E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
Sayı : 56 Ek : 4 Yıl : 2023












































Dergimiz 2012 aralık sayısıyla karekod sistemi uygulamasına başlamıştır.

Makalelerin üzerinde bulunan Karekodu dilediğiniz akıllı cihazınız ile okutarak makaleyi indirebilir veya meslektaşlarınızlada paylaşa bilirsiniz.

Cihazınıza QR codeReader app indirerek uygulamayı kullanmaya başlayabilirsiniz.

Apple app için tıklayınız
Android app için tıklayınız

TÜRKDERM - Deri Hastalıkları ve Frengi Arşivi - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 56 (4)
Cilt: 56  Sayı: 4 - 2022
1.
Kapak
Cover

Sayfalar I - VII

DERLEME
2.
COVID-19 aşılarının dermatolojik yan etkileri
Dermatological adverse effects of COVID-19 vaccines
Elçin Akdaş, Nilsel İlter
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.57224  Sayfalar 147 - 153
Şiddetli akut solunum yolu sendromu-koronavirüs-2’nin (SARS-CoV-2) neden olduğu tehlikeli ve potansiyel olarak ölümcül seyredebilen koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) salgınından korunmak için aşı geliştirme çalışmaları eşi benzeri görülmemiş bir sürede tamamlanmıştır. Bu aşılardan bazıları çeşitli otoriteler tarafından onaylanmış ve dünya çapında kullanıma sunulmuştur. Küresel çapta aşı uygulamaları devam ederken, aşılama sonrası bildirilen dermatolojik yan etkilerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Literatürde enjeksiyon bölgesi reaksiyonları, pernio lezyonları, pitriazis rozea, herpes zoster, atopik dermatit ve psoriazis gibi kronik enflamatuvar dermatozların alevlenmeleri gibi birçok kutanöz reaksiyon bildirilmiştir. Çoğu COVID-19 aşısı iki doz ve takviye doz gerektirmekte, aynı zamanda koronavirüsün yeni varyantları göz önüne alındığında aşı uygulamasının bir süre daha devam edeceği tahmin edilmektedir. Bu bağlamda dermatologların günlük pratiğinde aşılara bağlı dermatolojik yan etkilerle karşılaşma olasılıkları daha fazladır. COVID-19 aşısı sonrası kutanöz reaksiyonlarının tanı ve tedavisi, hastaların bilgilendirilmesi ve gerekli danışmanlığın sağlanması gibi birçok konuda dermatologların önemli bir rolü bulunmaktadır. Bu bakış açısı, tekrarlanan dozlar için geliştirilecek aşılama stratejileri açısından da geleceğe yönelik faydalı bilgiler sağlayacaktır. Bu makalede, güncel literatürde COVID-19 aşısı sonrası bildirilen kutanöz reaksiyonların çoğu gözden geçirilmiştir.
Studies for vaccine development have been completed in an unprecedented time to prevent further outbreak of the dangerous and potentially fatal coronavirus disease-2019 (COVID-19) caused by severe acute respiratory syndrome-coronavirus-2 (SARS-CoV-2). Some of these vaccines have been approved by various authorities and made available worldwide. While vaccine applications continue globally, the number of dermatological side effects reported after vaccination is increasing daily. Many cutaneous reactions have been reported in the literature, such as injection site reactions, pernio lesions, pityriasis rosacea, herpes zoster, and exacerbations of chronic inflammatory dermatoses such as atopic dermatitis and psoriasis. Most COVID-19 vaccines require two doses and a booster dose, and considering the new variants of the coronavirus, vaccination is estimated to continue for a while. In this context, dermatologists are more likely to encounter vaccine-related dermatological side effects in their daily practice. Dermatologists play an essential role in many issues such as diagnosis and treatment of cutaneous reactions after COVID-19 vaccination, informing patients and providing necessary counseling. This perspective will also provide helpful information for the future in terms of vaccination strategies to be developed for repeated doses. In this study, most of the cutaneous reactions reported after COVID-19 vaccination in the current literature are reviewed.

