E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
Sayı : 54 Ek : 4 Yıl : 2023












































Dergimiz 2012 aralık sayısıyla karekod sistemi uygulamasına başlamıştır.

Makalelerin üzerinde bulunan Karekodu dilediğiniz akıllı cihazınız ile okutarak makaleyi indirebilir veya meslektaşlarınızlada paylaşa bilirsiniz.

Cihazınıza QR codeReader app indirerek uygulamayı kullanmaya başlayabilirsiniz.

Apple app için tıklayınız
Android app için tıklayınız

TÜRKDERM - Deri Hastalıkları ve Frengi Arşivi - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 54 (4)
Cilt: 54  Sayı: 4 - 2020
1.
Kapak
Cover

Sayfalar I - VI

ARAŞTIRMALAR
2.
Kolar'da tıp öğrencilerinin güneş maruziyeti, korunma, farkındalık ve davranış kalıpları hakkındaki bilgisi
Information about sun exposure, protection, awareness and behavioural patterns of medical students in Kolar
Shruthi Madhavi Govindarajulu, Rajashekar Taları Srinivas, Suresh Kumar Kuppuswamy, Priya Prem
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.38455  Sayfalar 124 - 131
Amaç: Güneş ışığının zararlı ultraviyole radyasyonları deri hücrelerine zarar verebilir, derinin normal görünümünü etkiler. Güneşe maruz kalmanın kısa vadeli etkileri güneş yanığı, bronzlaşma gibi akut deri hasarı ile ilişkili değişiklikleri içerir, uzun vadeli etkiler ise gecikmiş pigmentasyon, bozulmuş D vitamini sentezi, derinin değişmiş immünolojik tepkileri, fotohasar ve fotokarsinogenezdir. Bu fotodermatozların birçoğu, uygun güneş koruma önlemlerinin ve davranışsal değişikliklerin uygulanması ile önlenebilir.
Gereç ve Yöntem: Veri toplama, Ocak 2018'den Temmuz 2018'e kadar üçüncü basamak bir hastaneye bağlı bir tıp fakültesinde dermatoloji görevlerine devam eden 4., 7., 8. ve 9. dönemlerde 339 tıp fakültesi öğrencisi arasında dağıtılan yapılandırılmış bir anket yardımıyla yapıldı.
Bulgular: Bu çalışmadaki öğrencilerin çoğunluğu katılımcıların %35,3’ünü temsil eden 4. dönem mezunlarıydı. Bilgi, davranış ve farkındalık skoru için ortalama ± standart sapma değerleri sırasıyla 11,67±3,31, 12,32±5,004, 24±6,282 idi. Yukarıdaki popülasyonun sadece %26,8’i günlük aktiviteler sırasında her zaman güneş kremi kullanıyordu, %32,1’i bazen, %25,6’sı nadiren güneş kremi kullanırken, %15,3’ü günlük aktiviteler sırasında hiç güneş kremi kullanmıyordu. One-Way ANOVA testleri farklı dönem öğrencileri arasında bilgi, davranış ve farkındalık değişkenlerinin puanları açısından p<0,001 olan istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğunu ortaya koydu.
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları, güneşe maruz kalma ve güneşin yan etkileri, davranışlar ve farkındalığın tıp öğrencileri arasında bile güneşten korunma konusundaki bilginin yetersiz olduğunu göstermektedir. Güneşten korunma erken yaşta başlamalıdır ve bu nedenle bilinçlendirme kampanyaları şiddetle tavsiye edilir.
Background and Design: The harmful ultraviolet radiation of sunlight can damage skin cells and affect the skin’s normal appearance. The short term effects associated with sun exposure include acute skin damage associated changes such as sunburn, suntan and the long term effects are delayed pigmentation, impaired vitamin D synthesis, altered immunological responses of the skin, photodamage and photocarcinogenesis. The majority of these photodermatoses are preventable with the implementation of appropriate sun protection measures and behavioral changes.
Materials and Methods: Data collection was done with the help of a structured questionnaire which was distributed among 339 undergraduate medical students in their 4th, 7th, 8th and 9th term attending dermatology postings at a medical college attached to a tertiary hospital from January 2018 to July 2018.
Results: The majority of the students in this study were 4th term undergraduates representing 35.3% of the population. The mean ± standard deviation scores of knowledge, behaviour and awareness were 11.67±3.31, 12.32±5.004, 24±6.282, respectively. Only 26.8% of the above population always used sunscreen during daily activities, 32.1% sometimes, 25.6% rarely used and 15.3% never used sunscreen during daily activities. One-Way ANOVA tests depicted a statistically significant difference among the various term students with respect to variables of knowledge, behaviour and awareness score with a p<0.001.
Conclusion: The results of this study indicate that knowledge regarding sun exposure and its adverse effects, behaviour and awareness even among medical students to sun protection is inadequate. Sun protection should start at an early age and therefore awareness campaigns are highly recommended.

