Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 50 (3)
Volume: 50  Issue: 3 - 2016
Hide Abstracts | << Back
EDITORIAL
1.Editorial
Ekin Şavk
Page 81
Abstract | Full Text PDF

CONSENSUS REPORT
2.The Turkish Guideline for the Diagnosis and Management of Urticaria-2016
Emek Kocatürk Göncü, Şebnem Aktan, Nilgün Atakan, Emel Bülbül Başkan, Teoman Erdem, Rafet Koca, Ekin Şavk, Oktay Taşkapan, Serap Utaş, All Authors Have Contributed On An Equal Basis To This Article.
doi: 10.4274/turkderm.22438  Pages 82 - 98
Amaç: Ürtikerin kolay tanı konulabilen ancak çok farklı yaklaşımların görülebildiği bir hastalık olması, son yıllarda hastalığın tanım, sınıflama, etiyopatogenez, tanısal testler ve tedavi yaklaşımları açısından bir algoritma içerisinde değerlendirilmesi gerekliliğini doğurmuştur. Bu amaçla Dermatoimmünoloji ve Allerji Derneği ile Türk Dermatoloji Derneği Dermatoallerji Çalışma Grubu içerisinde yer alan yazarlar, ürtikerin izleminde
kanıta dayalı bir yol gösterici olması açısından bu ürtiker kılavuzunu oluşturmayı hedeflemiştir.
Gereç ve Yöntem: Bu kılavuz, her bölümü ayrı bir yazar tarafından yazılacak biçimde planlanmış; ürtikerle ilgili Medline verileri ve 2000-2016 yılları arasında yayımlanan tüm ürtiker tanı ve tedavi kılavuzları ve uzman görüşleri incelenmiş ve üç ayrı toplantıda tüm bu veriler ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Dermatoloji uzmanlarına yönelik hazırlanan anket sonuçlarının değerlendirilmesinin ardından kılavuzun ana hatları belirlenmiş, hazırlanan bölümler e-posta yazışmaları ile diğer yazarlar tarafından da değerlendirilmiş ve tüm yazarlarla yapılan son toplantıda kılavuz tümüyle gözden geçirilerek hazır hale getirilmiştir.
Bulgular: Kılavuz, tanım, sınıflama, fizyopatoloji, etiyoloji ve tetikleyici faktörler ile tanı ve tedavi yaklaşımlarını içermektedir. Ürtiker, akut ve kronik olarak, kronik ürtiker (KÜ) ise “spontan” ve “uyarılabilir” olmak üzere sınıflanmıştır. Tedavinin ilk basamağını standart doz ikinci kuşak antihistaminler oluşturmaktadır. İlk basamakta yanıt alınamayan hastalarda antihistamin dozu dört katına kadar artırılır. Yanıt alınamayan durumlarda, başka bir ikinci kuşak antihistamin aynı dozda verilir. Yine yanıt alınamayan olgularda omalizumab tedavisine geçilir. Omalizumabın önerilen dozuna yanıt vermeyen olgularda doz artırılabilir. Omalizumaba yanıt alınamayan hastalarda ise siklosporin verilmesi önerilir. Rutin tanısal tetkikler AÜ’de önerilmezken, KÜ’de rutin tetkik olarak eritrosit sedimentasyon hızı, tam kan sayımı ve C-reaktif protein tetkiklerinin istenmesi yeterlidir.
Sonuç: Ürtiker özellikle kronikleştiğinde hekimler için tedavi ve izlem açısından güçlükler doğurabilen bir hastalıktır. Olabildiğince kanıta dayalı verilerden (ve kişisel deneyimlerden) yola çıkarak hazırlanan bu kılavuz, ürtikerli olgularda hem tanı ve tedavi yaklaşımlarının yönlendirilmesinde yol gösterici olacak, hem de hekimlerin bu süreçlerde yaşadıkları zorlukların aşılmasına katkı sunacaktır. Tüm yazarların katkısı eşittir.
Background and Design: Albeit an easily recognized disease, urticaria features many diverse approaches which rationalize the need for an algorithm for the diagnosis, classification, etiopathogenesis, diagnostic evaluation and therapeutic approach. Therefore, authors from Dermatoallergy Working Group of the Turkish Society of Dermatology and the Turkish Dermatoimmunology and Allergy Association aimed to create an urticaria guideline for the diagnosis, treatment and followup
of urticaria.
Materials and Methods: Each section of the guideline has been written by a different author. The prepared sections were evaluated in part by e-mail correspondence and have taken its final form after revision in the last meeting held by the participation of all authors.
Results: The guideline includes the description, classification, pathophysiology as well as diagnosis and treatment of urticaria. Urticaria is classified into two main types: acute urticaria and chronic urticaria while chronic urticaria is further subdivided into spontaneous urticaria and inducible urticaria. The first step of treatment includes standard doses of H1-blockers. In patients who do not respond to the first step, antihistamine dose is increased up to four times; if unsuccessful, another second-generation antihistamine is given in the same dose. In antihistamine-resistant cases, introduction of omalizumab is required. Omalizumab dose may be increased in patients failing to respond to the standard dose. In patients unresponsive to omalizumab, cyclosporine-A may be given. Routine diagnostic tests are not recommended in acute urticaria. In chronic urticaria, erythrocyte sedimentation rate, differential blood count and C-reactive protein testing are the only investigations that are needed routinely.
Conclusion: Chronic urticaria is a disease that can be challenging for the physician in terms of treatment and follow-up. Depending on evidence-based data (and individual experiences), this guideline will have a leading role in the diagnosis and treatment of urticaria and help the physician to overcome the challenges in the management. All authors have contributed on an equal basis to this article.

REVIEW ARTICLE
3.Do deodorants/underarm cosmetics cause cancer?
Serap Öztürkcan, Fatmagül Keleş
doi: 10.4274/turkderm.03443  Pages 99 - 102
Meme kanserinin gelişiminde deodorant kullanımının etkisi, hem bilim dünyasında hem de medyada ilgi odağı olmuştur. Düzenli deodorant kullanımının meme kanserinin gelişimi üzerindeki etkisini araştırmak amacıyla çok sayıda derleme ve gözlemsel çalışma yapılmıştır. Bu konuda genel bir uzlaşı sağlanamamıştır. Bazı epidemiyolojik çalışmalarda, meme kanseri ve koltuk altı kozmetik kullanımı konusuna doğrudan değinilmiştir. Diğer yandan birçok çalışmada, meme kanseri riski ve antiperspirant kullanımı arasında ilişki bulunmamıştır. Meme kanseri hastaları ve etkilenmemiş kontroller arasında güncel antiperspirant/deodorant kullanımından kaynaklanan bir fark yoktur. Koltuk altına uygulanan antiperspirantlarda veya deodorantlarda bulunan maddelerin kansere neden olduğuna dair bilimsel bir kanıt ya da araştırma mevcut değildir.
The effect of deodorant use on breast cancer development has generated considerable interest in both the scientific community and the mainstream media. Primary observational studies and numerous reviews investigating the effect of regular deodorant use on breast cancer development have been undertaken. There is no consensus in this regard. Some epidemiological studies have attempted to directly address the issue of underarm cosmetic use and breast cancer. On the other hand, many studies found no association between antiperspirant use and the risk of breast cancer. There is no difference in the current use of antiperspirant/deodorant products between breast cancer patients and nonaffected matched controls. There is no scientific evidence or research data that ingredients in underarm antiperspirants or deodorants cause cancer.

ORIGINAL INVESTIGATION
4.Histopathological subtyping of actinic keratosis and it's coexistence with nonmelanotic skin cancers in Gaziantep and Malatya regions
Nurhan Şahin, Zehra Bozdağ, Suna Erkılıç, Nasuhi Engin Aydın, Serpil Şener
doi: 10.4274/turkderm.53765  Pages 103 - 108
Amaç: Aktinik keratoz (AK) veya solar keratoz, uzun süreli güneşe maruz kalan hassas deri zemininde ortaya çıkan, prekanseröz epidermal lezyonlardır. AK histopatolojik olarak çeşitli alt gruplara ayrılabilmektedir. Bu histopatolojik alt grupların klinik seyirlerindeki farklılıklar kesin olarak aydınlatılmamışsa da bu alt gruplardaki hücresel atipi derecesi ile lezyonun prekanseröz olabilmesi arasında bir bağlantı vardır. AK’nin skuamoz hücreli kansere dönüşüm oranı değişik serilerde %12-20 arasında bildirilmektedir. Biz bu çalışmamızda Malatya ve Gaziantep bölgelerinde 8 yıl boyunca tanı almış 82 olguda 115 AK lezyonunun alt tipleri ile bazal hücreli karsinom (BHK) ve skuamoz hücreli karsinom (SHK) birlikteliklerini araştırdık.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada İnönü Üniversitesi ve Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalları’nda 8 yıllık dönem boyunca tanı almış AK olguları tekrar gözden geçirilerek histopatolojik alt gruplandırma yapılıp; BHK ve SHK birliktelikleri araştırıldı.
Bulgular: Olguların %29,6’sı proliferatif tip, %27’si hipertrofik tip AK olarak tespit edildi. Tüm lezyonların %19’u BHK, %13’ü ise SHK ile birliktelik göstermekteydi.
Sonuç: Tüm AK’lar içerisinde en sık proliferatif tip AK izlenirken ikinci sırada hipertrofik tip ve üçüncü sırada akantolitik tip AK tespit edildi. Olgulara ait lezyonların %13’ünde SHK, %19’unda ise BHK varlığı tespit edildi.
Background and Design: Actinic (solar) keratosis (AK) is a precancerous, epidermal lesion, which develops in sensitive skin exposed to sun for a long period. AKs are divided into different histopathological subtypes. There is a link between the clinical progression of the histopathological subtypes, the degree of cellular atypia, and the precancerous nature of the lesion. Different series have reported that the rate of transformation of AK to squamous cell carcinoma (SCC) ranges between 12% and 20%.
Materials and Methods: In this study, we reevaluated patients who were diagnosed with AK in the Pathology Departments of the Medical Faculties of İnönü and Gaziantep Universities over an eight-year period, and divided the patients into different histopathological subtypes. In addition, we investigated the association between the lesions, and basal cell carcinoma (BCC), SCC and both carcinomas.
Results: 29,6% of cases were proliferative AK, 27% of cases were hypertrophic AK.19% and 13% of all lesions was associated with BCC and SCC, respectively.
Conclusion: In this study, we found that the most frequent subtype was proliferative AK and the most frequent nonmelanotic skin cancer was BCC associated with AK.

5.Validity and reliability of the Turkish version of the Skindex-16
Ayşe Esra Koku Aksu, Zeynep Nurhan Saraçoğlu, İlham Sabuncu, Mary Margaret Chren, Mustafa Tozun
doi: 10.4274/turkderm.32848  Pages 109 - 113
Amaç: Yaşam kalite ölçekleri klinisyenlere tedavi seçeneklerinin etkinliği ölçen sistematik ve bilimsel olarak geçerli veri sağlar. Skindeks-16, Amerika Birleşik Devletleri’nde geliştirilmiş olan dermatolojiye özel yaşam kalitesi ölçeğidir. Amacımız Skindeks-16’nın Türkçe semantik eş değerini oluşturmaktır.
Gereç ve Yöntem: Skindeks-16 İngilizce’den Türkçe’ye ana dili Türkçe olan beş kişi tarafından çevrildi. Bu çeviri ana dili İngilizce olan ve Türkçe’ye de hakim olan iki çevirmen tarafından İngilizce’ye çevrildi. Skindeks-16’yı geliştiren yazar (Chren MM) tarafından geri çeviri orijinal Skindeks-16 ile semantik eş değerlik açısından değerlendirildi. Skindeks-16’nın Türkçe uyarlamasının son halinin ölçüm özellikleri değerlendirildi. İç tutarlılık güvenilirlik, yapısal geçerlik, içerik geçerliği, test-yeniden test ve birlikte geçerlik değerlendirildi.
Bulgular: Semptom, emosyon ve fonksiyonel skalaları için sırasıyla Cronbach α-katsayıları 0,91, 0,88, 0,91 ile iç tutarlılık güvenirliği olduğu gösterildi. Skindeks-16’nın 72 saat sonra tekrarlanması ile test-yeniden test güvenirliğin olduğu (semptom 0,90, emosyon 0,93 ve fonksiyon 0,96) saptandı. Yapısal geçerlik enflamatuvar hastalığı olanların izole deri lezyonu olanlara göre skala ortalamalarının daha yüksek olması (p<0,05) ve faktör analizi ile belirlendi. Bu üç faktör original Skindeks-16’nın skalaları ile uyum göstermekteydi. İçsel geçerlik hastaların deri rahatsızlığı ile ilgili en çok neden rahatsız oldukları ile ilgili açık uçlu soruya verdikleri cevapların %87,1’ini karşılaması ile saptandı. Birlikte geçerlik
Skindeks-16 ve Kısa Form-36’nın karşılaştırılan skalaları arasında ilişki saptanması ile gösterildi.
Sonuç: Skindeks-16’nın Türkçe uyarlamasının, iç tutarlılık, test-yeniden test güvenirliği, yapısal geçerlik, içerik geçerliği olduğu saptanmıştır. Skindeks-16’nın Türkçe uyarlaması dermatoloji hastalarının yaşam kalitesinin değerlendirilmesi için kullanılabilir.
Background and Design: Quality of life scales provide clinicians a systematic and scientifically valid data to evaluate the effectiveness of the treatment options. The Skindex-16 is a dermatology related quality of life measure developed in the United States of America as a skin disease-specific quality-of-life measure. We aimed to generate a semantically equivalent translation of the Skindex-16 to use in Turkish language.
Materials and Methods: The Skindex-16 was translated by five Turkish bilingual people. Two native English speakers who were also fluent in Turkish separately translated the initial Turkish translation of the Skindeks-16 back into English. The author of the original Skindex-16 (Chren MM) reviewed both of the backward-translations and evaluated the semantic equivalence of the questionnaire items. Measurement properties were evaluated for the final version of the Turkish version of the Skindex-16. Internal consistency reliability, test-retest reliability, construct validity, content validity, and convergent validity of the Turkish version were examined.
Results: The symptom, emotional, and functional scales were internally consistent with Cronbach's α-coefficients of 0.88, 0.91, and 0.91, respectively. Test-retest reliability was determined with readministration of the Skindex-16 72 hours later (symptoms of 0.90, 0.93 and function of emotion 0.96). Construct validity was determined with verification of the hypothesis of the average scale of inflammatory disease being higher than isolated skin lesion (p<0.05) and also with factor analysis. Three factors were extracted in a principal axes factor analysis with varimax rotation. Factors were compatible with the original Skindex-16 scales. Content validity was demonstrated with Skindex-16 items covering 87.2% of the open-ended question. Convergent validity was defined with the correlation between comparative scales of Skindex-16 and Short Form-36.
Conclusion: The Turkish version of the Skindex-16 is internally consistent and demonstrates test-retest reliability, construct and content validity. This brief version can
be used for the assessment of the quality of life of Turkish-speaking dermatology patients.

6.Retrospective analysis of the forty-six patients with bullous pemphigoid followed-up in our clinic
Serkan Yazıcı, Emel Bülbül Başkan, Şükran Tunalı, Kenan Aydoğan, Hayriye Sarıcaoğlu
doi: 10.4274/turkderm.23922  Pages 114 - 118
Amaç: Büllöz pemfigoid (BP) ileri yaş popülasyonu etkileyen yaygın kaşıntılı plaklar ve subepitelyal büllerle karakterize otoimmün bir hastalıktır. Yaygın lezyonlu, şiddetli hastalığı olan olgularda sistemik steroidler tercih edilir. Hastalığın kronik seyri nedeniyle steroid tedavisinin yan etkilerinden korunmak için ek immünsüpresif ve anti-enflamatuvar ajanlar kullanılabilmektedir. Bu çalışmada kliniğimizde BP tanısı ile takip edilen 46 olgunun klinik, demografik özellikleri ve uygulanan tedaviler retrospektif olarak değerlendirilerek literatür verileri ile karşılaştırıldı.
Gereç ve Yöntem: Klinik, histopatolojik ve immünohistokimyasal (direkt immünofloresan) bulgularla BP tanısı alan ve topikal tedaviye yanıtsızlık, şiddetli hastalık nedeniyle klinik izlem yapılan 46 olgunun arşiv dosya kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Toplam 46 olgunun 22’si kadın, 24’ü erkek olarak saptandı. Hastalığın başlangıç yaşı 18 ile 105 arası değişmekte olup ortalama 69,54 olarak saptandı. Lezyon süresi 1 hafta ile 10 ay arası değişmekteydi. En sık eşlik eden kronik hastalık; 28 olguda hipertansiyon (%60,8) saptandı. Sadece dört olguda hastalığın ortaya çıkışından önce malignite tanısı mevcuttu. Olguların 19’unda (%41) 5’ten fazla ilaç kullanımı mevcuttu.
Olguların 32’sinde (%69,5) sistemik steroid tek başına kullanılırken on (%21,7) olguda ek adjuvan tedavilere ihtiyaç duyuldu.
Sonuç: BP çoklu ilaç kullanımı olan ileri yaş popülasyonunda önemli bir morbidite nedenidir. Özellikle şiddetli olgularda steroid tedavisinin yan etkilerinden korunmak için ek immünsüpresif ajanlar hastalık yönetiminde etkili ve kısa dönemde güvenli görünmektedir.
Background and Design: Bullous pemphigoid (BP) is an autoimmune disease characterised by widespread itchy plaques and subepithelial blisterings and usually affects the elderly population. Due to the chronic nature of the disease, to prevent the side effects of chronic
steroid treatment, adjuvant immunosuppressive (mycophenolate mofetil, azathioprine, methotrexate) and anti-inflammatory (tetracycline, nicotinamide, dapsone) agents may be used. In this study, we retrospectively evaluated the clinical and demographic characteristics and applied treatments of 46 patients with the diagnosis of BP and compared with literature data.
Materials and Methods: We retrospectively evaluated the records of 46 patients who received clinical and histopathological diagnosis of BP and followed up in our clinic between 2006 and 2013.
Results: Of the 46 patients, 22 were female and 24 male. The mean age of onset was 69.54 years (range: 18-105). The duration of the lesion ranged from 1 week to 10 months with a median duration of 8 weeks. The most frequent comorbid chronic disease was hypertension detected in 28 (60.8%) patients. Only four patients had a history of malignancy before the onset of the disease. Nineteen patients (42%) used more than 5 agents for comorbid diseases. Thirty-two patients (69.5%) used systemic corticosteroids alone and ten (22%) patients needed additional adjuvant therapies.
Conclusion: BP is a major cause of morbidity in the elderly population receiving multiple drug treatment. To avoid the side effects of steroid therapy, especially in patients with severe disease, short-term use of additional immunosuppressive agents appears to be safe and effective.

7.Comparison of the Winograd method and chemical cauterization with 10% sodium hydroxide for treating ingrown toenails
Nebahat Demet Akpolat, Ahmet Onur Akpolat, Ozan Namdaroğlu, Ayşe Akkuş
doi: 10.4274/turkderm.24434  Pages 119 - 123
Amaç: Bu çalışmamızın amacı Heifetz evre 2 ve 3 tırnak batması bulunan hastalarda, Winograd tarafından tanımlanan cerrahi yöntem ile sodyum hidroksit uygulanarak yapılan kimyasal koterizasyon tedavilerinin sonuçlarını (nüks, komplikasyon, iyileşme ve aktiviteye dönüş süresi) değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2010-Ocak 2012 tarihleri arasında ortopedi, genel cerrahi ve cildiye polikliniklerine ayak baş parmaklarında ağrı, kızarıklık ve akıntı şikayetleri ile başvuran, konservatif tedaviden yanıt alınamayan ve Heifetz’in evrelendirmesine göre evre 2 ve 3 tırnak batması bulunan 100 hasta alındı. Hastaların 50‘sine sodyum hidroksit ile kimyasal koterizasyon yapılırken, 50‘sine de Winograd cerrahi prosedürü uygulandı.
Bulgular: Hastalar 2 aylık periyodlar halinde 1 yıl takip edildi. Kimyasal koterizasyon uygulanan hastalarda nüks olmaz iken, Winograd cerrahi prosedürü uygulanan beş hastada nüks saptandı (p=0,022). Winograd cerrahi prosedürü uygulanan üç hastada postoperatif takipte yüzeyel yara yeri enfeksiyonu görüldü (p=0,08). Kimyasal koterizasyon uygulanan hastaların, daha kısa sürede iyileştikleri ve aktivasyona geri döndükleri tespit edildi.
Sonuç: Tırnak batmasının güncel tedavisinde, germinal matriksin sodyum hidroksit ile kimyasal koterizasyonu, Winograd cerrahi prosedüre göre; uygulaması kolay, nüks oranı düşük ve komplikasyonu az olan bir yöntemdir.
Background and Design: This study was performed to assess the therapeutic outcomes of the surgical method, described by Winograd and chemical cauterization with sodium hydroxide in patients with Heifetz stage 2 and 3 ingrown toenail (recurrence, complication, improvement and time to regain activity).
Materials and Methods: One-hundred patients who presented to the outpatient clinics of orthopedics, general surgery and dermatology with the complaints of pain, redness and discharge in the toenail between January 2010 and January 2012 and who failed to respond to conservative treatment and were diagnosed with Heifetz stage 2 and 3 ingrown toenail. Fifty patients underwent chemical cauterization with sodium hydroxide while 50 underwent Winograd surgery.
Results: The patients were followed up for a year at 2-month intervals. While no recurrence was observed in patients who received chemical cauterization, five patients who underwent Winograd surgery had recurrence (p=0.022). Three patients receiving Winograd surgery were found to have superficial wound side infection on postoperative follow-up (p=0.08). Patients, who underwent chemical cauterization with sodium hydroxide, were detected to improve and return to normal activity in a shorter period.
Conclusion: Chemical cauterization of the germinal matrix with 10% sodium hydroxide is a convenient method with a low rate of complication and recurrence compared to the Winograd surgery in the treatment of ingrown toenails.

CASE REPORT
8.Multinucleate cell angiohistiocytoma: A report of six cases
Tuğba Falay, Vefa Aslı Erdemir, Mehmet Salih Gürel, Cem Leblebici, Duygu Erdil, Ezgi Özkur
doi: 10.4274/turkderm.47965  Pages 124 - 127
Multinükleer hücreli anjiyohistiyositom (MNAH) genellikle yaşlı kadınların alt ekstremite ve el dorsumlarında görülen benign fibrohistiyositik ve vasküler bir proliferasyondur. Üçü erkek üçü kadın altı hasta asemptomatik multipl ve soliter papüller nedeniyle polikliniğimize başvurdu. Histopatolojik incelemelerinde dermisde vasküler proliferasyon, perivasküler lenfoplazmositik ve fibrohistiyositik hücre infiltrasyonu ve multinükleer stromal hücreler gözlendi. Klinik ve patolojik bulgularla MNAH tanısı konuldu. MNAH yavaş ancak progresif gidişli, tedavi gerektirmeyen bir antitedir. Ancak klinisyen ve patologlar tarafından bilinmediği için tanısı gecikmekte, yanlış tanılar nedeniyle gereksiz girişim ve tedavilere neden olabilmektedir. Kutanöz vasküler proliferasyonların ayırıcı tanısında mutlaka akla gelmelidir.
Multinucleate cell angiohistiocytoma (MCAH) is a benign fibrohistiocytic and vascular proliferation that it is seen on the dorsae of the hands or lower extremities in elderly women. Six cases, three males and three females, who had multiple or solitary asymptomatic skin lesions were admitted to our clinic. Histopathological examinations revealed vascular proliferation, perivascular lymphoplasmacytic, fibrohistiocytic infiltration and multinucleated stromal cells in the dermis. Based on the clinical and pathological findings, the diagnosis was MCAH. MCAH shows a slow but progressive course. MCAH is an entity that is not requiring any treatment. However, it is not well known by clinicians or pathologists and misdiagnosis may lead to unnecessary investigations and therapy. It should certainly be taken into consideration during differential diagnosis of cutaneous vascular proliferations.

9.A case of plantar localization of juvenile xanthogranuloma and review of the literature
Esra Saraç, Ayşe Deniz Yücelten, Cuyan Demirkesen, Kıvılcım Karadeniz Cerit
doi: 10.4274/turkderm.16878  Pages 128 - 130
Jüvenil ksantogranülom (JKG), Non-Langerhans hücreli histiyositozların en sık görülen tipidir. Baş ve boyun en sık lokalize olduğu bölgeler olup periferik tutulum daha azdır. Burada ayak tabanı yerleşimli, klinik olarak JKG düşündürmeyen ancak histopatolojik inceleme sonucunda tanısı konulan on dokuz aylık bir hasta sunulmuş ve literatürde yayınlanmış plantar yerleşimli olguların değerlendirilmesi yapılmıştır.
Juvenile xanthogranuloma (JXG) is the most common type of non-Langerhans cell histiocytosis. The most common sites for development are the head and neck, and peripheral involvement is rare. Here, we present a 19-month-old patient who had a plantar lesion that did not clinically look to be JXG but received a histopathological diagnosis and review of the relevant literature.

10.Venous ulcerations due to inherited fibrinogen disorder in two male siblings
Sema Koç Yıldırım, Gonca Elçin, Yahya Büyükaşık
doi: 10.4274/turkderm.72687  Pages 131 - 134
Kalıtsal fibrinojen bozuklukları fibrinojen düzeyi düşüklüğü ve/veya fonksiyonel aktivite düşüklüğü ve/veya anormal fonksiyonel aktivitenin izlendiği bir grup hastalıktır. Bu hastalıklar asemptomatik olabileceği gibi kanama ve/veya tromboz ile kendini gösterebilmektedir. Alt bacakta venöz ülsere neden olan durumlar arasında hiperkoagülopati ile seyreden hastalıklar bulunmakla beraber, literatürde alt bacakta venöz ülser nedeni olarak kalıtsal fibrinojen bozukluğunun bildirildiği olgular çok nadirdir. Burada kalıtsal fibrinojen bozukluğuna bağlı alt ekstremitede tekrarlayan ülserleri olan iki kardeş olgu sunulmuştur. Tekrarlayan venöz ülserlerle başvuran ve aile hikayesi de bulunan olgularda venöz ülserin sık görülen nedenleri ekarte edildikten sonra hiperkoagülabilite durumları içerisinde yer alan nadir bir durum olan kalıtsal fibrinojen bozuklukları düşünülmelidir.
Inherited fibrinogen disorders are a group of diseases for which decreased fibrinogen levels and/or decreased activity or abnormal functional activity are responsible. These diseases can be asymptomatic or manifesting as bleeding or thrombosis. Although hypercoagulopathic
conditions are listed as causes of lower leg ulcerations, inherited fibrinogen disorders are rarely reported as causes of lower leg ulcerations in the literature. Here, we describe two siblings who had recurrent lower leg ulcerations due to inherited fibrinogen disorder. In cases of recurrent venous ulcerations which are not due to common etiologies and have familial history, it should be kept in mind that there may be an underlying inherited fibrinogen disorder as a rare reason for the hypercogulopathic condition.

WHAT IS YOUR DIAGNOSIS?
11.
Tanınız nedir?
Seray Külcü Çakmak, Müzeyyen Gönül, Işıl Deniz Oğuz, Derya Yayla, Devrim Tuba Ünal
doi: 10.4274/turkderm.61482  Page 135
Abstract | Full Text PDF