ARAŞTIRMALAR
3.
Verruka hastalarında içselleştirilmiş damgalanma
Internalized stigma in patients with verruca
Esra Inan Doğan, Birgül Özkesici Kurt
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.75725  Sayfalar 154 - 158
Amaç: İçselleştirilmiş damgalanma, bireyin toplum tarafından oluşturulan hastalıkla ilgili olumsuz kalıp yargıları kabullenmesi ve değersizlik, utanç gibi duygulanımlarla kendisini toplumdan geri çekmesidir. Bu çalışmanın amacı verruka hastalarında içselleştirilmiş damgalanmanın düzeyini belirlemektir.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya toplam 58 verruka hastası dahil edildi. Hastaların sosyo-demografik ve klinik özellikleri kaydedildi. Hastalara İçselleştirilmiş Damgalanma Ölçeği (İDÖ) uygulandı. Aynı zamanda hastalar 12 maddelik Genel Sağlık Anketi-12 (GSA-12) ve Algılanan Sağlık Durumu (Perceived Health Status) sorusunu da yanıtladı.
Bulgular: Ortalama İDÖ toplam skoru 52,17±14,73 bulundu. Verruka hastalarında tüm ölçek için Cronbach'ın alfa katsayısı 0,92 hesaplandı. Verruka hastalarında İDÖ’nün beş alt ölçeği içinde en düşük iç tutarlılık “damgalanmaya karşı direnç” (Cronbach’ın alfa katsayısı: 0,572), en yüksek iç tutarlılık ise “sosyal geri çekilme” (Cronbach’ın alfa katsayısı: 0,890) alt ölçeğinde bulundu. GSA ile İDÖ toplam ve “damgalanmaya karşı direnç” alt ölçeği hariç diğer İDÖ alt ölçekleri arasında aynı yönlü korelasyon vardı (p<0,05).
Sonuç: Bu çalışma verruka hastalarının toplumun hastalıkla ilgili olumsuz stereotip yargılarını içselleştirdiklerini göstermektedir. Yüksek düzeyde içselleştirilmiş damgalanma, olumsuz GSA sonuçları ile paralel bir eğilim göstermiştir. Bu, verruka hastalarında içselleştirilmiş damgalanmanın depresyonla ilişkili olduğunu gösterebilir. Verruka hastalarının psikososyal açıdan değerlendirilmesi uygun olacaktır.
Background and Design: Internalized stigma is the acceptance of negative stereotypes about the disease created by society and withdrawing of oneself from society with emotions such as worthlessness and shame. This study aimed to investigate the internalized stigma status of patients with verruca.
Materials and Methods: A total of 58 patients with verruca were included in this study. The sociodemographic and clinical characteristics of these patients were recorded. The Internalized Stigma Scale (ISS) was used. In addition, patients answered the 12-Item General Health Questionnaire-12 (GHQ-12) and the Perceived Health Status question.
Results: The mean ISS total score was 52.17±14.73. Cronbach’s alpha coefficient for the whole scale for patients with verruca was 0.92. Among the five ISS subscales in patients with verruca, the lowest internal consistency was found in the “stigma resistance” subscale (Cronbach’s alpha coefficient: 0.572), and the highest internal consistency was in the “social withdrawal” subscale (Cronbach’s alpha coefficient: 0.890). A significant correlation was found between the GHQ-12 and ISS total or ISS subscales, except for the “stigma resistance” subscale (p<0.05).
Conclusion: This study revealed that patients with verruca internalize the negative stereotypes of society about the disease. High levels of internalized stigma were related to poor GHQ scores. This may indicate that internalized stigma is associated with depression in patients with verruca. Thus, the psychosocial aspects of patients with verruca should be evaluated.

4.
Hidroksiüre tedavisi ile ilişkili prekanseröz deri lezyonları ve malign deri tümörleri: Geniş bir serinin değerlendirilmesi ve literatürün gözden geçirilmesi
Precancerous skin lesions and malignant skin tumors associated with hydroxyurea treatment: Evaluation of a large series and review of the literature
Can Baykal, Kübra Nursel Bölük, Sıla Kılıç Sayar, Şule Öztürk Sarı, Amid Mahmudov, Nesimi Büyükbabani
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.91489  Sayfalar 159 - 165
Amaç: Hematolojik hastalıklar için hidroksiüre (HÜ) kullanan hastalarda malign deri tümörü gelişimi daha önce bildirilmiştir. Bu çalışma ile uzun süreli HÜ kullanımı ile ilişkili premalign deri lezyonları ve malign deri tümörlerinin tüm özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Tek bir dermatoloji merkezinde 2008-2021 yılları arasında HÜ tedavisi sırasında prekanseröz deri lezyonu veya malign deri tümörü tanısı alan ardışık hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Beş farklı hematolojik endikasyon için HÜ kullanan 13 hastada (ortalama yaş 66,5 yıl) prekanseröz deri lezyonu [aktinik keratoz (AK)] veya malign deri tümörü görüldü. Hastalardan 11’i bu ilacı 5 yıldan uzun süre kullanmışken 2’sinde bu süre daha kısaydı. İlk lezyonların oluşumu ile ilacın başlangıç tarihi arasında ortalama 9-10 yıllık bir süre vardı. İki hastada tek başına AK görülürken 7 hastada melanom dışı deri kanseri ve AK beraber görüldü. Dört hastada ise sadece melanom dışı deri kanseri saptandı. Melanom dışı deri kanseri ve AK görülen hastaların birinde ayrıca melanom saptandı. Toplamda 12 bazal hücreli karsinom (BHK), 12 skuamöz hücreli karsinom (SHK) ve 1 adet melanom tanısı konuldu. En sık görülen BHK tipi, yüzeyel tipti ve bunu nodüler tip takip etti. Melanom dışı deri kanserlerinin en sık yerleştiği bölge yüz olup bunu saçlı deri, boyun ve üst ekstremite ekstansör yüzeyleri izledi.
Sonuç: Bu geniş serinin sonuçları, UV ilişkili deri maligniteleri ve HÜ tedavisi ilişkisi olasılığını güçlendirmektedir. Daha önceki bazı yayınlardan farklı olarak SHK ve BHK aynı insidansta görülmüş, BHK’nin farklı tiplerine rastlanabileceği saptanmıştır. Birçok hastada birden fazla malign deri tümörü olduğu göz önünde bulundurulduğunda HÜ tedavisi alan tüm hastalarda bu tümörlerin oluşumunu kolaylaştıran diğer bir faktör olan güneş ışığına karşı koruyucu önlemlere uyulmasının sağlanmasının ve uzun dönem takibin ihmal edilmemesinin önemi ortaya çıkmaktadır.
Background and Design: Malignant skin tumors have been reported in patients using hydroxyurea (HU) for hematological disorders. This study aimed to investigate the characteristics of precancerous skin lesions and malignant skin tumors in association with long-term HU therapy.
Materials and Methods: Records of consecutive patients diagnosed with precancerous and cancerous skin lesions during HU therapy in a single dermatology department between 2008 and 2021 were retrospectively analyzed.
Results: Among 13 patients (mean age: 66.5 years) treated with HU for five different hematological diseases, 11 had used HU >5 years, whereas the time was shorter in the other two patients. The period between HU treatment initiation and the appearance of the first lesion was approximately 9-10 years. Actinic keratosis (AKs) were found in two patients, non-melanoma skin cancers (NMSCs) accompanied by AKs in seven patients, and only NMSCs in four patients. Melanoma was seen in a patient with NMSCs and AKs. In total, 12 basal cell carcinomas (BCCs), 12 squamous cell carcinomas (SCCs), and one melanoma were diagnosed. The superficial type was the most common type of BCCs, followed by the nodular type. NMSCs were located mainly on the face, followed by the scalp, neck, and extensor surfaces of the upper extremities.
Conclusion: The results of this large series support the possibility of the relationship between UV-induced skin cancer and HU therapy. SCCs and BCCs showed equal incidence in the present study in contrast to some previous reports, and different BCC types may occur in these patients. As many patients have more than one malignant skin tumor, protective measures against sunlight, which is another inducing factor for these tumors, and a long-term follow-up, should not be ignored.

5.
Akne tedavisi ile ilgili Türkçe YouTube videolarının kalite, güvenirlik ve popülarite açısından değerlendirilmesi
Evaluation of the quality, reliability, and popularity of Turkish YouTube videos on acne treatment
Özge Kaya, Sezgi Sarikaya Solak
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.09623  Sayfalar 166 - 171
Amaç: Sosyal medya dermatolojik hastalıklar ve tedavileri hakkında bilgi almak için oldukça popülerdir. Biz bu çalışmada akne tedavisiyle ilgili Türkçe YouTube videolarını değerlendirmeyi ve yüklenme kaynağına göre videoları kalite, güvenirlik ve popülarite açısından karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: YouTube arama motoruna “akne tedavisi” anahtar kelimesi yazılarak bulunan ilk 120 Türkçe video incelendi. Videoların görüntülenme sayısı, beğeni ve beğenmeme sayısı, yorum sayısı, videonun yüklenme zamanı ve video süreleri kaydedildi. Videoların kalitesi ve güvenirliği DISCERN skoru ve Global Kalite Skoru/Global Quality Score (GQS) kullanılarak, video popülaritesi de video güç indeksi/video power index (VPI), video güç indeksi) kullanılarak değerlendirildi. Daha sonra bulgular videoların yüklenme kaynağına göre karşılaştırıldı.
Bulgular: Yüz yirmi videonun 104’ü dahil edilme kriterlerini karşılayarak çalışmaya dahil edildi. Tüm videoların ortalama DISCERN puanı 49,65±8,40 ve ortalama GQS 3,57±0 idi. Doktorların yüklediği videolardaki (n=52, %50) ortalama DISCERN ve GQS istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). Doktor olmayanların yüklediği videoların (n=52, %50) izlenme sayısı, beğeni sayısı, beğenmeme sayısı, yorum sayısı, ve VPI istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). Doktorların yüklediği videolarda yükleme gününden itibaren geçen süre daha fazla iken, doktor olmayanların yüklediği videolarda video süresi daha uzundu (p<0,001). Dermatologların yüklediği videolardaki (n=30,%54) DISCERN ve GQS dermatolog olmayan doktorların (n=22, %46) yüklediği videolardan istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksekti (p<0,001). Diğer bulgularda istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
Sonuç: Bu çalışma doktorlar özellikle dermatologlar tarafından yüklenen akne tedavisiyle ilgili Türkçe YouTube videolarının daha kaliteli ve güvenilir olduğunu ancak izlenme oranı ve popülaritesinin daha düşük olduğunu göstermiştir.
Background and Design: Social media is extremely popular for obtaining information on dermatological diseases and their treatments. The present study aimed to evaluate Turkish YouTube videos on acne treatment and compare them in terms of quality, reliability, and popularity based on the upload source.
Materials and Methods: The first 120 Turkish YouTube videos on acne treatments were reviewed. The number of views, likes, dislikes, comments, video age, and video length were recorded. The quality and reliability of the videos were evaluated with the video power index (VPI). Then, the findings were compared based on the upload source.
Results: A total of 104 videos uploaded by 52 physicians and 52 non-physicians (female: male ratio: 3.3: 1) were assessed in this study. The DISCERN Score and Global Quality Score (GQS) were higher in the physicians’ group (n=52, 50%) (p<0.001). The number of views, likes, dislikes, comments and VPI were significantly higher in the non-physicians group. The time elapsed since the upload day was longer in the videos uploaded by physicians, and the video duration was longer in the videos uploaded by non-physicians (p<0.001). The DISCERN and GQS in videos uploaded by dermatologists (n=30, 54%) were higher (p<0.001) than in those uploaded by non-dermatologists (n=22, 46%). No statistically significant difference was found in other findings.
Conclusion: This study's findings confirmed that Turkish YouTube videos on acne treatment uploaded by doctors, especially dermatologists, were of higher quality and reliable, albeit with lower viewing rates and popularity.

6.
Üçüncü basamak bir saglık merkezinde degerlendirilen Fitzpatrick deri tipi 5-6 olan göçmenlerdeki dermatolojik hastalıklar
Dermatological diseases in immigrants with Fitzpatrick skin types 5-6 evaluated in a tertiary health center
Elif Afacan Yıldırım, Yusuf Can Edek, Esra Adışen
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.82084  Sayfalar 172 - 177
Amaç: Ülkemizde Fitzpatrick deri tipi 5-6 olan göçmenlerde görülen dermatolojik hastalıklara ilişkin dermatologların sınırlı deneyimi olup bu durum zaman zaman tanıda güçlüklere neden olabilmektedir. Çalışmanın amacı üçüncü basamak bir sağlık merkezinde değerlendirilen bu hasta popülasyonunun klinik ve demografik özelliklerinin incelenmesidir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamız tek merkezli ve retrospektif olup 1 Haziran 2018-15 Temmuz 2021 tarihleri arasında dermatoloji polikliniğimize başvuran, Fitzpatrick deri tipi 5-6 olan tüm hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Tüm veriler elektronik veri tabanından elde edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya Fitzpatrick deri tipi 5-6 olan 14 ülkeden 65 hasta dahil edilmiştir. Hastaların 37’si kadın, 28’i erkektir ve yaş ortalaması 30,7±15,54’tür. Hastalar en sık Doğu Afrika’dan (%76,9) olup, 38 hasta (%58,5) Somali kökenlidir. En sık karşılaşılan dermatolojik tanılar akne (%21,5), enfeksiyonlar (%20,0), dermatitler (%12,3), pigmentasyon bozuklukları (%9,2) ve kserozis kutis’dir (%9,2). Toplamda 6 hastadan (%9,2) biyopsi alınmıştır. Uygulanan tedavi modaliteleri değerlendirildiğinde hastaların %55,4’üne yalnızca topikal, %26,1’ine topikal ve sistemik, %4,6’sına yalnızca sistemik tedavi, %6,1’ine kriyoterapi/cerrahi yöntemler ve %7,7’sine ileri inceleme önerilmiştir.
Sonuç: Çalışmamızda sık görülen tanılardan akne, dermatitler, pigmentasyon bozuklukları ve alopesiler, literatürde Fitzpatrick deri tipi 5-6 hastalarda en sık görüldüğü bildirilen tanılar ile uyumludur. Çalışmamızda enfeksiyonların en sık rastlanan tanılardan biri olması bu hasta popülasyonunun göçmen olması nedeniyle ülkemizde sahip olduğu zor yaşam koşullarıyla ilişkili olabilir. Fitzpatrick deri tipi 5-6 olan bireylerde yaygın görülen dermatolojik hastalıkların hekimler tarafından iyi tanınması önemlidir, bu nedenle çalışmamızın sonuçları uygun dermatolojik bakımın planlanması için bu hasta grubunun tıbbi ihtiyaçlarının belirlenmesinde daha sonraki çalışmalar için yol gösterici olabilir.
Background and Design: Dermatologists have limited experience with dermatological diseases seen in immigrants with Fitzpatrick skin types 5-6 in Turkey, which can cause difficulties in diagnosis. This study aimed to examine the clinical and demographic characteristics of this patient population evaluated in a tertiary health center.
Materials and Methods: All patients with Fitzpatrick skin types 5-6 who applied to our dermatology outpatient clinic between June 1, 2018, and July 15, 2021, were included in this single-center, retrospective study. All data were obtained from the electronic database.
Results: The study included 65 patients with Fitzpatrick skin types 5-6 from 14 countries. Overall, 37 of the patients were female and 28 were male, and the mean age was 30.7±15.54 years. The patients were most commonly from East Africa (76.9%), and 38 (58.5%) patients were from Somalia. The most common diagnoses were acne (21.5%), infections (20.0%), dermatitis (12.3%), pigmentation disorders (9.2%), and xerosis cutis (9.2%). Biopsy was taken from 6 (9.2%) patients. As regards treatment, only topical treatment was recommended in 55.4%, topical and systemic treatment in 26.1%, systemic treatment in 4.6%, cryotherapy/surgical methods in 6.1%, and further examination in 7.7% of the cases.
Conclusion: Acne, dermatitis, pigmentation disorders, and alopecia, which are common diagnoses in our study, are consistent with the diagnoses reported most frequently in patients with Fitzpatrick skin type 5-6. The finding that infections (20.0%) were among the most common diagnoses in our study may be related to the difficult living conditions of this patient population as they are immigrants. Thus, physicians should recognize common dermatological diseases in individuals with Fitzpatrick skin types 5-6. Our results may guide further studies in determining the medical needs of this patient group and planning dermatological care appropriately.

7.
Sıkıntıya dayanma düzeyi kronik spontan ürtikerin şiddeti ile ilişkili olabilir mi?
Could distress tolerance levels be associated with the severity of chronic spontaneous urticaria?
Neşe Göçer Gürok, Mehmet Gürkan Gürok, Savaş Öztürk
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.46793  Sayfalar 178 - 182
Amaç: Kronik spontan ürtiker (KSÜ) eritemli, kaşıntılı kabarıklıklar, anjiyoödem ya da her ikisinin birlikte altı haftadan uzun görülmesiyle karakterize ve sık karşılaşılan bir hastalıktır. Etiyolojisi tam olarak aydınlatılmamıştır. Bu çalışmada KSÜ hastalarının sıkıntıya dayanma tolerans (DT) düzeylerini ve bunun klinik parametreler ve diğer ruhsal semptomlarla ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya eşlik eden başka herhangi bir hastalığı olmayan toplam 52 KSÜ hastası ve benzer sosyo-demografik özellikleri olan 50 sağlıklı kişi dahil edildi. Hasta grubunda hastalık şiddetini değerlendirmede ürtiker aktivite skoru 7 (ÜAS7) kullanıldı. Her iki grup da Sosyo-demografik ve Klinik Bilgi Formu, Sıkıntıya Dayanma Ölçeği (SDÖ), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Durumluk ve Sürekli Kaygı Puanları ile değerlendirildi. Hasta ve kontrol grubunda kullanılan psikiyatrik ölçekler arasında istatistiksel farklılık olup olmadığı ve hasta grubunda ÜAS7 ile ölçekler arasındaki korelasyon varlığı incelendi.
Bulgular: Hasta ve kontrol grupları arasında sosyo-demografik açıdan fark bulunmamaktaydı. Sıkıntıya dayanma ölçeği total ve alt ölçek puanlamalarında hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar vardı. SDÖ total, tolerans, öz yeterlilik puanı ve SDÖ regülasyon puanlarının tamamı hasta grubunda istatistiksel olarak daha düşük bulundu (sırasıyla; p<0,001, p<0,001, p=0,002, p=0,02). Hasta grubunda BDÖ (p<0,01) ve anksiyete puanları (durumluk p<0,001 ve sürekli p=0,002) da kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti. Ayrıca UAS7 ile diğer tüm ölçekler arasında pozitif korelasyon vardı.
Sonuç: Psikolojik bozukluklar KSÜ hastalarında sık görülür ve hastalık seyri ile karşılıklı bir etkileşime sahiptir. Bu etkileşim iyi bilinmesine rağmen KSÜ hastalarına multidisipliner açıdan nasıl yaklaşılacağı net değildir. Çalışmamızda, sıkıntıya dayanma eşiğinin KSÜ hastalarında büyük ölçüde azaldığını, hastalık şiddeti ile ruhsal semptomlar arasında pozitif korelasyon olabileceğini belirledik. Sonuç olarak, sıkıntıya DT’nin KSÜ hastalarında psikoterapide ele alınabileceğini ve yalnızca tedavi açısından değil, hastalık şiddeti yönünden de yararlı bir ölçüt olabileceğini düşünüyoruz.
Background and Design: Chronic spontaneous urticaria (CSU) is a common disease characterized by erythematous and itchy wheals, angioedema, or both that last for >6 weeks. Its etiology is not yet fully determined. This study aimed to analyze the distress tolerance (DT) levels of patients with CSU and correlations between DT and clinical parameters and other psychological symptoms.
Materials and Methods: Fifty-two patients with CSU without any concomitant diseases were included in the study. The control group included 50 healthy volunteers with similar baseline demographics but without physical or psychiatric diseases. The urticaria activity score 7 (UAS7) was used to determine the disease severity in the patient group. In both groups, Sociodemographic and Clinical Data Form, Distress Tolerance Scale (DTS), Beck Depression Inventory (BDI), and state and trait anxiety inventory were used. Statistical differences in psychiatric scale scores were found between the patient and control groups, and a correlation was found between UAS7 and scale scores in the patient group.
Results: No differences in sociodemographic variables were found between the patient and control groups. The DTS and subgroup score analysis revealed statistically significant differences between the patient and control groups. The DTS-total scores (p<0.001), DTS tolerance subdimension scores (p<0.001), DTS self-efficacy subdimension scores (p=0.002), and DTS regulation subdimension scores (p=0.02) were statistically lower in the patient group than in the control group. The BDI (p<0.01) and anxiety scores (state, p<0.001; trait, p=0.002) were also higher in the patient group than in the control group. Furthermore, a positive correlation was found between UAS7 scores and all scale scores.
Conclusion: Psychological disorders are prevalent in patients with CSU and exhibit an interaction with the prognosis. Although the interaction is well-known, no clear multidisciplinary approach has been established for patients with CSU. In this study, DT was significantly reduced in patients with CSU, and a positive correlation may exist between disease severity and psychological symptoms. Thus, the evaluation of DT in patients with CSU could be addressed in psychotherapy and might be a beneficial criterion not only for the treatment but also for disease severity.

OLGU SUNUMLARI
8.
Koronavirüs hastalığı-2019 mRNA aşısı sonrası gelişen atipik prezentasyonlu lineer immünoglobulin A dermatozu
An unusual presentation of linear immunoglobulin A dermatosis after coronavirus disease-2019 mRNA vaccine
Elif Eriş, Yunus Özcan, Belkız Uyar, Mehmet Gamsızkan
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.38387  Sayfalar 183 - 185
Lineer immünoglobulin A büllöz dermatoz (LABD) çocuklarda ve erişkinlerde görülebilen nadir bir subepidermal vezikülobüllöz hastalıktır. Çoğu olgu idiyopatik olmakla birlikte; ilaçlar, enfeksiyonlar ve malignitelerin de LABD’yi indüklediği bildirilmiştir. Bu olgu sunumda, koronavirüs hastalığı-2019 mRNA aşısı ile bağışıklandıktan kısa bir süre sonra LABD gelişen 43 yaşında bir kadın hastayı sunuyoruz.
Linear immunoglobulin A bullous dermatosis (LABD) is a rare subepidermal vesiculobullous disease that can develop in children and adults. Although most cases are idiopathic, drugs, infections, and malignancies have also been reported to induce LABD. In this report, we present the case of a 43-year-old female patient who developed LABD with an unusual clinical appearance shortly after immunization with the coronavirus disease-2019 mRNA vaccine.

9.
Küçük bir çocukta Buschke'nin sklerödemi ve ultraviyole A1 fototerapisi ile başarılı tedavisi
Scleredema of Buschke in a little child and its successful treatment with ultraviolet A1 phototherapy
Damla Demir, Müge Göre Karaali, Filiz Cebeci Kahraman, İlkin Zindancı, Ebru Zemheri
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.51261  Sayfalar 186 - 189
Beş yaşında kadın hasta, deride sertlik ve kalınlık şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Klinik ve histopatolojik bulgular ile Buschke'nin sklerödemi tanısı kondu. Haftada 3 gün 30 j/cm2 ultraviyole A1 (UVA1) fototerapisi planlandı. Kırk beş seans UVA1 fototerapisinden sonra (kümülatif doz 1,350 j/cm2 ile) klinik tam remisyon sağlandı. Ultrasonografi ile deri kalınlığında iyileşme gözlendi ve 2 yıllık takipte nüks izlenmedi.
A 5-year-old girl with skin hardness and thickening was admitted to our clinic and diagnosed with scleredema of Buschke clinically and histopathologically. Ultraviolet A1 (UVA1) phototherapy at a dose of 30 J/cm2 was planned for 3 days in 1 week. After 45 UVA1 phototherapy sessions (with a cumulative dose of 1350 J/cm2), clinical complete remission was achieved. Ultrasonography revealed improvement in skin thickening, and no recurrence was noted in the 2-year follow-up period.

10.
Plak benzeri dermatofibrom: Bir olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi
Plaque-like dermatofibroma: A case report and review of the literature
Sinan Nane, Aslı Bilgiç, Cumhur İbrahim Başsorgun, Erkan Alpsoy
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.38107  Sayfalar 190 - 192
Dermatofibromlar nadir görülen bazı farklı klinik formları olmakla birlikte sık görülen deri tümörleridir. Dev dermatofibromlar, tipik dermatofibrom histopatolojik özellikleri olan, 5 cm’den büyük, iyi huylu, saplı lezyonlardır. Plak benzeri dermatofibromlar tipik olarak pedikülsüz dev dermatofibromların bir alt tipi olarak kabul edilir. Burada 5 yaşında bir kız çocukta görülen plak benzeri dermatofibrom olgusunu nadir görülmesi nedeniyle sunmayı ve bu klinik tabloyu literatürdeki tüm olgularla birlikte gözden geçirmeyi amaçladık.
Dermatofibromas are common skin tumors although there are some different clinical forms, which are seen rarely. Giant dermatofibromas are benign, pedunculated lesions that are larger than 5 cm with typical dermatofibroma histopathologic features. Typically, plaque-like dermatofibromas are considered a subtype of giant dermatofibromas without a pedicule. Here, we aimed to report a case of plaque-like dermatofibroma seen in a 5-year-old girl due to its rarity and to review this clinical picture together with all the cases in the literature.

11.
Şiddetli kutanöz ülserlerle seyreden anti-MDA5 pozitif dermatomiyozit
Anti-MDA5 antibody-positive dermatomyositis with severe cutaneous ulcers
Büşra Demirbağ Gül, Nilgün Şentürk, Deniz Bayçelebi, Levent Yıldız
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.82881  Sayfalar 193 - 196
Anti-melanoma differentiation-associated protein 5 (anti-MDA5) antibody-positive dermatomyositis (DM) is a subtype of DM described recently. It has atypical features compared with classical DM, such as cutaneous ulcers, interstitial lung disease (ILD), arthritis, and less muscle involvement. We presented a patient diagnosed with anti-MDA5 antibody-positive DM with severe cutaneous ulcers, whose symptoms started after an electrical injury trauma. The patient was a 33-year-old man who was admitted to our department with skin rash, arthralgia, and weakness developing during the last 2 months. In his medical history, he sustained a low-voltage electrical injury 1 month ago. He was diagnosed with DM according to the physical examination, laboratory, and radiological findings and cutaneous histopathology. Treatment with oral administration of prednisolone 1 mg/kg/day and intravenous administration of immunoglobulin 2 g/kg/day was initiated. At the start of symptom improvement, the prednisolone dose was gradually tapered. At the third visit, his condition deteriorated, presenting with cutaneous and mucosal ulcers. At this point, the extended myositis panel was sent, and anti-MDA5 antibody was detected. High-resolution computed tomography revealed peripheral intralobular reticular opacities on both lungs, which indicated ILD in the early stage. Therefore, intravenous administration of cyclophosphamide 1000 mg once a month was added to steroid and intravenous immunoglobulin. His treatment continued with dramatic improvement. Anti-MDA5 antibody-positive DM has a significant risk of developing rapidly progressive ILD, therefore diagnosing timely is critical for prognosis.
Anti-melanom farklılaşması ile ilişkili protein 5 (anti-MDA5) antikoru pozitif dermatomiyozit (DM), son zamanlarda tanımlanmış bir DM alt tipidir. Klasik DM ile karşılaştırıldığında kutanöz ülserler, interstisyel akciğer hastalığı (İAH), artrit ve daha az kas tutulumu görülmesi gibi atipik özelliklere sahiptir. Burada, semptomları elektrik travması sonra başlayan, şiddetli kutanöz ülserli, anti-MDA5 antikoru pozitif DM tanısı konan bir hastayı sunduk. Otuz üç yaşında erkek hasta son iki aydır gelişen deri döküntüsü, artralji, halsizlik şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde bir ay önce düşük voltajlı elektrik travması geçirdiği öğrenildi. Fizik muayene, laboratuvar, radyoloji bulguları, deri histopatolojisine göre DM tanısı konuldu. Oral prednizolon 1 mg/kg/gün ve intravenöz immünoglobulin 2 g/kg/ay tedavisi başlandı. Başlangıçta semptomlar düzeldiği için prednizolon dozu kademeli olarak azaltıldı. Üçüncü vizitte hasta kutanöz ve mukozal ülserlerle tarafımıza başvurdu. Bu noktada, genişletilmiş miyozit antikor paneli testi gönderildi ve anti-MDA5 antikorunun varlığı tespit edildi. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografide, her iki akciğerde erken İAH anlamına gelen periferik intralobüler retiküler opasiteler görüldü. Bu nedenle steroid ve intravenöz immünoglobulin tedavsine ek olarak ayda bir kez 1000 mg intravenöz siklofosfamid eklendi. Hastanın tedavisi dramatik bir iyileşme ile birlikte devam ediyor. Anti-MDA5 pozitif DM, hızlı ilerleyen İAH geliştirme açısından önemli bir riske sahiptir, bu nedenle zamanında teşhis, prognoz için kritik öneme sahiptir.

EDITÖRE MEKTUP
12.
Sekukinumabın tetiklediği paradoksal palmoplantar püstüler psoriazis
Secukinumab-induced paradoxical palmoplantar pustular psoriasis
Yıldız Gürsel Ürün, Hande Yelgen, Mustafa Ürün, Nuray Can
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.39591  Sayfalar 197 - 199
Makale Özeti |Tam Metin PDF

İNDEKS
13.
Konu Dizini
Subject Index

Sayfalar E1 - E3
Makale Özeti |Tam Metin PDF

14.
Hakem Dizini
Referee Index

Sayfa E4
Makale Özeti |Tam Metin PDF

15.
Yazar Dizini
Author Index

Sayfalar E5 - E6
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale