E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 45 (3)
Volume: 45  Issue: 3 - 2011
EDITORIAL
1.The Ninety-year History of Turkderm

Pages 121 - 122
Abstract |Full Text PDF

REVIEW ARTICLE
2.Skin Care of the Newborn
Serap Utaş
doi: 10.4274/turkderm.001  Pages 123 - 126
Deri bariyerinin gelişimi doğumdan sonraki bir yıla kadar devam eder. Yeni doğan döneminde epidermal bariyerin inmatüritesi deri kuruluğuna, mikrobiyal kolonizasyonun hızla başlamasına ve perkutan ilaç toksisitesine neden olur. Deri bariyeri infantlar için gerekli ve önemlidir. Deri bakımının deri bütünlüğünü koruması, toksik olmaması ve kimyasallardan dolayı gelişebilecek olası duyarlanmaya neden olmaması önemlidir. Bu derlemede yeni doğanlarda deri bakımı gözden geçirilmektedir. (Türk­derm 2011; 45: 123-6)
Development of the skin barrier continues up to one year after birth. The immaturity of the epidermal barrier in the neonatal period may cause dry skin, vulnerability to trauma, rapid onset of microbial colonization and percutaneous drug toxicity. Skin barrier is essential for infants. Skin care practices should, however, preserve skin integrity, prevent toxicity and address concerns such as potential sensitivity from chemical exposure. This article reviews the skin care of the newborns. (Turk­derm 2011; 45: 123-6)

ORIGINAL INVESTIGATION
3.An Important Aspect of Pediatric Dermatology: the Parental View
Nagehan Saniç, Ekin Şavk, Meltem Uslu, Neslihan Şendur, Göksun Karaman
doi: 10.4274/turkderm.15046  Pages 127 - 131
Amaç: Bu çalışma ile Aydın il merkezindeki bir sağlık ocağına bağlı bölgede 0-17 yaş arasında çocuk sahibi olan ebeveynlerin dermatoloji ve çocuklarındaki deri hastalıkları ile ilgili bilinç düzeyleri, inanışları, yardım arama ve tedavi seçim davranışlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Katılımcının demografik bilgilerine yönelik, deri hastalıkları ve dermatoloji ile ilgili bilgi ve görüşlerini içeren, pediyatrik deri hastalıkları ile ilgili bilgi, tutum ve davranışlarını değerlendirmeye yönelik toplam 33 sorudan oluşan anket formu hazırlandı. Aydın merkez 2 Nolu Sağlık Ocağına bağlı 312 ebeveyn evlerinde ziyaret edilerek anket yüz yüze görüşme yöntemi ile dolduruldu.
Bulgular: Anketi %92,9 oranında anneler yanıtladı. En sıklıkla isimlendirilebilen üç dermatoz mantar (%41,6), ekzema (%32,4) ve sedef hastalığı (%20,6) idi. Ankete katılan ebeveynlerin eğitim seviyesinin artması ile isimlendirebildikleri deri hastalığı sayısı arasındaki doğru ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Deri hastalıkları ile en sıklıkla ilişkilendirilenler stres ve ruhsal bozukluklar (%75,7) ile deri temizliği (%55,8) idi.
Sonuç: Çalışmamıza katılan ebeveynlerin dermatoloji ve çocuklarındaki deri hastalıkları konusunda bilgi seviyelerinin yeterli olmadığı, yanlış inanış ve tedavi arayışlarının olabildiği sonucuna varılmıştır. Ebeveynlerin şu andaki bilgi, düşünce ve davranışlarını öğrenmek, bilgi eksikliklerini gidermek, yanlış inanışları önlemek ve ebeveynlerin kendilerinde veya çocuklarında deri ile ilgili bir sorun olduğunda dermatoloji uzmanına başvurma davranışlarının geliştirilmesi gereklidir. Çalışmamız verilerinın bu amaca yönelik kullanılacak bilgi birikimine katkı sağlaması umulmaktadır.
Background and Design: This study aims primarily to evaluate parents of children aged 0-17 years living in Aydın for their knowledge, beliefs and behavior regarding paediatric skin disease, their attitudes about seeking treatment and their therapy preferences.
Metarials and Methods: The questionnaire used in this study consisted of a total of 33 questions including information regarding
demographics, opinions about dermatology and dermatological diseases, dermatological diseases of children and their treatment. 312 parents of children aged 0-17 and registered at the 2nd Health Office of the municipality of Aydın were interviewed during a house visit.
Results: 92.9% of the questionnaires were answered by mothers. Dermatoses most commonly named were fungal disease (41.6%), eczema (32.4%) and psoriasis (20.6%). The relationship between patient’s education level and number of known dermatological diseases was found to be statistically significant. Preference to be seen by a dermatologist increased as the level of parental education increased. Stress and
psychological disorders were thought to be causes of skin diseases by 75.7% of parents and 55.8% of parents stated that low personal
hygiene could yield dermatological diseases.
Conclusion: This study has shown that knowledge about dermatology and dermatological diseases among parents is scarce and erroneous
beliefs/therapeutic approaches to dermatological disease are common. The results of this study indicate the necessity of eradicating these
beliefs and of advising parents to consult a dermatologist in case of skin problems of themselves or their children. In addition, our findings may provide a database for education of parents about skin diseases.

4.Pediatric Morphea (Localized Scleroderma)–Epidemiological, Clinical and Laboratory Findings of 14 Cases
Belçin İzol, Hayriye Sarıcaoğlu, Emel Bülbül Başkan, Sevil Ovalı Toka, Saduman Balaban Adım, Kenan Aydoğan, Şükran Tunalı
doi: 10.4274/turkderm.72621  Pages 132 - 136
Amaç: Morfea (lokalize skleroderma) çocuklarda sistemik sklerozdan daha sık görülen inflamatuvar bir deri hastalığıdır. Özelikle lineer skleroderma bazen önemli fonksiyonel yetersizlik ve kozmetik bozukluklara neden olmaktadır. Ayrıca hastalarda ekstrakutanöz bulgular, ailede romatolojik hastalık öyküsü ve ANA ve RF pozitifliği gibi patolojik laboratuvar bulguları izlenebilir. Pediyatrik hastaların bu açıdan sorgulanması ve ileri tetkiklerin yapılması önem taşımaktadır.
Literatürde ülkemizdeki morfealı çocukların verileriyle ilgili bilgi bulunmamaktadır. Bu çalışmayla kliniğimize başvuran olguların epidemiyolojik, klinik ve laboratuvar bulgularının incelenmesi, literatür verileriyle karşılaştırılması ve Türk popülasyonuna ait ileride çok merkezli ulusal çalışmalarla desteklenebilecek bir modelin oluşturulabilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 2000-2010 yılları arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Anabilim Dalına başvuran, tanı anında 18 yaşın altında olan 3 erkek, 11 kız, toplam 14 pediyatrik morfealı hasta alındı. Hastaların epidemiyolojik, klinik ve laboratuvar verileri retrospektif olarak incelenerek kaydedildi.
Bulgular: On dört hastanın 3’ü erkekti. Ortalama hastalık başlangıç yaşı 9,5 olarak değerlendirildi. Başvuru anında hastalık süresi ortalama 21 aydı. En sık görülen klinik tip lineer morfeaydı. İki hastada kontraktür, bir hastada sol ekstremitede kısalık mevcuttu. Dört hastada livedo retikülaris saptandı, 1 hastada Raynaud fenomeni pozitifti. Tetikleyici faktör olarak travma ve güneş yanığı öyküsü vardı. Bir hastada babada Behçet hastalığına rastlandı. Bir hastada RF pozitifti. Beş hastada ANA 1/100 titrede pozitif saptanırken yaygın morfealı bir hastada 1/1000 titrede anlamlı pozitiflik mevcuttu. Antihiston antikor bir olguda, Lyme Ig M ise 2 olguda pozitifti.
Sonuç: Çocukluk çağında morfeanın erken tanı ve tedavisi deformitelere neden olabilmesi nedeniyle önemlidir. Hastalar detaylı bir anamnezle eşlik edebilecek sistemik bulgular açısından sorgulanmalı ve şüphelenildiğinde ekstrakutanöz tutulum araştırılmalıdır.
Background and Design: Morphea is an inflammatory skin disease seen more frequently than systemic sclerosis in pediatric patients. Important functional deficiencies and cosmetic deformities may develop especially due to linear morphea. Patients may have accompanying extracutaneous involvement, family history of rheumatologic diseases and abnormalities in laboratory parameters like positive ANA and RF. It is important to evaluate pediatric patients accordingly and to carry out further examinations.
Data about pediatric morphea in Turkish population could not be found in the literature. We aimed to evaluate epidemiological, clinical and laboratory findings, to compare the data with those in the literature and to propose a model for Turkish pediatric morphea which can be supported by future multicenter national studies.
Materials and Methods: Fourteen pediatric morphea patients, 3 males and 11 females under the ageof 18, followed up at Uludag University, Medical Faculty, Dermatovenereology Department between 2000-2010 were enrolled in the study. Inclusion criterion was age under 18 years at diagnosis. Epidemiological, clinical and laboratory findings were analyzed retrospectively.
Results: Only 3 patients were males. The mean age at disease onset was 9.5 years. The mean duration of disease was 21 months. Most frequent type was linear morphea. Two patients had contracture, one had shortness in the left lower extremity, and 4 patients had livedo reticularis. Raynaud’s phenomenon was positive in one case. Trauma and sunburn were the trigger factors detected. Behcet’s disease was reported in the father of one patient.
One case was RF positive. Five patients had positive ANA in titers of 1/100, while a patient with generalised morphea had significantly higher titer (1/1000). Antihistone antibodies were positive in one patient and 2 cases were Lyme IgM positive.
Conclusion: Early diagnosis and therapy are important since childhood morphea can cause cosmetic deformities. Patients should be evaluated for accompanying systemic symptoms and, extracutaneous involvement should be investigated when the disease is suspected.