3.
İzotretinoinin periodontal dokular ve tükürükteki oksidatif stres belirteçleri üzerine etkisi
Effect of isotretinoin on periodontal tissues and oxidative stress markers in the saliva
Gülbahar Ustaoğlu, Şevki Güler, Mualla Polat
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.99896  Sayfalar 132 - 137
Amaç: İzotretinoin bir A vitamini izomeridir ve şiddetli aknenin tedavisi için ve remisyon elde etmek için en sık kullanılan ilaçtır. Bu çalışmada, klinik periodontal parametreler ve tükürük oksidatif stres (OS) belirteçleri ile, izotretinoinin periodontal dokular üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya yaşları 20 ila 25 arasında değişen, akne tedavisi için izotretinoin alması belirlenen yirmi beş hasta (17 kadın ve 8 erkek) ve cinsiyet, yaş ortalamaları ile eşleştirilen, enflamatuvar deri hastalıkları veya periodontal hastalıkları olmayan 18 sağlıklı gönüllü (14 kadın ve 4 erkek) dahil edildi. Hastalar başlangıç klinik periodontal parametreleri kaydedildikten ve tükürük örnekleri toplandıktan sonra izotretinoin aldı. Klinik periodontal parametreler ve tükürük oksidatif biyobelirteçler 6 aylık izotretinoin tedavisinden önce ve sonra değerlendirildi.
Bulgular: Başlangıç periodontal klinik parametreleri ve tükürük biyobelirteçleri arasında gruplar arasında istatistiksel olarak farklılık bulunmadı (p>0,05). Hasta grubunun total antioksidan kapasite (TAK) değerlerinin altıncı ayda başlangıç değerlerine göre istatistiksel olarak azaldığı bulundu (p=0,001).
Sonuç: Çalışma, akne vulgaris nedeniyle izotretinoin kullanımının periodontal dokularda önemli değişiklikler yaratmadığını, ancak TAK seviyelerinde anlamlı bir düşüşe neden olduğunu göstermiştir. OS düzenlemesindeki bu değişiklikler potansiyel olarak, izotretinoinin olumsuz etkilerinin ortaya çıkmasında rol oynayan patolojik mekanizmalarda yer alabilir.
Background and Design: Isotretinoin is a vitamin A isomer, and is the most commonly used drug for the treatment and for achieving remission in severe acne. This study aimed to evaluate the effects of isotretinoin on periodontal tissues by assessing the clinical periodontal parameters and salivary oxidative stress (OS) markers.
Materials and Methods: Twenty-five patients (17 women and 8 men) aged between 20 to 25 years old, who were identified as candidates for the treatment of acne with isotretinoin; and 18 healthy volunteers (14 women and 4 men), who were age- and sex-matched with the patients, and who did not have any inflammatory skin diseases or periodontal diseases, were included in the study. Patients received isotretinoin after their clinical periodontal parameters were recorded and saliva was collected at the baseline. Clinical periodontal parameters and salivary oxidative biomarkers were evaluated before and after 6 months of isotretinoin treatment.
Results: The baseline periodontal clinical parameters and salivary biomarkers were not statistically different between groups (p>0.05). The total antioxidant capacity (TAC) values of the patient group were found out to be statistically decreased in the sixth month compared to the baseline (p=0.001).
Conclusion: The study demonstrated that the use of isotretinoin due to acne vulgaris did not create significant changes in the periodontal tissues, but caused a significant decrease in the TAC levels. These alterations in the OS regulation may potentially take part in the pathological mechanisms involved in the emergence of isotretinoin’s adverse effects.

4.
Liken planus hastalarında serum vitamin D seviyelerinin değerlendirilmesi
Evaluation of serum vitamin D levels in patients with lichen planus
Deniz Aksu Arıca, Leyla Baykal Selçuk, Asım Örem, Zeynep Karaca Ural, Savaş Yaylı, Sevgi Bahadır
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.66664  Sayfalar 138 - 142
Amaç: Liken planus (LP), etiyolojisi bilinmeyen, sıklıkla deri ve oral mukozayı etkileyen, kronik enflamatuvar bir hastalıktır. D vitamini immünomodülatör, anti-enflamatuvar ve antioksidan etkileri olan bir steroid hormondur. Bu çalışmanın amacı LP tanılı hastalarda serum D vitamin düzeylerini değerlendirmek ve bunları sağlıklı kontrol grubuyla karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya LP tanısı almış 46 hasta ve 46 sağlıklı kontrol alındı. Tüm olgulardan toplanan kan örneklerinden serum 25-hidroksi D vitamini, kalsiyum, fosfat ve paratiroid hormon düzeyleri çalışıldı.
Bulgular: Serum D vitamini düzeyleri LP’li hastalarda kontrollere göre ve oral erozif LP’li hastalarda diğer LP’li hastalara göre daha düşük bulundu, ancak fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Diğer laboratuvar parametrelerinde hasta ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu.
Sonuç: Çalışmamız LP ve D vitamini düzeyleri arasında net bir ilişki olmadığını ortaya koydu. Çalışmamızın bulguları, D vitamini dışındaki diğer faktörlerin, özellikle olası tetikleyicilerin, LP’nin immünopatogenezinde daha baskın bir rol oynayabileceğini düşündürmektedir. LP ve D vitamini arasındaki ilişkiyi daha açık bir şekilde ortaya koymak için, farklı LP türlerinde serum D vitamini düzeylerini ve D vitamini ile ilişkili gen polimorfizmlerini değerlendiren daha geniş hasta popülasyonları ile ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Background and Design: Lichen planus (LP) is a chronic inflammatory disease of unknown etiology that most commonly affects the skin and oral mucosa. Vitamin D is a steroid hormone with immunomodulatory, anti-inflammatory and antioxidant effects. The purpose of this study was to evaluate serum vitamin D levels in patients with LP and to compare these with those of healthy control subjects.
Materials and Methods: Forty-eight patients with a diagnosis of LP and 46 healthy controls were enrolled in the study. The serum levels of 25-hydroxy vitamin D, calcium, phosphate and parathyroid hormone were studied from blood samples collected from all subjects.
Results: The serum levels of vitamin D were lower in the LP patients compared to the controls and in the oral erosive LP patients compared to the other LP patients, although the difference was not statistically significant. There were no statistically significant differences in other laboratory parameters between the patient and the control groups.
Conclusion: Our study revealed no clear relation between LP and vitamin D levels. The results of our study suggest that other factors except vitamin D, particularly probable triggers, play a more dominant role in the immunopathogenesis of LP. Further studies with larger patient populations assessing serum vitamin D levels in different types of LP and vitamin D-related gene polymorphisms are now needed in order to reveal the relation between LP and Vitamin D more clearly.

5.
Kronik ürtiker hastalarında omalizumab tedavi yanıtının değerlendirilmesinde ürtiker kontrol testi kullanımı
The use of an urticaria control test for the evaluation of omalizumab treatment response in patients diagnosed with chronic urticaria
Burhan Engin, Sera Nur Yücesoy, Özge Aşkın, Zekayi Kutlubay, Server Serdaroğlu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.06887  Sayfalar 143 - 147
Amaç: Ürtiker toplumda oldukça sık görülen kaşıntılı eritemli ve ödemli plaklarla karakterize bir deri hastalığıdır. Deri bulgularının yanında olguların yarısına anjiyoödem de eşlik edebilmektedir. Etiyolojisine bakıldığında çeşitli tetikleyici faktörlerin rol alabileceği düşünülse de özellikle kronik olgularda altta yatan sebep belirsizdir. Omalizumab immünoglobülin E’ye (IgE) karşı geliştirilmiş rekombinan insan monoklonal IgG antikoru olup yüksek doz antihistaminik tedavisine dirençli kronik spontan ürtiker olgularında güvenilir bir tedavi seçeneğidir. Bu çalışmada kronik spontan ürtiker tanılı antihistaminik tedavisine dirençli omalizumab tedavisi almakta olan hastaların tedavi yanıtlarının ürtiker kontrol testi (ÜKT) ile değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 1 Ocak 2017-1 Şubat 2018 tarihleri arasında, fakültemiz deri ve zührevi hastalıklar anabilim dalında omalizumab tedavisi başlanmış kronik ürtiker tanılı 154 hasta katıldı. Bu hastalar 4 haftada bir ÜKT’ye tabi tutuldu. Birbirini takip eden 12 hafta boyunca ÜKT’yi dolduran 66 hasta istatistiksel analize alındı. Hastaların 39’u 12 aydan kısa süreli, 27’si 12 aydan uzun süredir tedavi alan hastalardan oluşmaktaydı. Ürtiker kontrol testi toplam skorları ve her bir soru için takip eden 3 uygulama arasında anlamlı bir fark olup olmadığı, varsa hangi uygulamalar arasında olduğu araştırıldı.
Bulgular: On iki ay öncesi grubun takip eden 3 uygulamadan ilk uygulama ortalaması 9,16, ikinci uygulama ortalaması 11,57 ve üçüncü uygulama ortalaması 12,73’tü. Takip eden 3 uygulama ÜKT skorları arasında anlamlı bir fark mevcuttu. 12 ay ve sonrası grubunun takip eden 3 uygulamadan ilk uygulama skoru ortalaması 11,20, ikinci uygulama ortalama skoru 11,40 ve üçüncü uygulama ortalama skoru 12.36 idi. Takip eden 3 uygulama ÜKT skorları arasında anlamlı bir fark mevcuttu.
Sonuç: Bu çalışmada kronik ürtiker tanılı hasta gruplarında omalizumab tedavisinin etkinliği ÜKT uygulanarak araştırıldı. Omalizumab tedavisini hem 12 aydan kısa süreli, hem de 12 aydan uzun süreli alanlarda ÜKT sonuçlarında anlamlı bir iyileşme saptandı.
Background and Design: Urticaria is a very common skin disease which is characterized by itchy, erythematous and edematous plaques. Angioedema can also be seen in half of the cases in addition to skin findings. In most cases of chronic urticaria, the underlying factor is not known. Omalizumab, a recombinant human monoclonal immunoglobulin G (IgG) antibody against IgE, is a safe treatment option in chronic urticaria cases which are resistant to treatment with antihistamines. This study aimed to evaluate the treatment responses of chronic urticaria patients taking omalizumab treatment with an urticaria control test (UCT).
Materials and Methods: One hundred fifty-four patients diagnosed with chronic urticaria taking omalizumab treatment attended our evaluation between January 1, 2017 and December 31, 2018. These patients were evaluated with an UCT every four weeks. Sixty-six patients who were evaluated with an UCT during the course of the following 12 weeks were statistically analyzed. Thirty-nine of the patients received a treatment shorter than 12 months (the first group), and the remaining 27 patients received treatment for longer than 12 months (the second group). The patients were analyzed according to the duration of their treatment.
Results: The first, second, and third average UCT scores of the 3 sequential applications for the first group were 9.16; 11.57; and 12.73; respectively. There was a statistically significant difference in the UCT scores between the 3 successive applications in the first group (p<0.05). On the other hand, the first, second, and third average UCT scores of the 3 sequential applications for the the second group were 11.20; 11.40; and 12.36 respectively. There was statistically significant difference in the UCT scores between the 3 successive applications for the second group.
Conclusion: The effectiveness of omalizumab treatment in chronic urticaria patients with an UCT was investigated in this study. Omalizumab proved to be an effective treatment option in chronic urticaria patients.

6.
Psoriazis hastalarında akciğer grafisi ile tespit edilen epikardiyal yağ yastıkçığı sıklığı
The frequency of epicardial fat pads detected by chest x-rays in psoriasis patients
Sibel Doğan, Pelin Esme, Meltem Gülsün Akpınar, Nilgun Atakan
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.74240  Sayfalar 148 - 151
Amaç: Psoriazis, kardiyovasküler hastalıklar (KVH) için bağımsız bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Epikardiyal yağ yastıkçığı (EYY) ise kalp ve koroner damarları çevreleyen visseral yağ dokusu olarak tanımlanmaktadır. Son dönem çalışmalar, psoriazisli hastalarda artış gösteren epikardiyal yağ kalınlığının KVH için erken bir bulgu olduğuna dikkat çekmektedir. Bu çalışmanın amacı, psoriazis hastalarında EYY ve bununla ilişkili durumların prevalansını ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, 237 psoriazis hastası ve 113 kontrol hastası, KVH risk faktörleri, Psoriazis Alan Şiddeti İndeksi, vücut kompozisyon parametreleri ve laboratuvar verileri açısından karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Kontrol grubu kliniğimizde ayaktan hasta polikliniğine başvuran ve hiçbir sistemik enflamatuvar hastalığı olmayan hastalardan seçildi. Akciğer grafileri klinik veriler açısından kör bir radyoloji uzmanı tarafından değerlendirildi.
Bulgular: Psoriazis hastalarının %42.2’sinde (n=100) ve kontrol grubunun %31’inde (n=35) akciğer grafisinde EYY tespit edildi. Psoriazis grubunda, EYY sıklığı kontrol grubuna kıyasla istatistiksel anlamlı şekilde yüksekti (p=0,047). Majör KVH risk faktörleri psoriazis hasta grubunda (%60, n=142), kontrol grubuna (%32, n=36) kıyasla istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulundu (p<0,01). KVH risk faktörleri, EYY olan psoriazis hastalarında (%70, n=69), EYY bulunmayan psoriazis hastalarına (%53, n=67) kıyasla istatistiksel olarak daha yüksek bulundu. (p=0,009).
Sonuç: EYY, mevcut KVH risk faktörleri ile ilişkilidir ve psoriazis hastalarında kontrol grubuna kıyasla daha sık gözlenmektedir. Sıklıkla ilk sırada kullanılan, göreceli olarak ucuz ve uygulaması basit bir görüntüleme yöntemi olan akciğer grafisi ile EYY’leri rahatlıkla tespit edilebilmektedir
Background and Design: Psoriasis is a chronic inflammatory skin condition associated with several systemic comorbidities including cardiovascular diseases (CVD). Epicardial fat pad (EFP) is defined as a visceral fat tissue surrounding the heart and coronary vessels. Recent studies revealed epicardial fat thickness, which is also increased in psoriasis, as an early sign of CVD. The aim of this study was to evaluate EFP prevalence and its associations in psoriasis patients.
Materials and Methods: Two hundred thirty-seven psoriasis and 113 control patients were assessed for CVD risk factors, Psoriasis Area Severity Index, body composition parameters and laboratory work-up. Controls were chosen from outpatients who lack any chronic inflammatory skin disease and/or systemic inflammatory disease. Evaluation of chest X-rays were performed by a radiologist who was unaware of clinical data.
Results: 42.2% of psoriasis patients (n=100) and 31% of controls (n=35) had EFP detected on chest X-ray revealing psoriasis patients had significantly more prevalent EFP than the controls (p=0.047). Prevalence of major CVD risk factors was statistically higher in psoriasis patients (60%, n=142) compared to controls (32%, n=36), (p<0.01). Psoriasis patients with EFP presented higher prevalence of CVD risk factors (70%, 4, n=69) compared to patients who did not have EFP (53%, n=67) (p=0.009).
Conclusion: EFP is associated with concurrent CVD risk factors and is more prevalent in psoriasis. It can be detected by a first-line imaging method like chest X-ray which is quite cheap, easy to perform and applicable to almost each patient.

OLGU SUNUMLARI
7.
Muhtemelen örümcek ısırığı sonrası gelişen akut jeneralize ekzantematöz püstüloz: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi
Acute generalized exanthematous pustulosis caused by a probable spider bite: A case report and review of the literature
Fatmagül Dirican, Ayda Acar, Banu Yaman, Bengü Gerçeker Türk
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.30906  Sayfalar 152 - 155
Akut jeneralize ekzantematöz püstüloz (AGEP), çoğunlukla ilaç kullanımı ile tetiklenen ve nadiren örümcek ısırığıyla ilişkili olan toksik bir deri reaksiyonudur. Burada, kliniğimize karın bölgesinde eritemli zeminde febril, püstüler lezyon gelişimi nedeniyle başvuran 47 yaşında bir kadın olgu sunulmaktadır. Olgunun dermatolojik muayenesinde; interskapular bölgede bir tanesinin ortasında nekrotik krutu bulunan üç adet sıralı viyolese eritemli, ödemli plaklar izlendi. Bu lezyonlar örümcek ısırığı ile uyumluydu. Histopatolojik ve klinik bulgulara dayanarak hastaya AGEP tanısı konuldu. İlaç kullanımı, viral enfeksiyon veya başka bir tetikleyici öyküsü olmadığı için AGEP lezyonlarının örümcek ısırığından kaynaklandığı düşünüldü. Bu olgu, AGEP’nin nedenleri arasında örümcek ısırığının daha ciddiyetle düşünülmesi gerektiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.
Acute generalized exanthematous pustulosis (AGEP) is a toxic cutaneous reaction pattern that is mostly caused by drug intake and rarely associated with spider bites. We report a case of a female patient, 47 years old, with febrile pustular lesions on an erythematous base at the abdominal region. She had three violaceous erythematous and edematous plaques on the interscapular region, one of which had a necrotic crust at its center. The lesions were compatible with spider bites. By considering histopathological and clinical findings, the patient was diagnosed with AGEP. Since she had no history of drug intake, viral infection or other triggers, a spider bite was thought to have caused the AGEP

8.
Eksizyonla tedavi edilen ve rhomboid flep ile rekonstrüksiyonu yapılan floroskopiye bağlı kronik radyodermatit
Fluoroscopy-induced chronic radiation dermatitis treated with excision and reconstructed with rhomboid flap
Müge Göre Karaali, Soner Karaali, Ayşe Esra Koku Aksu, Mehmet Salih Gürel
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.26918  Sayfalar 156 - 158
Floroskopi özellikle minimal invaziv prosedürler için yaygın olarak kullanılmaktadır. Floroskopi ilişkili kronik radyodermatitin (FİKRD) tanısı, hastaların cerrahi prosedürlerde farkında olmadan radyasyona maruz kalması nedeniyle gözden kaçırılabilir. Uzun süren veya çoklu girişimler akut ve kronik deri hasarı riskini artırır. Burada, eksizyon ile tedavi edilen ve rhomboid flep ile rekonstrüksiyonu yapılan FİKRD tanısı konmuş bir hastayı sunuyoruz. Radyasyona bağlı malignite riski nedeniyle, cerrahi eksizyon ve defekte göre rekonstrüksiyon ile onarım bir tedavi seçeneği olarak tercih edilebilir. Özellikle uzun sureli floroskopi eşliğinde yapılan prosedürlerin ardından klinik takip önemlidir.
Fluoroscopy is widely used for minimally invasive procedures. The diagnosis of fluoroscopy-induced chronic radiation dermatitis (FICRD) may be overlooked, because patients may unintentionally be exposed to radiation in surgical procedures. Prolonged or multiple procedures increase the risk of acute and chronic skin damage. Herein, we report a patient diagnosed with FICRD treated with excision and reconstructed with rhomboid flap. Due to the risk of radiation-related malignancy, complete surgical excision and suitable reconstruction according to the skin defect may be preferred as a treatment option. Clinical follow-up is important especially following prolonged fluoroscopy-guided procedures.

9.
Temporal triangüler alopesi olgusu
A case of temporal triangular alopecia
Emre Zekey, Gülcan Saylam Kurtipek
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.56578  Sayfalar 159 - 161
Temporal triangüler alopesi (TTA), genellikle frontotemporal bölge yerleşimli, unilateral veya bilateral olabilen, oval ya da tabanı dar bir üçgen şeklinde, üzerinde terminal kıllar izlenmeyen alopesik bir yama ile karakterize bir non-skatrisyel alopesi tablosudur. Doğumda ya da hayatın ilk yıllarında ortaya çıkar. Nadir izlenen bir tablodur ve etiyoloji halen belirsizdir. Tanı temelde klinik muayeneye dayanır. Ayırıcı tanıda alopesi areata, trikotillomani, traksiyonel alopesi ve konjenital aplazi kutis yer almaktadır. Nadir izlenmesi nedeniyle yanlış tanı alıp gereksiz tedaviler denenebilmektedir. Hastalığın tanısında klinik ve dermoskopik muayene yeterlidir. Burada TTA tanısı koyduğumuz 3 yaşında bir çocuk olgu sunulmaktadır.
Temporal triangular alopecia (TTA) is a non-cicatricial alopecia characterized by an alopecic patch, usually located in the frontotemporal region, unilateral or bilateral, with an oval or narrow triangular base and no terminal hairs on it. It can manifest at birth or develop in the first years of life. It is a rare condition and its exact etiology remains unknown. The diagnosis is based on its clinical appearance. The differential diagnosis includes alopecia areata, trichotillomania, tractional alopecia and congenital aplasia cutis. Due to its rarity, misdiagnosis and unnecessary treatments can be applied. Clinical and dermoscopic examination is sufficient in the diagnosis of the disease. A 3-year-old boy with a diagnosis of TTA is presented as a case report.

10.
Beklenmedik temporal lokalizasyonlu tüberkülozis verrukoza kutis
Unexpected temporal localization of tuberculosis verrucosa cutis
Selami Aykut Temiz, İlkay Özer, Arzu Ataseven, Recep Dursun, Mustafa Cihat Avunduk
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.68812  Sayfalar 162 - 164
Kronik granülomatöz bir hastalık olan deri tüberkülozu, giriş yoluna, vücudun immünolojik yanıtına, basil sayısına ve virülansa bağlı olarak çeşitli klinik formlarda ortaya çıkabilir. Tüberkülozis verrukoza kutis daha önce tüberküloz ile karşılaşmış olgularda ortaya çıkar. Altmış sekiz yaşında erkek olgu iki aydır sol temporal bölgesinde bulunan verrüköz plak şikayetiyle başvurdu. Hikayesinde, dış merkezlerde lezyonlarına siğil ve seboreik keratoz ön tanıları ile birkaç kez kriyocerrahi uygulanmış olduğu öğrenildi. Lezyonlarından yaptığımız histopatolojik inceleme sonucunda; keratin tıkaçları etrafında enflamatuvar hücreler ve epitelde çok çekirdekli dev hücrelerle karakterize edilen granülomatöz yapılar gözlenmişti. CD68 boyası ile pozitif bir ekspresyon saptandı. Histopatolojik tanı tüberkülozis verrukoza kutis olarak yorumlandı. Anti-tüberküloz tedavisinin sonunda lezyonlar postenflamatuvar hiperpigmentasyon ile büyük ölçüde geriledi. Burada başlangıçta siğil ve seboreik keratoz olarak yanlış tanı konulan tüberkülozis verrukoza kutis olgusunu sıradışı lokalizasyonu ve ayırıcı tanısının önemini vurgulamak açısından sunduk.
Clinical forms of cutaneous tuberculosis (TB) which is a chronic granulomatous disease, varies by the route of entry into the body, the number of bacilli, its virulence and the immunological response of the body. TB verrucosa cutis (TBVC) occurs in patients who have previously been affected by tuberculosis bacilli with healthy immunity. A 68-year-old male patient was referred to our dermatology outpatient clinic from an external dermatology center with complaint of verrucous plaques on the left temporal region, persisting for two months. After a diagnosis of wart and seborrheic keratosis, cryosurgery and destructive procedures were applied to the lesions of the patient many times. Histopathological examination revealed granulomatous textures classified by infiltration of inflammatory cells around the keratin plugs and giant multinuclear cells in the epithelium sublayer, and positive staining with CD68 was detected in immunohistochemical examination. The patient was diagnosed with TBVC clinically and histopathologically. At the end of the anti-tuberculosis treatment, the lesions largely regressed with postinflammatory hyperpigmentation. Herein, we report a case of TBVC with unusual localization, which was initially misdiagnosed as wart and seborrheic keratosis. This case emphasizes the importance of differential diagnosis

EDITÖRE MEKTUP
11.
Gebelikte kompleks aftosis benzeri pemfigus vulgaris
Complex aphthosis-like pemphigus vulgaris during pregnancy
Sema Aytekin, Fatih Göktay, Şirin Yaşar, Pembegül Güneş
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.17003  Sayfalar 165 - 166
Makale Özeti |Tam Metin PDF

TÜM DERMATOLOGLAR IÇIN DERMOSKOPI
12.
Bir plazma hücreli keilit olgusunda dermoskopik ve reflektans konfokal mikroskopik bulgular
Dermoscopic and reflectance confocal microscopic findings in a case of plasma-cell cheilitis
Banu Yaman, Işıl Karaarslan, Ayda Acar, Mine Hekimgil, Taner Akalın, Fezal Özdemir
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.22571  Sayfalar 167 - 169
Makale Özeti |Tam Metin PDF

DIĞER
13.
Konu Dizini
Subject Index

Sayfalar E1 - E3
Makale Özeti |Tam Metin PDF

14.
Hakem Dizini
Referee Index

Sayfa E4
Makale Özeti |Tam Metin PDF

15.
Yazar Dizini
Author Index

Sayfa E5
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale