Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 35 (1)
Volume: 35  Issue: 1 - 2001
Hide Abstracts | << Back
BAŞYAZI
1.
Tatuaj uygulamalarının adli tıbbi değerlendirilmesi
Tunç Demircan, Nevzat Alkan
Pages 11 - 17
Abstract

DERLEME
2.
Büllöz pemfigoid ve tedavisinde gelişmeler
Emel Bülbül Başkan, Şükran Tunalı
Pages 18 - 25
Büllöz pemfigoid en sık görülen otoimmün büllöz hastalıktır. Son yıllarda, özellikle şiddetli ve dirençli olgularda yeni tedavi alternatifleri gündeme gelmiştir. Bu derlemenin amacı, yeni gelişmelerin ışığında büllöz pemfigoidin geleneksel ve alternatif tedavi yöntemlerini özetlemektedir.

ARAŞTIRMA
3.
Mycosis fungoides' de c-myc, Bcl-2, p53, PCNA protein ekspresyonları ve apoptozis
Sedef Şahin, Gül Bükülmez, Arzu Sungur, Nilgün Atakan
Pages 26 - 31
Apoptozis, genetik olarak programlanmış morfolojik ve biyokimyasal değişiklikler ile karakterize hücre ölümüdür. Apoptozisin karsinogenez oluşumunda önemli rolü olduğu düşünülmektedir. Bunun yanısıra birçok antineoplastik tedavinin de etkilerini apoptozis aracılığıyla gösterdiği bilinmektedir. Bu çalışma , apoptozisin ve bazı onkogen, tümör süpresör genlerin mycosis fungoides patogenezindeki rollerini incelemek ve PUVA tedavisinin etki mekanizmasına açıklık getirebilmek amacı ile planlanmıştır. Mikozis fungoides tanısı alan 44 hastanın tedavi öncesinde ve 25 hastanın tedavi sonrasında c-myc, bcl-2, p53, PCNA ekspresyonları ve apoptozis araştırıldı. c-myc, bcl-2, p53, PCNA ekspresyonları immünuhistokimya yöntemi ile çalışıldı. Apoptozis parçalanmış DNA' nın in-situ olarak işaretlenmesi (in-situ end-labeling of fragmented DNA) yöntemi ile araştırıldı. çalışma grubundaki 44 hastanın %80' i Evre I' de, %9'u Evre II' de, %1' i Evre III' de idi. Lenfositlerdeki c-myc, bcl-2 ve PCNA ekspresyonları tedavi sonrasında anlamlı olarak düşme gösterdi. Tedavi öncesi ve sonrasına ait biyopsi örneklerinde nadir apoptotik hücre saptandı. Sayının yetersiz olması nedeniyle değerlendirmeye alınamadı. Çalışmamız PUVA tedavisinin Mycosis fungoides lezyonlarında, lenfositlerdeki c-myc, PCNA ve bcl-2 ekspresyonlarını azalttığını göstermekte ve lenfositlerde hem proliferasyonu engellediği, hem de apoptozise neden olduğu görüşünü desteklemektedir.

4.
Genital ülserlerde genital herpes sıklığı
Emine Derviş, Aylin Sema Aksu, Lütfiye Ersoy, Aynur Karaoğlu
Pages 32 - 36
Tüm dünyada genital herpes sıklığı giderek artmaktadır. Son yayınlarda cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklara bağlı genital ülserlerin çoğunun herpes simpleks virüs Tip 2 (HSV-2) ye bağlı olduğu bildirilmektedir. Cinsel ilişkiyle bulaşan hastalıklar açısından risk grubunda olmayan kadın hasta grubunda HSV-2' ye bağlı genital ülser sıklığını araştırmak amacıyla yapılan bu çalışmaya Mayıs-1999-Ekim 1999 tarihleri arasında Haseki Hastanesi Dermatoloji ve Jinekoloji polikliniklerine genital ülser nedeniyle ilk kez başvuran 50 kadın hasta alınmıştır. Hastaların hepsinin serumlarında VDRL, TPHA, anti HIV, HSG-2 IgG ve IgM antikor testleri yapılmıştır. Tüm hastalarda Behçet hastalığı sorgulanmış ve araştırılmıştır. 50 genital ülserli hastanın 10' unda Behçet hastalığı (%20), 5' inde aktif genital herpes (%10), 1' inde Behçet hastalığı ile birlikte genital herpes (%2), 1'inde skuamöz hücreli karsinom (%2), 1'inde fronküle bağlı ülser (%2) saptanmıştır. 50 kişilik genital ülserli hasta grubumuzun 17'sinde (%34), HSV-2 IgM (-) bulunmuştur. Çalışma grubumuzda cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklara bağlı ülser sebeplerinden herpes genitalisin sifilizden daha fazla görülmesi ve HSV-2 IgG (+) liğinin cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklar açısından risk grubunda olmayan kadın hasta grubunda %34 gibi yüksek oranda bulunması sonucu genital herpesin ülkemizde de sık rastlanan bir hastalık olduğu kanısına varılmıştır.

5.
Behçet hastalığında antinötrofil sitoplazmik antikorlar
Nilgün Şentürk, Belma Durupınar, Ayla Yenigün, Ahmet Yaşar Turanlı
Pages 37 - 39
Behçet hastalığının seyri sırasında ortaya çıkan kutanöz ve sistemik bulgular küçük ve büyük damarların vaskülitine bağlıdır. Son yıllarda bazı vaskülitlerde antinötrofil sitoplazmik antikorların rol oynadığı gösterilmiştir. Bu vaskülitlerle, Behçet hastalığının etyolojisinde antinötrofil sitoplazmikantikorların rol oynayabileceği düşünülmüştür. Bu çalışmaya Behçet hastalığı tanısı ile izlenen 46 hasta alındı. Antinötrofil sitoplazmik antikorların varlığı indirekt immunfloresan yöntemi ile, etanol ile fikse edilmiş insan nötrofilleri kullanılarak araştırıldı. çalışmaya alınan hastaların sadece ikisinde bu antikorların varlığı saptanmıştır. Antinötrofil sitoplazmik antikorların Behçet hastalığının seyri sırasında ortaya çıkan vaskülitik olaylarda rol oynamadığı sonucuna varılmıştır.

6.
Tek doz itrakonazol ile tinea versikolor tedavisi
Yelda Karıncaoğlu, Gürsoy Doğan, Ersoy Hazneci, Hayriye Özcan
Pages 40 - 42
Tinea versikolor lipofilik malassezia furfur mayalarının neden olduğu rekürren, yüzeyel, hafif, kronik bir deri infeksiyonudur. Sistemik tedavi başlıca yaygın tutulum, rekürren enfeksiyonlar ve topikal ajanların tek başına tedavide yetersiz kaldığı durumlarda tercih edilir. Bu çalışmanın amacı tek doz oral 400 mg itrakonazolün, yaygın veya rekürren tinea versikolorda tedavi etkinliğini araştırmaktır. Çalışmaya 23 kadın ve 17 erkek toplam 40 hasta alındı; bununla birlikte 18 kadın ve 9 erkek toplam 27 hasta çalışmayı tamamladı. Yaşları 17 ile 45 arasındaydı. Tüm hastalarda lezyonların çapları, eritemi, skuamı ve KOH incelemesi tedavi öncesi kaydedildi. İtrakonazol oral 400 mg tek doz olarak verildi. Tedavi sonrası hastalar 3. ve 6. haftalarda yeniden değerlendirildi. Tedavi sonrası 3. haftada 19 (%70.4) hastada lezyonlar tamamen düzeldi. Altıncı haftadaki kontrolde ise 1 (%3.7) hastada rekürrens izlendi. Sonuç olarak versikolor tedavisinde tek doz 400 mg oral itrakonazol güvenli ve etkili bir tedavi seçeneği olabilir.

7.
Çocukluk çağı psoriazisinin klinik özellikleri: 117 vakalık retrospektif bir çalışma
Gül Bükülmez, Sibel Ersoy, Nilgün Atakan, Yasemin Koyuncu Saray, Sedef Şahin, Ayşen Karaduman, Tülin Akan, Fikret Kölemen
Pages 43 - 45
Psoriazis çocukluk çağında da görülen, genetik olarak belirlendiği düşünülen inflamatuvar bir deri hastalığıdır. Bu çalışma psoriazisli çocuk hastalardaki klinik özellikleri ve tetikleyici olduğu düşünülen faktörlerin dağılımını saptamak amacı ile planlanmıştır. Araştırmaya hasta dosyaları taranmak suretiyle psoriazis tanısı almış 117 çocuk hasta dahil edildi. çalışma grubundaki hastaların %62' si kız, %38' i erkek olarak saptandı. Yaş ortancası 8 olup (aralık:1-15 yaş), hastaların %62' si 7-12 yaş arasındaydı. Hastaların %7' sinde ilaç, %13' ünde üst solunum yolu infeksiyonu ve %102 unda aile öyküsü mevcuttu. Boğaz kültürü yapılan hastaların %25' inde A-grubu beta hemolitik streptokok saptandı. Lezyonlar %90 hastada plak şeklindeydi. En sık yerleşimi %93' lük oranla gövde ve saçlı deri oluşturmaktaydı. Tırnak tutulumu 25 hastada gözlenip, tırnak lezyonların %80' i pitting şeklindeydi. Sonuç olarak, psoriazis, çocukluk döneminde en sık olarak plak tip olarak görülmektedir. Hastalığın infeksiyon ile ilişkisi serimizde gösterilememiş olsa da, boğaz kültüründe üremesi olanlarda rekürenslerin anlamlı şeklide azaldığı saptanmıştır.

OLGU BİLDİRİSİ
8.
Pitirosporum foliküliti: Klinik ve histopatolojik bulgular
Emine Derviş, Gül Barut, Ramazan Kutluk, Aynur Karaoğlu, Lütfiye Ersoy
Pages 46 - 50
Poliklinik şartlarında çoğu zaman akne olarak nitelendirilen pitirosporum folikülitine ait klinil ve histopatolojik özelliklerin gözden geçirildiği bu çalışma 1.5.1998-1.6.1999 tarihleri arasında yapılmıştır. Gövde ve koların üst kısmında lokalize çok sayıda, kaşıntılı, foliküler yerleşimli eritemli papül ve püstüller nedeniyle kliniğimize başvuran ve bu özellikleriyle pitirosporum foliküliti düşündüğümüz 12 olguda düşünülen tanıyı doğrulamak amacıyla histopatolojik inceleme yöntemleri kullanılmıştır. Klinik olarak pitirosporum foliküliti tanısı alan /' si erkek, 5' i kadın hastaya ait lezyonlardan yapılan histopatolojik değerlendirme sonucu 8 biopsi örneğinde interfoliküler alanlarda, rüptüre foliküller içinde ve çevresinde PAS ile pozitif boyanan , tomurcuklanan sporlar görülmesi sonucu pitirosporum foliküliti tanısı doğrulanmıştır. Diğer 4 hhastada sporların görülmemesi nedeniyle bu tanıdan uzaklaşılmıştır.

9.
Malin piyodermi: Atipik yerleşimli piyoderma gangrenozum
Cüneyt Soyal, A. Nalan Gürler, Nesibe Doğan, Betül Avcı, Oktay Avcı
Pages 52 - 55
Malin piyodermi, özellikle baş boyun yerleşimli, ilerleyici ülserasyonlarla karakterize, nadir görülen idiyopatik bir dermatozdur. Atipik yerleşimli bir pyoderma gangrenozum formu olarak kabul edilmekle birlikte benzer lezyonlar, Wegener granulomatozunun kutan bulgusu olarak da ortaya çıkabilmektedir. Bu makalede, bir malin piyodermi olgusu sunularak dermatozun ayırıcı tanısı ve sağaltımı literatür eşliğinde gözden geçirilmiştir.

10.
Keratozis pilaris atrofikans fasiei: İki olgu sunumu
Nilgün Şentürk, Gamze Seraslan, Nalan Saraç, Sancar Barış, Tayyar Cantürk, Ahmet Y. Turanlı
Pages 58 - 60
Keratozis Pilaris Atrofikans Fasiei (KPAF) ve birbiri ile ilişkili diğer iki hastalık - Keratozis follikularis spinulosa dekalvans, Atrofoderma vermikulatum-Keratozis Pilaris Atrofikans (KPA) adı altında sınıflandırılmaktadır. Bu hastalık inflamatuar keratotik foliküler papüller ve ardından atrofi gelişimi ile seyretmektedir. KPA' nın tanımlanmasından bu yana bu klinik tabloların aynı hastalığın evreleri mi veya farklı antiteler mi olduğu konusunda pek çok tartışmalar olmuştur. Burada başlangıç yaşları farklı iki sporadik KPAF olgusu sunulmuş ve klinik spektrumu tartışılmıştır.

11.
Asiretin tedavisine yanıt veren juvenil pitiriazis rubra pilaris
Işıl İnanır, Şebnem Aktan, Berna Şanlı, Neşe Demirkan
Pages 62 - 65
Pitriazis rubra pilaris (PRP) nedeni bilinmeyen, eritemli skuamlı nadir bir dermatozdur. Burada klinik ve histolojik kriterlerin tümü izlenen, Griffiths' in sınıflamasına göre Tip III (Juvenil klasik form) kategorisinde yeralan ve asiretin tedavisine kısa sürede yanıt veren bir juvenil pitiriazis rubra pilaris olgusu sunulmakta ve tedavi seçenekleri gözden geçirilmektedir.

12.
Kısa süreli sistemik kortikosteroid tedavisi ile gerileyen ten olgusu sunumu
Pınar Öztaş, Meltem Önder, Murat Orhan Öztaş
Pages 66 - 68
Toksik Epidermal Nekrolizis (TEN), hayatı tehdit edebilen ve çeşitli komplikasyonlarla seyreden ciddi bir hastalıktır. Mortalitesi yüksektir. Sistemik kortikosteroid, siklofosfamid, talidomid ve plazmaferez gibi çeşitli tedavi yöntemleri vardır. TEN' de sistemik kortikosteroid tedavisi halen tartışmalıdır. Burada, fenitoinin neden olduğu, sistemik kortikosteroid tedavisi ile başarılı sonuç alınan, erken dönem TEN' li bir olgu sunulmaktadır.

SÜREKLİ EĞİTİM
13.
Ürtikerde tanı
Y. Gül Denli, Aydın Yücel, Mete Baba, Mehmet Karakaş, Hamdi R. Memişoğlu
Pages 70 - 75
Ürtikerde tanı prosedürleri içerisinde öykü en önemli olanıdır. Tanıda ürtikeryal reaksiyonun tanımlanması oldukça önemlidir. Genellikle tek bir lezyonun klinik özellikleri yeterli olabilir. Lezyon kızarıktır, kabarıktır, kaşıntılıdır ve kendiliğinden kaybolur. Lezyonun şekli, dağılımı, lokalizasyonu, süresi, lokal ve sistemik semptomlarla birlikteliği, fiziksel stimuluslarla oluşumu, birlikte anjioödem varlığı tanıda yardımcı öğelerdir. Akut ürtikerli olgularda dikkatli bir öykü ile çoğunlukla neden saptanabilir. Rutin laboratuvar incelemelerine gerek yoktur. Öykü ve fizik muayenede elde edilen bulgulara yönelik laboratuvar çalışmaları yapılabilir. Deri biyopsisi ürtikeryal vaskülitli olgularda değerlidir. Kronik ürtikerli olgularda etyolojik faktörleri araştırmak için sorgulamanın yakınmalar listesi ile yapılması, daha ayrıntılı öykü alınmasını sağlar. Ayrıntılı öykü ve fizik muayenedeki bulgular ışığında rutin laboratuvar incelemelerine ek olarak yapılacak konsültasyonlar ve diğer laboratuvar incelemeleri belirlenir.