5.The Role of Biopsy in Pediatric Dermatopathology
Fatma Şule Afşar, Safiye Aktaş, Gülden Diniz, Ragıp Ortaç
doi: 10.4274/turkderm.87894  Pages 137 - 139
Amaç: Pediyatrik dermatoloji erişkinler ile karşılaştırıldığında deri hastalıklarının farklı sıklıklarla görülmesi ile karakterizedir. Deri biyopsileri ayırıcı tanıda gereklidir ve klinikopatolojik korelasyon çok önemlidir. Bu çalışmanın amacı ayırıcı tanı için deri biyopsisi alınan pediatrik dermatoloji olgularını retrospektif olarak değerlendirmek ve biyopsinin deri hastalıklarında tanıya katkısını irdelemekti.
Gereç ve Yöntem: Üç yıllık period boyunca pediyatrik dermatoloji kliniğinde biyopsi alınan olgular ön tanılar, biyopsi tanıları ve biyopsi başarısı açısından retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Toplam 12420 adet hastanın 213’üne (%1,7) biyopsi uygulanmıştı. Henoch-Schönlein purpurası, psoriasis, pityriasis likenoides, pitriyasis rosea, liken planus, pitriyasis rubra pilaris, eritema multiforme, atopik dermatit, granuloma anulare, pigmente purpurik dermatoz dermatopatolojik olarak en sık tanı konan deri hastalıkları idi. Toplam 120 (%56,3) olguda biyopsi tanısı ön tanılar içinde yer almakta olup, biyopsi uyumu mevcuttu. Yirmi beş (%11,7) olguda biyopsi ayırıcı tanıya katkı sağlamamıştı. On (%4,6) olguda ön tanılardan hiçbiri ile uymayan farklı kesin tanı rapor edildiği saptandı.
Sonuç: Pediyatrik dermatolojide deri biyopsisi ayırıcı tanıya çok yardımcıdır. Hastaya kolaylık sağlayan bir biyopsi alma işlemi, biyopsi indikasyonunun etkin konulması, iyi bir dermatopatolojik korelasyon ve deneyimli bir pediyatrik dermatopatoloji ekibi ile deri biyopsilerinin başarısı artmaktadır.
Background and Design: Pediatric dermatology is characterized by skin disorders which have frequencies different from those in adults. Skin biopsies are necessary for differential diagnosis and clinicopathologic correlation is very important. The aim of this study was to evaluate retrospectively the pediatric dermatology cases in whom biopsy was performed for differential diagnosis and to investigate the contribution of biopsy to diagnosis of skin disorders.
Material and Methods: The cases from whom biopsy was taken in the pediatric dermatology clinic during a three-year period were evaluated retrospectively for pre-diagnoses, biopsy diagnoses, and success of biopsies.
Results: Two hundred thirteen (1.7%) skin biopsies had been taken from a total of 12420 patients. Henoch-Schönlein purpura,
psoriasis, pityriasis lichenoides, pityriasis rosea, lichen planus, pityriasis rubra pilaris, erythema multiforme, atopic dermatitis,
granuloma annulare, and pigmented purpuric dermatosis were the most frequent skin disorders diagnosed dermatopathologically. In a total of 120 (56.3%) cases, the biopsy diagnosis was within the pre-diagnosis and a biopsy consistency was present. In 25 (11.7%) cases, biopsy had no contribution to the differential diagnosis. An absolutely different diagnosis which was incompatible with the pre-diagnosis had been reported in 10 (4.6%) cases.
Conclusion: In pediatric dermatology, skin biopsy is very helpful for the differential diagnosis. An easy biopsy procedure for the
patient, an effective designation of biopsy indication, a good dermatopathologic correlation and an experienced team of pediatric dermatopathology increase the success of skin biopsies.

6.Risk Factors in Pemphigus
Gülşen Tükenmez Demirci, Ayşe Tülin Mansur, İkbal Esen Aydıngöz
doi: 10.4274/turkderm.27676  Pages 140 - 145
Amaç: Pemfigusun ortaya çıkmasında ve hastalığın seyrinde bazı dış faktörlerin etkili olduğu üzerinde durulmaktadır. Bu araştırmada pemfigus tanısı ile takip ettiğimiz hastalarda hastalığın etyolojisinde rol oynayabilecek faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Kliniğimizde 1998-2004 yılları arasında histopatolojik ve direkt immunofloresan incelemeler ile pemfigus tanısı konan 15’i erkek, 27’si kadın toplam 42 hasta, demografik özellikler, meslek grubu, eğitim düzeyi, hastalığın ortaya çıkmadan önceki süreçte geçirilmiş stresli yaşam olayları, gebelik sayısı, diyet, sigara ve alkol alışkanlığı gibi etkenler açısından sorgulanarak benzer sosyoekonomik düzeye sahip, aynı yaş ve cinsiyetteki bir kontrol grubuyla karşılaştırıldı.
Bulgular: Hayvancılık ve tarım ile uğraşmanın, gebelik sayısının fazla oluşunun, sigara içmemenin ve psikolojik stresin pemfiguslu hastalarda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksek bulunduğu saptandı.
Sonuç: Hayvancılık ve tarım işlerinde çalışmanın, çok sayıda gebelik geçirmiş olmanın, sigara içmemenin ve psikolojik stresin pemfigusun etyolojisinde ve seyirinde rol oynayabileceği kanısına varıldı.
Background and Design: There have been reports suggesting the involvement of environmental factors in the disease process of
pemphigus. In this study, we aimed to find out the risk factors which could play role in the etiopathogenesis in our pemphigus patients.
Material and method: A total of 42 patients (15 male and 27 female) who were diagnosed as pemphigus with histopathological and direct immunoflurosence examinations in our clinic between the years 1998-2004, were interviewed for assessment of
regarding with the subjects of the demographic properties, occupational groups, educational level, the number of pregnancies,
stressfull life events, diet habits, smoking and alcohol consumption before the onset of the disease and the results were compared to 42 age and gender-matched controls with similar socioeconomic circumstances.
Results: Working in agriculture and livestock, multi-parity, absence of smoking and stressfull life events were found to be statistically significant in pemphigus patients than in controls.
Conclusion: Working in agriculture and livestock, multi-parity, absence of smoking and stressfull life events were assumed to play role in the etiopathogenesis and course of pemphigus.

7.Evaluation of Obesity-Associated Dermatoses in Obese and Overweight Individuals
Nurhan Döner, Şirin Yaşar, Tuğba Rezan Ekmekçi
doi: 10.4274/turkderm.00908  Pages 146 - 151
Amaç: Obezitenin deri üzerine etkileri bilinmesine rağmen bu konuda yapılmış yeterli sayıda çalışma bulunmamaktadır.
Obezlerde ve aşırı kilolularda obezite ile ilişkili olan deri hastalıklarını araştırmak ve elde edilen verileri vücut kitle indeksi (VKİ) 25 kg/m2’nin altında olan bireyler ile karşılaştırmak.
Gereç ve Yöntem: Dermatoloji kliniği dışındaki yataklı birimlerde yatarak tedavi gören hasta ve yakınlarından gönüllü 18 yaş ve üstü 500 kişi (yaş ort: 43,6±12,8, 318 kadın, 182 erkek) çalışmaya alındı. Katılımcılar VKİ ye göre üç gruba ayrıldı: 25,0 kg/m2 (kontrol grubu), 25,0-29,9 kg/m2(aşırı kilolular), 30,0 kg/m2 den büyük (obezler). Katılımcıların deri muayenesi yapılarak obezite ile ilişkili olduğu bilinen tüm dermatozlar kaydedildi.
Bulgular: Çalışma grubunun 120’si kontrol, 130’u aşırı kilolu, 250’si obez idi. Toplam dermatoz sayısı obez ve aşırı kilolularda kontrol grubuna göre, obezlerde aşırı kilolulara göre anlamlı olarak fazla idi. En sık görülen beş dermatoz tüm gruplarda sırasıyla variköz ven, tinea pedis, stria distensa, akrokordon ve onikomikoz idi. Obez ve kontrol grubu arasında variköz ven, stria distensa, akrokordon, keratozis pilaris, akantozis nigrikans, tinea pedis, intertrigo, onikomikoz açısından; aşırı kilolu ve kontrol grubu arasında variköz ven, stria distensa akrokordon, tinea pedis ve onikomikoz açısından; obez ve aşırı kilolular arasında ise stria distensa, onikomikoz ve akantozis nigrikans açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı. Tüm katılımcılarda VKİ ile plantar hiperkeratoz derecesi arasında, kadınlarda VKİ ile hirsutizm skoru, AGA, ve distrofik selülit şiddeti arasında pozitif yönde anlamlı ilişki tespit edildi.
Sonuç: Akantozis nigrikans ve kadınlarda AGA obezite ile ilişkili iken, diğer birçok dermatoz sadece obezite ile değil kilo alımındaki artışla da ilişkilidir.
Background and Design: Although the effects of obesity on the skin are known, there are no adequate studies on this subject.
To evaluate obesity-related dermatoses in obese and overweight people and to compare the obtained results with those of
individuals with body mass index (BMI) lower than 25 kg/m2.
Material and methods: A total of 500 (mean age: 43.6±12.8; 318 female, 182 male) volunteer patients aged 18 years and older, who were treated in inpatient clinics except dermatology, and their relatives were included in the study. The subjects were grouped according to BMI: less than 25 kg/m2 (controls, n = 120), 25-29.9 kg/m2 (overweights, n=130), and greater than 30 kg/m2
(obeses, n=250). The participants were examined dermatologically and all known skin diseases associated with obesity were noted.
Results: The total number of dermatoses was statistically higher in obeses and overweights than in controls, as well as in obeses than in overweights. The five most frequently seen dermatoses in all groups were: varicose vein, tinea pedis, striae distensae, acrochordon and onychomycosis, respectively. There were statistically significant differences: between obeses and controls with regard to varicose vein, tinea pedis, striae distensae, acrochordon, onychomycosis, acanthosis nigricans and intertrigo; between overweights and controls with respect to varicose vein, tinea pedis, striae distensae, acrochordon and onychomycosis; between obeses and overweights with regard to striae distensae, acanthosis nigricans and onychomycosis. A positive correlation was detected between BMI and degree of plantar
hyperkeratosis in all participants; between BMI and hirsutism score, severity of androgenetic alopecia (AGA) and cellulite in women.
Conclusion: While acanthosis nigricans and AGA in females were associated with obesity, the other dermatoses were related with not only with obesity but also with increasing weight gain.

8.Correlation Between Serum Galectin-3 Levels and Disease Severity in Psoriasis Vulgaris
Müge Güler Özden, Hilal Denizli, Yeliz Tanrıverdi Çaycı, Ahmet Yılmaz Çoban, Fatma Aydın, Nilgün Şentürk, Tayyar Cantürk, Ahmet Yaşar Turanlı
doi: 10.4274/turkderm.82713  Pages 152 - 154
Amaç: Galektin ailesinin güçlü bir proinflamatuvar ajanı olan galektin-3’ün inflamasyon için anahtar rol oyanayan doku ve T lenfositler başta olmak üzere hücrelerde bulunduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada T hücre aracılı inflamauvar bir hastalık olan psoriasis vulgariste serum galektin-3 düzeylerinin saptanması ve klinik şiddet ile korelasyonunun araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Psoriasis vulgaris tanısı olan 33 hasta ve 30 sağlıklı gönüllü çalışmaya alındı. Olguların psoriasis alan şiddet indeksi (PAŞİ) skorlamaları yapılarak kaydedildi. Psoriasis olguları PAŞİ skorlarına göre Grup I, II ve III şeklinde sınıflandırıldı. Serum galektin-3 düzeyi ELISA yöntemine göre ölçüldü.
Bulgular: Serum galektin-3 düzeyi psoriasis vulgaris hastalarında kontrol grubuna göre istatiksel olarak anlamlı olmakla beraber minimal bir düşüklük göstermekteydi. (p=0,012). Psoriasis olgularının serum galektin-3 düzeyi ve PAŞİ skorları arasındaki korelasyon açısından yapılan incelemede ise anlamlı bir ilişkiye rastlanmadı. (Spearman’s rho=0,206, p=0,249)
Sonuç: Psoriasis hastalarında serum galektin-3 düzeyi, hastalığın etyopatogenezinde ve aktivasyonunun takibinde önemli bir rol oynamamakta gibi gözükmektedir.
Background and Design: In view of the evolving knowledge about the presence of the potent proinflammatory galectin-3,
a member of the galectin family, in the cells (mainly T-lymphocytes) playing a key role in the inflammation process. We aimed to
determine the serum galectin-3 levels in patients with psoriasis vulgaris, a T-cell-mediated inflammatory disease, and to investigate the correlation between these levels and disease activity.
Material and Method: Thirty-three patients with psoriasis vulgaris and 30 healthy subjects were included in this study. The psoriasis area and severity index (PASI) was calculated and recorded for each patient. The patients were classified in three groups as group I, II and III according to their PASI scores. Serum galectin-3 level was analyzed by ELISA method.
Results: Serum galectin-3 level in psoriasis vulgaris patients was found to be minimally, although statistically significantly, lower than the control group (p=0.012). We could not detect any correlation between serum galectin-3 level and PASI scores (Spearman’s rho=0.206, p=0.249).
Conclusion: It seems that serum galectin-3 level is not an important factor in the ethiopathogenesis of psoriasis vulgaris and,
therefore, cannot be used as a reliable indicator of exacerbation during follow-up.

TURKDERM-9860
9.Linear Nevus Sebaceous Syndrome in a Child With Ocular Choristoma and Hemimegalencephaly
Özlem Su, Hande Arda Ulusal, Dilek Bıyık Özkaya, Nahide Onsun
doi: 10.4274/turkderm.85688  Pages 155 - 157
Lineer nevus sebaseus sendromu (LNSS), göz, iskelet, sinir, kardiovasküler ve ürogenital sistem anomalilerinin görüldüğü nadir bir fakomatozdur. Koristom ve kolobomlar LNSS'de sık görülen göz bulguları olmakla beraber kompleks koristom oldukça nadirdir. Biz burada doğumdan itibaren yüz, boyun ve saçlı derisinde sarı renkli alopesik plağı ve histopatolojik olarak koristom ile uyumlu episkleral bölgede kitlesi bulunan ve bir yıl sonra epileptik nöbetleri eklenen hemimegalensefalinin eşlik ettiği 3 yaşında bir erkek çocuk olgu sunuyoruz.
Linear nevus sebaceous syndrome (LNSS) is a phakomatosis, associated with a variety of developmental abnormalities of ocular, nervous, skeletal, cardiovascular and urogenital systems. In LNSS, choristomas and colobomas are frequently seen signs, but complex choristomas are rare. We describe a case of a 3-year-old boy with a yellow alopecic plaque on his scalp, face and neck as well as a mass in the
episcleral region since birth. He also had epileptic seizures since one year old. Histopathological examination of episcleral specimen
revealed choristoma. Magnetic resonance imaging of the brain identified hemimegalencephaly, hemicerebral atrophy, and lateral
ventricular enlargement.

10.Laugier-Hunziker Syndrome: A Case Report
Demet Kartal, Levent Kartal, Murat Borlu
doi: 10.4274/turkderm.05668  Pages 158 - 160
Laugier Hunziker sendromu (LHS) mukokutanöz pigmentasyon ve tırnakta melanonişi ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Oral mukozada pigmentasyon yapan diğer hastalıklarla ayırıcı tanısının yapılabilmesi oldukça önemlidir. Doğru klinik değerlendirme ile gereksiz invaziv tetkiklerin yapılmasından kaçınılabilir. Otuz iki yaşında bayan hasta kliniğimize tırnakta ve ağız içinde kahverengi lekeler nedeniyle başvurdu. Bu yazıda LHS’li bir olgu sunularak, mukokutanöz pigmentasyon yapan hastalıklarla ayırıcı tanısı tartışılmıştır.
Laugier-Hunziker syndrome (LHS) is a rare, acquired mucocutaneous hyperpigmentation often associated with longitudinal melanonychia. It is important to differentiate this condition from the pigmentary disorders of the oral mucosa. The correct clinical identification avoids the need for invasive investigations. A 32-year-old female presented with a number of variably sized, hyperpigmented macules over the oral mucosa and longitudinal melanonychia. Herein, we report a case of LHS and discuss the conditions related with pigmented mucocutaneous lesions.

11.Treatment of Frontal Hyperhidrosis With Botulinum Toxin
Ayşe Esra Koku Aksu, Zeynep Nurhan Saraçoğlu, İlham Sabuncu
doi: 10.4274/turkderm.29290  Pages 161 - 162
Fokal hiperhidroz sıklıkla aksiller ve palmoplantar bölgeye lokalizedir. Fakat daha az sıklıkla hiperhidroz alın bölgesinde de görülebilir. Hastanın yaşam kalitesine olumsuz etkisi olabilir.
Otuz dört yaşında erkek hasta alında terleme şikayetiyle polikliniğimiza başvurdu. Botulinum toksin A ile tedavi edildi. Alında 30 alan işaretlendi. Her alana 0.15 ml (3U) botulinum toksin intrakutanöz olarak injekte edildi. Hiperhidroz belirgin olarak azaldı ve bu etki 12 ay sürdü. Skindeks-29, dermatolojiye özel yaşam kalite ölçeği, tedavinin başlangıcında ve 2. haftanın sonunda hasta tarafından tamamlandı. Skindeks-29 skala ortalamalarında belirgin düzelme saptandı. Tedavi sırasında ve sonrasında yan etki saptanmadı. Botulinum toksin A tedavisi frontal hiperhidroz için etkili ve güvenli bulunmuştur.
Focal hyperhidrosis is usually localized to the axillae, palms and soles. Less frequently, hyperhidrosis may be confined to the forehead and may have negative impact on patient’s quality of life.
A 34-year-old man presented to our clinic with the complaint of frontal hyperhidrosis. He was treated with botulinum toxin A. Thirty points were marked over the forehead and at each injection point, 0.15 ml (3U) botulinum toxin A were injected intracutaneously.
Hyperhidrosis was significantly reduced and the effect lasted for 12 months. Skindex-29, a quality-of-life measure for skin disease, was administered to the patient at the beginning and at the end of second week of botulinum toxin A injection. There was a significant improvement on the Skindex-29 scale at the end of the treatment.
There was no any side effect detected during and after the treatment. Botulinum toxin A treatment is considered to be effective and safe for frontal hyperhidrosis.

WHAT IS YOUR DIAGNOSIS?
12.What is Your Diagnosis?
Seval Erpolat, Hüseyin Badem, Doğan Ünal, Mehmet Erol Yıldırım, Hacer Haltaş
Pages 163 - 164
Elli beş yaşında erkek hasta, göğüs ön duvarında 3 ay önce gelişen kabarıklıklar şikayeti ile polikliniğimize konsülte edildi. Hastanın özgeçmişinde 4 yıl önce prostat kanseri tanısı alarak radyoterapi ve kemoterapi aldığı; bir yıllık tedavi sonunda yanıtın çok iyi olduğu ve kanserin tamamen kaybolduğu söylenerek tedavinin kesildiği öğenildi. Bunun dışında özgeçmişinde herhangi bir özellik saptanmadı. Dermatolojik muayenede göğüs ön duvarında sert, fikse değişik boyutlarda nodüller saptandı (Resim 1). Lezyondan punch biyopsi alınarak histopatolojik inceleme yapıldı (Resim 2, Resim 3).
Tanınız nedir?

NEW PUBLICATIONS
13.New Publications: ‘’Rook’s Textbook of Dermatology’’ 2010

Page 165
Abstract |Full Text PDF

TURKDERM-6637
14.Society News

Page 166
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale