Yıldırım
Pages 92 - 96
Nöromusküler kavşakta presinaptik nöronlardan asetilkolin salınmasını engelleyerek paralizi oluşturan botulinum toksini tedavi amaçlı olarak çeşitli hastalıklarda kullanılmış ve iyi sonuçlar alınmıştır. Bu yazıda botulinum toksininin bakteriyolojisi ve farmakolojisi incelenmiş ve dermatolojide kullanımı ile ilgili bilgiler gözden geçirilerek sunulmuştur.
Botulinum toxin cause paralysis by means of blocking the release of acetylcholine from presynaptic neurons in neuromuscular end plate, used in several diseases therapeutically and good results are achieved. In this article, bacteriology and pharmacology of the botulinum toxin and its clinical use in dermatology is reviewed.

ORIGINAL INVESTIGATION
3.Hypersensitivity to house dust mites in patients with scabies
Yavuz Harmanyeri, Oktay Taşkapan
Pages 97 - 101
Filogenetik yakınlıkları olduğu için, ev tozu akarları [(ETA: Dermatophagoides pteronyssinus (Dp) ve dermatophagoides farinae (Df)] ile sarkoptes skabiei (ss) büyük fiziksel ve antijenik benzerlik gösterir. Bu nedenle, sarkoptes skabiei antijenlerine karşı gelişen antikorlar, ETA antijenleri ile çapraz reaktif nitelikte olabilir. Amacımız, skabiesli olgularda ETA hipersensitivitesini, deri prik testleri ("skin prick test: SPT") aracılığıyla ortaya koymaktı. Çalışmaya 50 nonatopik skabiesli hasta ve 50 nonatopik sağlıklı kişi alındı. Daha önce geçirilmiş skabies öyküsü çalışma dışı tutulma ölçütü olarak değerlendirildi. Tüm hasta ve kontrol grubundaki bireylere standardize miks ETA ekstraktı ile SPT uygulandı. ETA ekstraktının oluşturduğu ödematöz/ürtikeryal reaksiyon, negatif kontrolden en az 3 mm büyükse, sonuç pozitif kabul edildi. SPT sonrasında hastalar anti-skabies ajanlarla tedavi edildiler. Tedavi sonrası üçüncü ayın sonunda kontrol muayenesi planlandı. ETA'ya karşı SPT pozitifliği kontrol grubunda yalnızca altı kişide saptanırken (%12), 16 skabiesli olguda (%32) bu test pozitif bulundu. İki grup arasında SPT pozitivitesi yönünden anlamlı bir istatistiksel farklılık vardı (p< 0.05). SPT pozitifliği gösteren 16 olgunun yalnızca altı tanesini izleyebildik. Üçüncü ay sonunda, bu altı olguda hafif kaşıntı varlığının yanısıra, SPT reaktivitesi sürmekteydi. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar, skabiesli olguların ETA'ya karşı reaktivite gösterdiği yolundaki görüşü desteklemektedir.Sonuç olarak şunlar söylenebilir: * ETA ile ss arasındaki çapraz reaktivite, uygun tedavi görmüş skabiesli bazı olgularda süren kaşıntıyı bir ölçüde açıklayabilir. * Skabies infestasyonu ve tedavi sonrası dönem, en azından bazı skabiesli olgular için, "ETA'ya karşı SPT reaktivitesi gösteren evre" niteliği taşıdığından, SPT yapılması planlanan hastalara sorulacak sorulara bir tane daha eklenmesi uygun olur: "Son aylar içinde skabies tedavisi gördünüz mü?"
Background: Since they are related phylogenetically, house dust mites (HDM: Dermatophagoides pteronyssinus= Dp, and dermatophagoides farinae=Df) and scabies mite (sarcoptes scabiei=ss) show great physical and antigenic similarities. Therefore, circulating antibodies against scabies mite antigens may have been cross reactive to HDM antigens. Objective: Our aim was to detect HDM hypersensitivity by skin prick test (SPT) in patients with scabies. Methods: Fifty non-atopic scabies patients, and 50 non-atopic healthy people enrolled in the study. History of scabies in the past was regarded as an exclusion criteria. SPT with standardized HDM “mixed” extract was performed in all patients and controls. Results were evaluated as positive, if HDM extract-induced wheal was at least three mm larger in diameter than the negative control. All patients were treated with anti-scabies agents after SPT evaluation. Control examinaion was planned at the end of the third month. Results: While only six out of 50 healthy controls (12 %) had SPT positivity against HDM, it was found to be positive in 16 out of 50 scabies patients (32 %). There was a statistically significant difference between two groups for skin test positivity (p<0.05). We were able to follow only six out of 16 SPT (+) patients. Besides having mild pruritus, they were still SPT-reactive at the end of the third month. Conclusion: The results obtained from this study lend support to the view that patients with scabies develop reactivity against HDM. As a result, it may be suggested that: • The cross- reactivity between ss and HDM may partly explain the persistence of pruritus in some properly
treated scabies patients. • Since the period during scabies infestation and post-treatment phase might be regarded as “ SPT- reactive state against HDM ” at least in some cases, one more should be added to the questions asked during the evaluation of a patient for SPT: “ Have you ever been treated scabies in recent months ?”

4.Familial involment in psoriasis
Ertuğrul H. Aydemir, Nurcan Arzuhal, Seher Küçükoğlu, Seher Küçükoğlu, Burhan Engin, Arzu Mete
Pages 102 - 104
Ülkemizdeki psoriasisli hastalarda ailevi tutulumun ne sıklıkta olduğunu görebilmek için bir ön çalışma olarak iki ay boyunca polikliniğimize gelen hastaların hepsine aile bireylerinde psoriasis olup olmadığı soruldu. Akrabalık derecelerine göre bu bilgiler kaydedildi. 1392 hastadan 86 tanesinde klinik muayene ile psoriasis saptandı. Bu 86 hastanın 29'unun aile bireyleri ve yakın akrabalarında psoriasis öyküsü alınırken (% 33.7), psoriasisli olmayan 1306 hastanın 48'inde (% 3.7) aile bireyleri ve yakın akrabalarda psoriasis bulunduğu öğrenilmiştir. İstatistik değerlendirme dört gözlü tabloyla yapılmış ve aradaki fark anlamlı bulunmuştur (c2=1180, p=0.0001).
Background and Design: We have designed this preliminary study, since there is no study about familial involvement and hereditary side of psoriasis, in Turkish literature. Materials and Methods: All the patients visiting our outpatient polyclinic in two months have been examined for any psoriatic lesion clinically. Both psoriatic and nonpsoriatic patients have been interrogated about the other psoriatic patients in their family and close relations. Results: 86 out of 1392 patients have been diagnosed as psoriasis. 29 out of 86 psoriatic patients have had a story about psoriatic family members (33.7 %). 48 out of 1306 nonpsoriatic patients have also had a story about psoriatic family members and close relations (3.7 %). The difference was significant statistically (_2=1180, p=0.0001). Conclusion: It seems that familial involvement is important in Turkish Psoriatic population, but the ratio is lower than our classical knowledges.

5.Drug induced psoriasis
Emel Fetil, Turna İlknur, Bahar Birgin, Şebnem Özkan, Ali tahsin Güneş, Barış Öztürk, Esra Ünsay, Doğuş Ağdanlı
Pages 105 - 109
Psoriyaziste klinik bulguların gelişiminde çeşitli etmenlerin rolleri bulunmaktadır. Bu etmenlerin arasında ilaçların da önemli bir yeri vardır. Bu çalışmada, kaynaklarda konu ile ilgili çalışmalar incelenerek psoriyazisi uyardığı bildirilen ilaçların taramasının yapılması yanında, kliniğimizde yatarak sağaltım gören 156 psoriyazis olgusunun klinik aktivasyon öncesinde kullandıkları ve sağaltım sırasında aldıkları ilaçların da dökümü yapılmıştır. Bu olgulardan 74'ünde (%47.43) psoriyazisi uyardığı bildirilen ilaçların, 41'inde (%26.28) psoriyazisi uyardığı bildirilenlerin dışında ilaçların kullanıldığı, 41'inde (%26.28) ise hiçbir ilacın kullanılmadığı belirlenmiştir. Kaynak bilgileri ışığında psoriyazisi uyaran ilaçların etkileri tartışılmış ve psoriyazis olgularında dermatozu uyardığı bildirilen ilaç kullanımından kaçınılmasının önemi vurgulanmıştır.
Background and design: Various provoking factors have been affecting the clinical course of psoriasis and drugs have an important role among these factors. Materials and methods: A list of drugs were arranged which have been known to provoke psoriasis. Then, drugs that had been taken by 156 psoriasis patients who were hospitalized in our clinic were determined. Results: Among those patients, 47.43% (74 patients) used drugs that have been indicated as provoking psoriasis, 26.28% (41 patients) used drugs that have not been indicated as provoking psoriasis and 26.28% (41 patients) did not take any drug. Conclusion: The importance of not using provoking drugs in psoriasis patients has been emphasized.

6.Correlation between PASI and Histopathologic Score in the Assessment of Methotrexate Efficacy in Psoriasis
Fatma Aydın, Levent Yıldız, Nilgün Şentürk, Tayyar Cantürk, Ahmet Yaşar Turanlı
Pages 110 - 114
Metotreksat tedavisi alan plak tip şiddetli psoriasis vulgarisli 21 hasta çalışmaya alındı. Amaçlarımızdan biri, psoriasisli hastalarda metotreksatın klinik etkinliğinin histopatolojik bulgular ile korelasyonunu tespit etmekti. Diğer amacımız ise, histopatolojik değerlendirmenin, tedavi ve takip sürelerinin belirlenmesindeki önemini saptamaktı. Metotreksat başlangıçta haftalık tek doz 15 mg, sonraki haftalarda 25 mg dozda intramusküler olarak uygulandı. Histopatolojik tetkik ve PASI değerlendirmesi tedavi öncesi, 1. ve 3.ay sonunda yapıldı. Histopatolojik değerlendirme geliştirilen histopatolojik skor ile yapıldı. Tedavi öncesi PASI değeri, 3.ay sonunda % 93, tedavi öncesi histopatolojik skor, 3.ay sonunda % 49.2 oranında azaldı. Histopatolojik iyileşme klinik iyileşme ile korelasyon göstermekle birlikte klinik iyileşme kadar iyi değildi. Kontrole gelen hastaların 13'ünde ortalama 4 ay sonra lezyonlarda relaps görüldü. Sonuç olarak tedavinin kesilmesine karar verilirken sadece klinik iyileşmeye bakılmaması, aynı zamanda histopatolojik kontrolün de yapılması gereklidir. Bu amaçla geliştirilecek bir histopatolojik skorun kullanılmasının tedavi süresinin belirlenmesinde faydalı olacağı kanısındayız.
Background and Design: Twenty-one patients with severe plaque psoriasis treated with methotrexate were included in this study. One of our aims was to determine the correlation between clinical efficacy and histopathologic changes. The other one was to determine the value of histopathologic evaluation in the decision of treatment and follow-up periods. Materials and Methods: Methotrexate was given intramuscularly, as 15 mg at the beginning, than 25 mg in a
single dose weekly. PASI and histopathologic evaluation were performed before treatment, at the end of 1st and 3rd months. Histopathologic evaluation has been performed for histopathologic score.
Results: At the end of the third month, pretreatment PASI score and histopathologic score decreased % 93 and % 49.2, respectively. Histopathologic improvement was correlated with clinical improvement but not as good as latter. Relapse of the disease was observed in 13 patients after 4 months. In conclusion, when making the decision of therapy cessation, we should not only rely on clinical assessment, but also histopathologic evaluation. For this purpose development of histopathologic score may be beneficial in the determination of treatment period.

7.The prognostic factors in cutaneous malignant melanoma
Nur Büyükpınarbaşılı, Cuyan Demirkesen, Oya Oğuz, Gültekin Kaner
Pages 115 - 123
Kutanöz malin melanom (MM) insidansı tüm dünyada artış göstermektedir. Son iki dekattan beri metastaz riski ve sürvi tahminlerinde klinik ve patolojik prognostik faktörlerin önemi vurgulanmıştır. Biz bu çalışmamızda kutanöz malign melanomlarda prognostik faktörleri ve sürvi üzerindeki etkilerini incelemeyi amaçladık. Bu retrospektif çalışmamızda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında 1992- 2000 yılları arasında tanı almış 93 adet takipli kutanöz malin melanom olgusu prognostik faktörler göz önüne alınarak yeniden değerlendirilmiştir. Bu prognostik faktörler yaş, cinsiyet, anatomik lokalizasyon, Breslow kalınlığı, invazyon derinliği, ülserasyon, mitotik aktivite, histolojik subtip, tümörü infiltre eden lenfositler (TİL), tümör çevresi lenfositik infiltrasyon, büyüme fazı, regresyon, lokal nüks, mikroskopik satellit, in-transit metastaz, kan damarı, lenfatik ve perinöral invazyon, zeminde nevüs varlığı, lenf düğümü ve organ metastazıdır. Olgularımızda hafif erkek ve histolojik subtip olarak yüzeyel yayılan malin melanom üstünlüğü görülmektedir. Serimizde malin melanomun erkeklerde daha çok gövde, kadınlarda ise ekstremite lokalizasyonlu olduğu izlendi. Cox regresyon analizi uygulandığında Breslow kalınlığının bağımsız ve en önemli prognostik faktör olduğu saptandı. Breslow kalınlığı yaş, ülserasyon, invazyon derinliği, mitotik aktivite ile doğru yönde, TİL ile ters yönde korelasyon göstermekteydi. Ülserasyonun ise ikinci önemli bağımsız prognostik faktör olduğu ve daha ziyade baş-boyun ve ayak tabanı yerleşimli tümörlerde görüldüğü tespit edildi. Sürviyi etkileyen en önemli faktörler ise Breslow kalınlığı, ülserasyon, invazyon derinliği, mitoz, TİL ve tümör çevresi lenfositik infiltrasyon olarak bulundu. Olgularımızda en sık metastaz görülen organlar ise deri, subkutan yağlı doku, karaciğer ve akciğer idi.
Background and design: The incidence of cutaneous malignant melanoma is increasing in the world. Over the past two decades, the principal clinical and pathologic prognostic factors of melanoma that predict the risk of metastasis and survival rates have been delineated. In our study, we evaluated prognostic factors and their effect on survival rates in cutaneous malignant melanoma. Materials and Methods: In this retrospective study, we analyzed HE stained slides of 93 cases which were diagnosed at Cerrahpafla Faculty of Medicine, Pathology Department between the years 1992-2000. We have evaluated 21 prognostic parameters which were sex, age, anatomic location of the primary lesion, tumor thickness, level of invasion, ulceration, mitotic activity, histologic subtype, tumor infiltrating lymphocytes (TIL), peritumoral lymphocytes, growth phase, regression, local recurrence, microscopic satellitosis, in-transit metastasis, invasion of blood vessel, lymphatic and perineural tissue, pre-existent naevus, nodal metastases and organ metastases. Results: In our study we have found mild male predominance and superficial spreading malignant melanoma
preponderance. In our study cutaneous malignant melanomas were more frequently located on the extremities in females and on the trunk in males. By Cox regression analysis, Breslow thickness was the most important and independent prognostic factor. Breslow thickness was correlated with age, ulceration, level of invasion, mitotic activity. On the other hand, there was an inverse correlation between thickness and the amount of the TIL. The second independent prognostic factor was ulceration. Cutaneous malignant melanomas that located on head-neck and plantar arches were more frequently ulcerated in our study. Conclusion: Breslow thickness and ulceration, level of invasion, mitotic activity, TIL, peritumoral lymphocytes were found as the most important predictors of survival. In our study, the skin, subcutaneous tissues, liver and lung were the most common sites of metastases.

TURKDERM-9860
8.Carbamazepine hypersensitivity syndrome
Esen Özkaya Bayazıt, Cahide Nar
Pages 125 - 128
İlaç hipersensitivite sendromu (İHS), bazı ilaçların kullanımı sırasında ortaya çıkan ateş, lenfadenopati, deri lezyonları ve iç organ tutulumu ile karakterize bir tablodur. Karbamazepin gibi aromatik yapıdaki antiepileptikler önemli sebepleri arasındadır. Antiepileptik kullananların ortalama 3000'de 1'inde yaklaşık 1 hafta - 3 ay içinde ortaya çıkar. Hepatik, renal, hematolojik tutulum başta olmak üzere çeşitli iç organ tutulumları nedeniyle mortalitesi yüksektir. Deri lezyonları ön planda makülopapüler / morbiliform tiptedir, ancak eksfoliatif dermatit, hatta toksik epidermal nekroliz tarzında olabilir. Tablo infeksiyonlar, konnektif doku hastalıkları ve malinitelerle ayırıcı tanıya girer. Bu yazıda karbamazepin tedavisinin 50. gününde başlayan ateş, lenfadenopati, eksfolyatif dermatit ve karaciğer tutulumu ile karakterize bir ilaç hipersensitivite sendromu olgusu sunulmaktadır. Karbamazepin kesilmesine rağmen gerilemeyen tablo erken dönemde başlanan 40 mg/gün metilprednizolon i.m. tedavisine çok iyi cevap vererek 1 ay içinde tamamen gerilemiştir. Sonuç olarak, bu nadir ama ciddi reaksiyon, özellikle antiepileptik kullanan hastalarda gelişen deri lezyonlarının ayırıcı tanısında mutlaka akla gelmelidir.
Background and design: Drug hypersensitivity syndrome is characterized by fever, lymphadenopathy, skin rash and internal organ involvement. Various drugs may cause this type of adverse drug reaction but it is mainly associated with the aromatic antiepileptic drugs carbamazepine, phenytoin, phenobarbital, and primidone. The incidence is approximately 1 in 3000 exposures, and it usually starts between 1 week and 3 months after initiation of therapy. It is a potentially fatal reaction mainly as a result of internal manifestations, such as hepatic, renal or bone marrow involvement. Skin rash can range from maculopapular / morbilliform eruption to exfoliative dermatitis or toxic epidermal necrolysis. The syndrome can mimic infectious, neoplastic or connective tissue disorders. We herein present a case of carbamazepine-induced drug hypersensitivity syndrome who developed fever, lymphadenopathy, exfoliative dermatitis, and hepatitis 50 days after initiation of therapy. The reaction worsened even after cessation of arbamazepine therapy therefore methylprednisolone 40 mg/day i.m. was started, and an improvement could be achieved within one month. In conclusion, this rare but severe drug reaction should always be considered in the differential diagnosis of any skin eruption that would occur in patients receiving antiepileptic drugs.

9.Churg-Strauss Syndrome: A case report
Berna Şanlı Erdoğan, Şebnem Aktan, Murat Çolakoğlu, Hatice Bayramoğlu, Fatma Fişekçi
Pages 132 - 135
Churg-Strauss sendromu astma ve allerjik rinitle birlikte görülen hipereozinofili ve sistemik vaskülitle karakterize nadir bir hastalıktır. Biz astma nedeniyle sistemik kortikosteroid tedavisi alan bir olguda steroid kesilmesinden yaklaşık 6 ay sonra deri döküntüleri ile başvuran ve lökositoklastik vaskülitin yanı sıra eozinofili, paranasal sinüzit ve pulmoner infiltrasyon saptanan Churg Strauss sendromlu bir olguyu sunuyoruz.
Churg-Strauss syndrome is a rare disorder characterized by hypereosinophilia and systemic vasculitis occuring in individuals with asthma and allergic rhinitis. We described an ashmatic patient in whom Churg-Strauss syndrome with skin eruptions developed within six months after the withdrawal of systemic corticosteroids in association with leucocytoclastic vasculitis as well as eosinophilia, paranasal sinusitis and pulmonary infiltration.

10.A childhood cutaneous miliary sarcoidosis case
Ahmet Metin, Serdar Uğraş, Ömer Çalka, Yaşar Cesur
Pages 138 - 141
Sarkoidoz nedeni tam bilinmeyen multisistemik, nonkazeöz granülomatöz bir hastalıktır. Çocuklarda ender olup klinik bulgu ve prognozu bakımından yetişkinlere göre bazı farklılıklar sergileyebilir. Artralji nedeniyle pediyatri kliniğine yatırılan ve rutin incelemeleri normal bulunan 3.5 yaşındaki bir erkek hastanın konsültasyonunda deride iktiyoziform kuruluk ve yaygın, kırmızı ve kahve renkli makülopapüler lezyonlar vardı. Deriden alınan biyopsinin histopatolojik incelemesinde küçük nonkazeöz granülomları bulunan hasta literatürde çocuk bir hastada ikinci kez görüldüğü kanısına varılan kutanöz miliyer sarkoidoz olarak değerlendirildi.
Sarcoidosis is a noncaseating granulomatous multisystem disease of unknown origin. Skin lesions in children are rare and shows some clinical and prognostic differences compare to adults.
A 3.5-year-old boy hospitalised in pediatric clinic because of arthralgia was found abnormally skin appearence. On dermatological consultation slight rash, ichtiosiform dryness and micropapul formation was seen on his skin. Histological examination of the biopsy material taken from the skin showed small noncaseous granulomas and to our knowledge, the patient was evaluated as a second case of cutaneous miliary sarcoidosis occured in a child in the literature.

11.Neonatal subcutaneous fat necrosis
Demet Büyükbaş, Mehmet Yıldırım, Vahide Baysal, Gülsen Aydın
Pages 142 - 144
Subkutan yağ nekrozu (SYN) nadir görülen, etyolojisi tam olarak bilinmeyen, nodül ve plaklarla seyreden bir yenidoğan hastalığıdır. Ense ve boynunda iki adet sert eritematöz plağı olan ve histopatolojik olarak SYN tanısı doğrulanan, 5000 gram ağırlığında ve perinatal asfiksi bulguları ile doğan 26 günlük bebek olguyu, hastalığın nadir görülmesi nedeniyle sunmayı uygun gördük.
Subcutane fat necrosis (SFN) is a rarely seen disease of newborn, appears with nodules and plaques and its etiology is not copletely known. The case is a 26 days baby who was 5000 grams and born with symptoms of perinatal asphyxia had two hard and erytnematous plaques on his nape and neck, and the diagrosis of SFN was histopathologically confirmed. We want to present the case because the disease is rarely seen.

12.Lupus miliaris disseminatus faciei: A case report
Ahmet Metin, Ömer Çalka, Serdar Uğraş, Eda Kıroğlu
Pages 146 - 149
Lupus miliyaris disseminatus fasiyei (LMDF) sebebi bilinmeyen, her iki cinste ve daha çok genç erişkinlerde görülen yüzün granülomatöz bir hastalığıdır. Klinik olarak yüzde simetrik şekilde ortaya çıkan çok sayıda kırmızı papüllerle karakterizedir. Lezyonların çoğu birkaç yıl içerisinde tedavi edilmeden gerilerse de yüzde kalıcı görünüm bozukluğuna yol açan skar bırakırlar. Hastalık erken dönemde saptanır ve tedavi başlanırsa skar bırakmadan iyileşebilir. Burada hastalığı erken dönemde saptanan ve sistemik tetrasiklin ile skar oluşumu gelişmeden başarılı şekilde tedavi edilen 32 yaşında erkek bir olgu sunuldu.
Lupus miliaris disseminatus faciei (LMDF) is an etiologically unknown facial granulomatous disease mostly seen in young adults and both sexes. Clinically, it is characterized by the formation of multiple red papules, symmetrically localized on the face. Although most lesions regress within a few years, even without treatment, disfiguring scars remain on the face. LMDF can be cured without scar formation when therapies are started in the early phase of the disease. Here, we present a 32-year-old male whose disease was determined at the early phase and treated with systemic tetracycline successfully without developing scars.

CONTINUING MEDICAL EDUCATION
13.Tacrolimus and uses in dermatology
Fatma Aydın, Nilgün Şentürk, Tayyar Cantürk, Ahmet Yaşar Turanlı
Pages 152 - 156
Takrolimus (FK506), makrolid lakton grubu immünsüpresif bir ajandır ve organ transplantasyonlarından sonra doku reddini önlemek için kullanılmaktadır. Son yıllarda atopik dermatit ve psoriazis gibi inflamatuar deri hastalıklarının tedavisinde sistemik ve/veya topikal takrolimus kullanımının etkili olduğu gösterilmiştir. Bu yazıda takrolimusun farmokolojik özellikleri ve dermatolojideki kullanımı gözden geçirilmiştir.
Tacrolimus (FK506) is a macrolid lactone immunosuppressive drug and used for the prevention of tissue rejection after organ transplantation. Recently, therapeutic efficacy of topical and/or systemic tacrolimus in the treatment of inflammatory skin diseases such as atopic dermatitis and psoriasis vulgaris has been demonstrated. In this article, uses of tacrolimus in dermatology and its pharmacologic property have been reviewed.

TURKDERM-6637
14.
Uzmanlık Öğrencisi Temel Eğitim Kursu'nun Ardından
Dr. Emel Konuk
Page 157
Abstract |Full Text PDF

15.
Haber Sayfası

Page 158
Abstract |Full Text PDF

NEW PUBLICATIONS
16.
Sistemik Hastalıkların Dermatopatolojisi

Page 159
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale