E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
Sayı : 55 Ek : 1 Yıl : 2024












































Dergimiz 2012 aralık sayısıyla karekod sistemi uygulamasına başlamıştır.

Makalelerin üzerinde bulunan Karekodu dilediğiniz akıllı cihazınız ile okutarak makaleyi indirebilir veya meslektaşlarınızlada paylaşa bilirsiniz.

Cihazınıza QR codeReader app indirerek uygulamayı kullanmaya başlayabilirsiniz.

Apple app için tıklayınız
Android app için tıklayınız

TÜRKDERM - Deri Hastalıkları ve Frengi Arşivi - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 55 (1)
Cilt: 55  Sayı: 1 - 2021
1.
Kapak
Cover

Sayfalar I - VI

DERLEME
2.
Granülomatöz deri enfeksiyonları
Granulomatous skin infections
Didem Dinçer Rota, Mehmet Can Emeksiz
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.16362  Sayfalar 1 - 8
Granülomatöz deri hastalıkları histopatolojisinde granülom oluşumu ile karakterize heterojen bir hastalık grubudur. Etiyolojik olarak, enfeksiyöz ve enfeksiyöz olmayan da (yabancı cisim, malignite, metabolitler ve kimyasallar) dahil olmak üzere çok çeşitli uyaranlarla tetiklenebilirler. Her ne kadar patofizyolojik mekanizmalar hala yeterince anlaşılamasa da, hastanın bağışıklık sistemi bir ajanı ortadan kaldıramadığında enfeksiyöz granülom oluşumu meydana gelebilir. Klinik olarak lokalize veya dissemine enfeksiyöz granülom oluşumu, ajanın patojenitesi veya hastanın bağışıklığı ile ilgili olabilir. Enfeksiyöz granülomatöz reaksiyonlara neden olan tipik ajanlar: Mikobakteriler, mantar enfeksiyonları veya layşmanya gibi parazitlerdir. Bu derlemede, klinik deneyimimizde daha sık karşılaşılabilecek enfeksiyöz nedenli granülomatöz deri hastalıklarını özetlemeyi amaçladık.
Granulomatous skin disorders are a heterogeneous group of disorders characterized by granuloma formation on histopathology. They may be triggered by various stimuli, including infectious and non-infectious stimuli (foreign bodies, malignancy, metabolites, and chemicals), of different etiological origins. Although pathophysiological mechanisms are still poorly understood, infectious granuloma formation may occur if the patient’s immune system could not eliminate an agent. Clinically, localized or disseminated infectious granuloma formation can be related to the infectious agent’s pathogenicity or the patient’s immunity. Typical infectious agents causing infectious granulomatous reactions are mycobacteria, fungal infections, or parasites, such as leishmaniasis. This review aims to summarize granulomatous skin diseases encountered more frequently in our clinical experience because of infectious causes.

ARAŞTIRMALAR
3.
Türkiye’de ulusal akne haftasında yapılan bilgilendirme seminerlerinin katılımcıların akne hakkındaki bilgi düzeylerine etkisi
Effect of informative seminars during national acne week on participants’ knowledge about acne in Turkey
Hatice Kaya Özden, Kamer Gündüz, Hamdi Özcan, Aysun Şikar Aktürk, Filiz Topaloğlu Demir, Tuğba Özkök Akbulut, Ayşe Serap Karadağ
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.45202  Sayfalar 9 - 13
Amaç: Akne vulgaris ile ilgili bilgilendirme toplantısı öncesi ve sonrasında uygulanan anket formları ile bilgilendirici sunumların akne hakkındaki farkındalık ve bilinç düzeylerine katkısını incelemek amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Ulusal Akne Haftası kapsamında hastane, ortaokul ve lise dengi okullarda verilen bilinçlendirme eğitimi öncesi ve sonrasında katılımcılardan 20 soruluk bir anket doldurmaları istendi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p≤0,05 olarak kabul edildi.
Bulgular: Eğitim öncesi ve sonrasında anket formunu dolduran 466 kişinin yaş ortalaması 17,4±6,9 idi. Eğitim öncesi katılımcıların %31,1’i aknenin karaciğer kaynaklı olduğunu düşünürken, eğitim sonrası bu oran %16,7’ye indi. Akne hakkında bilgi almak için eğitim öncesi katılımcıların %47,6’sı doktora, %23,9’u sosyal medyaya başvururken, eğitim sonrası %77’si doktora başvurmayı tercih edeceğini belirtti. Katılımcıların %51,1’i akne tedavisinin 1-2 hafta içerisinde etkisini göstereceğini beklerken, eğitim sonrası %83,3’ü 2-3 ay kullandıktan sonra yanıt alınabileceğini belirtti. Kişilerin öğrenim durumları, “ortaokul-lise-diğer” olarak gruplandırıldığında, eğitim sonrası gruplar arasında öğrenim durumlarına göre istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptandı (p=0,005).
Sonuç: Çalışmamız bireylerin hem akne hakkındaki yanlış bilgi ve tutumlarını ön plana çıkarmakta, hem de hekimlerin vereceği eğitim seminerleri ve bilgilendirme toplantıları ile bilgi düzeylerinde kayda değer bir gelişme sağlanacağını göstermektedir.
Background and Design: To investigate the contribution of informative presentations about acne vulgaris and questionnaires administered before and after informative meetings on patients’ awareness and consciousness.
Materials and Methods: Participants were asked to fill out a 20-question survey before and after informative seminars in hospitals and secondary and high schools as part of National Acne Week. The level of statistical significance was set as p≤0.05.
Results: A total of 466 participants completed the survey before and after the seminar, and the mean age of the participants was 17.4±6.9. Before the seminar, 31.1% of participants thought that acne is originated from the liver, whereas this figure decreased to 16.7% after the seminar. In all, 47.6% of participants consulted doctors and 23.9% consulted social media to seek information about acne; however, after receiving training, 77% preferred to consult a doctor. Of the participants, 51.1% were expecting to see the results of acne treatment in 1 or 2 weeks, whereas 83.3% stated that the effects would be seen in 2 or 3 months after the seminar. When the participants’ educational background was grouped as “secondary-high school-other,” a statistically significant difference was obtained (p<0.05).
Conclusion: Our study features both patients’ misconceptions and their incorrect attitudes about acne, and their level of knowledge improved significantly as a result of educational seminars. The relative benefit derived from educational seminars was positively related to the participants’ highest level of education.

4.
Psoriazis vulgaris hastalarında arteriyel sertliğin değerlendirilmesi
Evaluation of arterial stiffness in patients with psoriasis vulgaris
Emine Çölgeçen, Hüseyin Ede, Mustafa Fatih Erkoç, Yurdanur Akyüz, Ali Rıza Erbay
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.89725  Sayfalar 14 - 21
Amaç: Psoriatik hastaların nötrofil-lenfosit oranı (NLO), karotis intima media kalınlığı (KİMK), epikardiyal yağ dokusu (EYD) kalınlığı ve arteryel sertlik değerlerini sağlıklı denekler ile karşılaştırmayı ve bu parametrelerin psoriazis şiddeti ile ilişkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya psoriazisli 102 hasta, yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilmiş 102 kontrol dahil edildi. Tüm hastalarda KİMK, ekokardiyografik EYD, arteryel sertlik [aortik sertlik indeksi (ASİ) ve aortik esneyebilirlik], antropometrik ölçümler, psoriazis alan ve şiddet indeksi (PAŞİ) skoru ve metabolik parametreler ölçüldü.
Bulgular: Psoriazis grubunda ortalama NLO sağlıklı deneklere göre anlamlı şekilde daha yüksekti (2,3±0,74’e karşılık 1,49±0,36; p<0,01). Ek olarak, KİMK, EYD ve ASİ psoriazisli hastalarda kontrollere kıyasla anlamlı şekilde yüksekti (sırasıyla; 0,95±0,25’e karşılık 0,57±0,13 mm; p<0,01; 0,77±0,23’e karşılık 0,42±0,12 cm; p<0,01; 3,21±0,37’ye karşılık 2,55±0,28; p<0,01). Ayrıca, NLO’nun PAŞİ skoru ≥10 olan psoriatik hastalarda daha yüksek olduğu gösterildi. Psoriatik hastalarda NLO değeri KİMK, EYD ve ASİ ile korelasyon göstermiyordu. Psoriazisli hastalarda ASİ ve EYD yaş, vücut kitle indeksi, bel çevresi, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, trigliserit ve ürik asit düzeyleri ile pozitif korelasyona sahipken, KİMK yaş ve bel çevresi ile negatif korelasyona sahipti (tüm karşılaştırmalar için p<0,05).
Sonuç: Psoriatik hastaların sağlıklı deneklere kıyasla daha fazla aterosklerotik yüke sahip olduğunu ve NLO’nun psoriazis şiddeti ile güçlü bir ilişkisi olduğunu bulduk.
Background and Design: This study aimed to compare neutrophil-lymphocyte ratio (NLR), carotid intima-media thickness (CIMT), epicardial fat tissue (EFT), and arterial stiffness values of psoriatic patients with healthy subjects and to determine the relation of these parameters with the severity of psoriasis.
Materials and Methods: This study included 102 patients with psoriasis and 102 control subjects matched according to age and gender. CIMT, echocardiographic EFT, arterial stiffness [aortic stiffness index (ASI) and aortic distensibility], anthropometric measurements, psoriasis area and severity index (PASI) score, and metabolic parameters were measured in all patients.
Results: The mean NLR in the psoriasis group were significantly higher than in the healthy group (2.3±0.74 vs 1.49±0.36; p<0.01). Additionally, CIMT (0.95±0.25 vs 0.57±0.13 mm; p<0.01), EFT (0.77±0.23 vs 0.42±0.12 cm; p<0.01), and ASI (3.21±0.37 vs 2.55±0.28; p<0.01) were significantly increased in patients with psoriasis than control subjects. Also, NLR was shown to be higher among psoriatic patients with PASI of ≥10. NLR was not correlated with CIMT, EFT, and ASI in psoriatic patients. Among psoriatic patients, ASI and EFT were positively correlated with age, body mass index, waist circumference, systolic blood pressure, diastolic blood pressure, triglyceride, and uric acid, whereas CIMT was positively correlated with age and waist circumference (p<0.05 for all comparisons).
Conclusion: We found that psoriatic patients had higher atherosclerotic burden than healthy subjects and NLR had a stronger relation with the severity of psoriasis.

5.
Tip 1 diabetes mellituslu çocuk hastalarda deri bulguları
Cutaneous manifestations in children patients with type 1 diabetes mellitus
Münevver Güven, Ahmet Anık, Tolga Ünüvar, Neslihan Şendur
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.09216  Sayfalar 22 - 26
Amaç: Tip 1 diabetes mellitus (T1DM), çocukluk çağının en yaygın kronik hastalıklarından biri olup, önemli deri değişikliklerine neden olabilmektedir. T1DM’li çocuk hastalarda deri bulgularını inceleyen çalışmalar sınırlıdır. Çalışmamızda, T1DM’li çocuk hastalarda deri lezyonlarının sıklığını tanımlamak ve bu deri lezyonlarının hastalık süresi ve hemoglobin A1c (HbA1c) düzeyi ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel çalışmada T1DM tanılı 65 çocuk hasta ve yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilmiş 78 sağlıklı çocuk değerlendirildi. Çalışmaya alınan olguların ayrıntılı deri muayeneleri yapıldı.
Bulgular: T1DM’li çocukların ortalama hastalık başlangıç yaşı 7,1±3,7 ve ortalama hastalık süresi 45,9±40,4 aydı. DM’li çocukların ortalama HbA1c değeri 8,0±1,6 olarak saptandı. Hastaların 9’u (%13,8) insülin infüzyon pompası kullanırken, 56’sı multipl doz insülin enjeksiyon tedavisi uygulamaktaydı. Hastaların 54’ünde (%83) insülin tedavisi ile ilişkili en az bir deri reaksiyonu mevcuttu. Sırasıyla; ekimoz (%50,8), lipohipertrofi (%44,6) ve post-enflamatuvar hiperpigmentasyon (%26,2) en sıklıkla saptanan insülin tedavisi ilişkili deri reaksiyonlarıydı. Ancak insülin infüzyon pompası kullanan hastalar arasında en sık insülin tedavisi ilişkili deri reaksiyonu hipopigmente skar (5/9, %55) olarak bulundu. Sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında, tip 1 DM’li grupta diyabet ile ilişki deri belirtilerinden sadece kserozis kutis ve rubeosis faciei diabetikorumun istatistiksel olarak anlamlı yüksek olduğu görüldü. Kserozis kutis DM’li hastalarda 19 (%29), sağlıklı kontrollerde 8 (%10,2), rubeosis faciei ise DM’li hastalarda 6 (%9,2), sağlıklı kontrollerde 1 (%1,3) olguda saptandı. Anlamlı bir ilişki gösterilememiş olsa da, rubeosis faciei veya kserozis kutisi olan hastaların, olmayanlara göre hastalık süresi daha uzun, HbA1c düzeyi daha yüksek bulundu.
Sonuç: Hasta ve bakım verenlerin eğitimi, bilinçlendirilmesi ve hekimlerin farkındalığının artırılması ile T1DM’li çocuklarda, deri bulgularının yönetimi ve önlenmesi için oldukça önemli faydalar sağlanacağını düşünüyoruz.
Background and Design: Type 1 diabetes mellitus (T1DM) can cause significant changes in the skin. However, there are limited studies examining the skin findings in children with T1DM. The objective of this study is to determine the frequency of skin lesions in children with T1DM. Additionally, this study also evaluates the relationship of skin lesions with disease duration and hemoglobin A1c (HbA1c) levels.
Materials and Methods: This cross-sectional study enrolled 65 children with T1DM and 78 age- and sex-matched healthy children. Importantly, detailed skin examinations of the cases were conducted. Results: The mean age at the onset of disease was 7.1±3.7 years, and the mean duration of T1DM was 45.9±40.4 months. The mean level of HbA1c in children with T1DM was determined as 8.0±1.6%. In total, 9 (13.8%) of the patients were using insulin infusion pump, whereas 56 of them were using multiple insulin injections therapy. At least one skin lesion related to insulin treatment was recorded in 54 patients (83%). Bruises (50.8%), lipohypertrophy (44.6%), and post-inflammatory hyperpigmentation (26.2%) were among the most observed skin reactions related to the insulin treatment. However, hypopigmented scar was the most frequently observed skin reaction related to the insulin treatment among the patients using insulin infusion pump (5/9, 55%). Only xerosis and rubeosis faciei diabeticorum were found to be significantly higher in the T1DM group, as compared to healthy controls. Xerosis was observed in 19 (29%) patients with DM and 8 (10.2%) healthy controls, whereas rubeosis faciei was observed in 6 (9.2%) patients with DM and 1 (1.3%) healthy control. Although not statistically significant, it was found that the disease duration was longer and HbA1c levels were higher in T1DM patients with rubeosis faciei or xerosis.
Conclusion: We believe that significant benefits can be provided for the management and prevention of skin findings in children with T1DM through the training of the patients and caregivers as well as by increasing the awareness of physicians.

6.
Melanom hastalarının melanom hakkında eğitim ve daha iyi hasta-hekim iletişimi ihtiyacı
Need for patient education and better physician-patient communication in melanoma patients: Behaviors and knowledge of melanoma patients
Sezgi Sarıkaya Solak, Haydar Yöndem, İrfan Çiçin
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.44538  Sayfalar 27 - 33
Amaç: Melanom en ciddi kanser tiplerinden birisidir. Hastada geçirilmiş melanom öyküsü olması, yeni bir melanom oluşumu açısından risk faktörüdür. Bu nedenle koruyucu önlemlerin bilinmesi ve uygulanması melanom tanısı alan hastalarda önem arz etmektedir. Bu çalışmada, melanom tanısı alan hastaların melanom risk faktörleri hakkında bilgi düzeyleri, güneşten korunma ve kendi kendine deri muayenesi yapma alışkanlıkları ve hekimleri ile melanom hakkında iletişimlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Kesitsel olarak planlanan çalışmamıza, melanom tanısı alan 65 hasta dahil edilmiştir. Hastalara melanom risk faktörleri, güneşten korunma ve kendi kendine deri muayenesi yapma alışkanlıkları ve hasta-hekim iletişimi hakkında sorular içeren bir anket verilmiştir.
Bulgular: Güneş maruziyeti rölatif olarak iyi bilinen (%67,7) bir risk faktörü olarak saptanırken, diğer risk faktörleri; özellikle deri, saç ve göz rengi hakkındaki bilgi düzeyi düşük (%21,5 ile %36,9 arasında) bulunmuştur. Güneş koruyucu krem kullanımının yetersiz olduğu (%33,8) ve güneş koruyucu kremlerin uygun şekilde kullanılmadığı saptanmıştır. Diğer güneşten korunma alışkanlıklarının uygulanmasının değişken olduğu görülmüştür. Melanom hastalarının yarısı (%50,8) kendi kendine deri muayenesi yaptığını ifade etmiştir. Kendi kendine deri muayenesi yapmayan hastalar, yapmamalarının en sık nedenini “kendi kendine deri muayenesi yapmamız gerektiğini bilmiyorduk” olarak belirtmişlerdir. Hastaların üçte birinden fazlası (%35) kendi doktorlarından melanom hakkında bilgi almadıklarını ifade etmişlerdir. Doktorlarından bilgi alan melanom hastaların tamamına yakını sadece sözlü olarak, %4’ü ise yazılı olarak bilgi aldıklarını belirtmişlerdir. Sonuç: Çalışmamız, melanom hastalarının melanom hakkında kapsamlı bir eğitime ve melanomlu hasta-hekim iletişimini geliştirmeye yönelik planlamalara ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Yapılacak daha geniş çaplı çalışmalarla, melanom hastalarının, koruyucu alışkanlıkları uygulamama nedenleri daha ayrıntılı olarak belirlenebilir ve elde edilen sonuçlarla eğitimlerin içeriği planlanabilir
Background and Design: Melanoma is a serious type of cancer. Patients previously diagnosed with melanoma are at an increased risk of a second melanoma. Therefore, it is important to know and apply preventive measures. This study aimed to examine melanoma patients’ behaviors of sun protection and skin self-examination (SSE), knowledge on risk factors, and communication with their physicians about the disease.
Materials and Methods: A questionnaire-based cross-sectional study was conducted in 65 melanoma patients to assess knowledge of melanoma and sun protection and determine SSE attitudes and patient-physician communication.
Results: Sun exposure was a well-known melanoma risk factor (67.7%), but the knowledge level on other risk factors, especially regarding skin, hair, and eye color phenotypes, was low (between, 21.5% and 36.9%). Sunscreen use practice was insufficient (33.8%) and mostly inadequate. The most commonly reported reason for not using sunscreen was not having a habit of sunscreen use (83.7%). Compliance with other sun protection behaviors was variable. Half (50.8%) of the melanoma patients reported that they perform SSE. The most commonly reported reasons for not performing SSE was not knowing its necessity (71.8%). More than one-third (35%) of patients stated that they did not receive information about melanoma from their physicians. Almost all patients who received information from their physicians were informed verbally, and only 4% received written information.
Conclusion: Our study highlights the need for a comprehensive education for patients about all aspects of melanoma and strategies to improve patient-physician communication. Barriers to preventive behaviors in melanoma patients may be determined in more detail in larger future studies and the content of education may be planned accordingly.

7.
Türkiye’de akademik dermatolog olmak: Genç akademik dermatologların dermatoloji üzerine bakış açıları
Being an academic dermatologist in Turkey: Young academic dermatologists’ perspectives on dermatology
Sezgi Sarıkaya Solak, Andaç Salman
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.92593  Sayfalar 34 - 40
Amaç: Çalışmamız ülkemizdeki genç akademisyen dermatologların özelliklerini değerlendirmeyi ve onların gözünden dermatoloji alanında akademisyen olmanın olumlu ve olumsuz yönlerini incelemeyi amaçlamıştır.
Gereç ve Yöntem: Kesitsel olarak planlanan çalışmamızda, Türkiye’de bir üniversite veya eğitim ve araştırma hastanesinde, dermatoloji alanında, doktor öğretim üyesi veya öğretim görevlisi olarak çalışan dermatologlara elektronik bir anket gönderilmiştir. Anket soruları genç akademisyen dermatologların, akademik dermatoloji hakkındaki görüşlerini değerlendirmek için hazırlanmıştır.
Bulgular: Çalışmamıza doktor öğretim üyesi ve öğretim görevlisi ünvanına sahip toplam 37 dermatoloji hekimi katılmıştır. Katılımcılar; akademisyenliği seçmelerinin en önemli nedenlerinin ve akademik yaşamın en tatmin edici yönlerinin, eğitim vermek, araştırma yapmak ve kompleks hastalıklarla uğraşmak olduğunu belirtmişlerdir. Maddi gelir, akademisyenliğin tercih edilmesinde en az etkili (%5,4) neden olarak saptanmıştır. Araştırma yapmanın en zorlayıcı yönünün, araştırma faaliyetleri için yeterli zaman olmaması (%70,3) olduğu öğrenilmiştir. Katılımcılar, desteğe veya eğitime en çok ihtiyaç duydukları konuların, araştırma istatistiklerinin yapılması (%78,4) ve yurtdışında eğitim tecrübesi (%67,6) olduğunu ifade etmişlerdir.
Sonuç: Çalışmamız, bildiğimiz kadarıyla, Türkiye’de dermatoloji alanında akademisyenliği değerlendiren ilk çalışma özelliğini taşımaktadır. Çalışmamızın sonuçlarının, ülkemizde akademik dermatoloji hakkında bilgi sağladığına ve akademik hayata devam etmek isteyen dermatoloji hekimlerinin farkındalığını artırmaya yardımcı olabileceğine inanıyoruz.
Background and Design: This study aims to examine the characteristics of young Turkish academic dermatologists and identify the positive and negative aspects of being an academic dermatologist from their perspectives.
Materials and Methods: A cross-sectional, electronic questionnaire was mailed to dermatologists who work as an assistant professor or faculty member of dermatology in a university or training and research hospital in Turkey. The questions were prepared to evaluate views of young academic dermatologists on academic dermatology.
Results: A total of 37 assistant professors and faculty members of dermatology responded to the survey. The top three reasons for pursuing an academic career and the most satisfying and pleasing aspects of academic life were the opportunity to teach, do research, and deal with complex diseases. Compensation was the least frequently (5.4%) chosen reason to pursue an academic life. Insufficient time (70.3%) was stated to be the most challenging aspect of research activities. The most cited issues respondents stated that they needed support or education were data analysis (78.4%) and training abroad (67.6%).
Conclusion: To our knowledge, this is the first study to evaluate academic dermatology in Turkey. We believe that the present study results provide insight into academic dermatology and might help increase the awareness of the dermatology residents who pursue an academic career

OLGU SUNUMLARI
8.
Mal de Meleda: Türkiye’den daha önce bildirilmemiş mutasyona sahip ileri yaşta tanı alan bir aile
Mal de Meleda: A late-diagnosed family with a pathogenic variant not reported from Turkey
Zeynep Karaca, Savaş Yaylı, Sevgi Bahadır
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.41882  Sayfalar 41 - 44
Keratoderma palmoplantaris transgrediens olarak da bilinen Mal de Meleda (MDM), tahmini prevalansı 1: 100.000 olan nadir görülen ve otozomal resesif geçiş gösteren bir palmoplantar keratodermadır. SLURP-1 genetik mutasyonları, MDM’de rol oynar. Tipik olarak doğumdan kısa bir süre sonra başlar. Palmoplantar bölgeden dorsal yüze ilerleyen ve yaş ile kliniği kötüleşen hiperkeratoz ile karakterizedir. Hastalık el ve ayaklarda ciddi işlevsel bozukluğa ve psikososyal problemlere yol açabilir. Çok nadir olduğundan hastalar yanlış tanı ve tedaviler alabilmektedirler. Diz ve dirsek tutulumu nedeniyle psoriazis ile karıştırılabilmektedir. Bu olgu sunumunda, daha önce Türkiye’den bildirilmemiş patojenik varyanta sahip olan ve uzun yıllar psoriazis tanısı ile takip edilen, geç tanı alan ve sistemik asitretin ile tatmin edici klinik iyileşme sağlanan MDM tanılı aile sunulmaktadır.
Mal de Meleda (MDM), also called keratoderma palmoplantaris transgrediens, is a rare autosomal recessive palmoplantar keratoderma with an estimated prevalence of 1: 100,000. Genetic mutations affecting SLURP-1 play a role in MDM. It typically starts shortly after birth and is characterized by hyperkeratosis extending from the palmoplantar region to the dorsal surfaces that worsens with age. MDM can lead to severe functional limitations involving the hands and feet and psychosocial problems. The rarity of the condition can lead to misdiagnoses and unsuitable treatments, with MDM commonly mistaken for psoriasis due to the involvement of the elbows and knees. This report presents the case of a family affected by MDM who had a pathogenic variant previously not reported in Turkey, been followed up with the diagnosis of psoriasis for several years, and received a late diagnosis where systemic acitretin achieved satisfactory clinical improvement.

9.
Dilde pigmente fungiform papilla: İki paternin birlikteliği ve eşlik eden diş pigmentasyonu
Pigmented fungiform papillae of the tongue: Co-existence of two patterns in the same patient and associated dental pigmentation
Ayşe Kavak, Zeynep Topkarcı, Emine Erişmen Gür, Bilgen Erdoğan, Ayşe Yemişçi
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.75010  Sayfalar 45 - 47
Dilde pigmente fungiform papilla (DPFP) saptanan 12 yaşındaki bir kız çocuğunda, tip 1 ve 2 paternlerinin birlikteliği gözlendi. Dilde eşlik eden difüz, yama tarzındaki pigmentasyonun, ırksal bir pigmentasyon ya da DPFP’nin bir komponenti olabileceği düşünüldü. Bu hastanın bir diğer ilginç özelliği ise dişlerdeki pigmentasyon idi. Bu durum, rastlantısal olabileceği gibi, kromojenik bakteriler ya da önceki oral demir tedavisine bağlı olabilir.
This report presents a case of pigmented fungiform papillae of the tongue (PFPT) in a 12-year-old girl. She had type 1 and 2 PFPT. Diffuse, patchy tongue pigmentation seen in our patient might be a racial pigmentation or a component of PFPT. We also discussed whether the associated dental pigmentation could be an incidental finding or chromogenic bacteria or previous oral iron treatment might have a role in PFPT.

EDITÖRE MEKTUP
10.
Saçlı deri nodüllerinin ayırıcı tanısında subkütan granüloma annulare
Subcutaneous granuloma annulare for differential diagnosis of scalp nodules
Sezgi Sarıkaya Solak, Nazan Akdağ, Sezin Fıçıcıoğlu, Busem Binboğa, Nuray Can
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.54614  Sayfalar 48 - 50
Makale Özeti |Tam Metin PDF

11.
Myastenia gravis nedeniyle uzun süre immünosüpresif tedavi alan hastada gelişen Mycobacterium chelonae deri enfeksiyonunun başarılı tedavisi
Successful treatment of Mycobacterium chelonae skin infection in a patient on long-term immunosuppressive therapy for myasthenia gravis
Işıl Göğem İmren, Esra Kıratlı Nalbant, Nermin Karaosmanoğlu, Ömer Kutlu, Çağrı Turan, Pınar Celepli, Hatice Meral Ekşioğlu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.45549  Sayfalar 51 - 53
Makale Özeti |Tam Metin PDF

TÜM DERMATOLOGLAR IÇIN DERMOSKOPI
12.
Dermoskopide zorlayıcı bir tanı: Liken planus pigmentozus
A challenging diagnosis on dermoscopy: Lichen Planus Pigmentosus
Özlem Özbağçıvan, Banu Lebe
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.30040  Sayfalar 54 - 55
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale