Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 54 (1)
Volume: 54  Issue: 1 - 2020
Hide Abstracts | << Back
1.Cover

Pages I - VI

ORIGINAL INVESTIGATION
2.Assesment of acne vulgaris patients’ attention tests during the isotretinoin treatment
Ebru Karagün
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.92332  Pages 1 - 4
Amaç: Çalışmada isotretinoin tedavisi başlanan ve kümülatif doza ulaşan hastalarda tedavi süresince ilaç kullanımı ile dikkat eksikliği arasındaki bir ilişkinin olup olmadığının tanımlanarak literatüre katkıda bulunması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Akne vulgaris tanısıyla isotretinoin tedavisi başlanan ve kümülatif doza ulaşan 16-40 yaş arası 100 hasta çalışmaya alınmıştır. Hastaların tedavinin başlangıçında, tedavinin 3. ayında ve 6. ayında Stroop testi ile dikkat ölçümleri (SCWT) değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastalara ilk başvurularında, tedavinin 3. ayında ve 6. ayında Stroop testi uygulanarak elde edilen SCWT ölçümlerinin zamana göre değişip değişmediğini belirlemek için tekrarlı ölçüm ANOVA analizi yapılmıştır. Stroop testine ait tüm ölçümlerin zamana göre değişimi istatistiksel olarak anlamlıdır. Her beş ölçüme ait sürelerin zamana göre anlamlı olarak azaldığı tespit edilmiştir. Sonuç: İsotretionin başlanan kümülatif doza ulaşan hastaların tedavi başlangıcında, tedavinin 3. ayında ve 6. ayında yapılan Stroop testi sonuçları, isotretinoin tedavisi ile dikkat eksikliği arasında bir ilişkinin olmadığını testlerin okunma sürelerinde görülen anlamlı azalmanın, katılımcıların Stroop testini öğrenme etkisinden kaynaklanmış olabileceği düşünülmüştür. Bu prospektif çalışma, isotretinoin kullanımı ile dikkat eksikliği arasında nedensel bir bağlantı olmadığını göstermektedir.
Background and Design: This study aimed to investigate any relationship between an emerging attention deficit in patients with acne vulgaris and have reached cumulative doses under isotretinoin treatment. Materials and Methods: A total of 100 patients (aged: 16-40 years) with acne vulgaris who have reached cumulative doses under isotretinoin medication for over a period of 6 months were included in the study. Using the Stroop Color and Word Test (SCWT), attention was assessed in the patients at the beginning and 3rd and 6th month of the treatment. Results: A repeated measures ANOVA analysis was performed to determine whether there was any change in the SCWT results over time after the first dose and 3rd and 6th month of the treatment. The changes in all SCWT results were statistically significant with respect to time. The time required for each task assessed by means of the SCWT was found to be significantly reduced over time. Conclusion: After evaluating the results of the SCWT performed at the beginning and 3rd and 6th month of the treatment, it was concluded that the treatment with the cumulative doses of isotretinoin was not significantly associated with any emerging attention deficit symptoms or signs in patients with acne vulgaris. It is possible that the patients were trained during the SCWT with the repeated performances in the study, which may have resulted a significant decrease in the test duration. This prospective study suggests that there is no casual relationship between the use of isotretinoin and attention deficit in patients with acne vulgaris

3.The effectiveness of İstanbul Occupational Diseases Hospital on employer attitude and worker’s health in terms of occupational skin diseases
Semih Güder
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.04453  Pages 5 - 8
Amaç: İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi’nin mesleki deri hastalıkları açısından işveren tutumu ve işçi sağlığı üzerindeki etkinliğini incelemek ayrıca mesleki deri hastalıklarının prognozunu araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: 2014-2015 yıllarında İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne başvurup mesleki dermatoz tanısı konulan 56 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların ilk başvuru sırasındaki ve sonraki kontrolleri sırasında kaydedilen muayene bulguları, tanıları, hastalık tutulum bölgeleri, bölüm değişimi yapılan, yapılmayan ve işten çıkarılan hastaların muayene ve konsültasyon verileri ve meslek grupları dosyalarından geriye dönük olarak elde edilip analizler yapıldı. Bulgular: Ortalama yaşı 36,89±8,64 olan 56 hastanın 9’u (%16,1) kadın, 47’si (%83,9) erkekti. En sık görülen mesleki dermatoz kontakt dermatitlerdi. Bunların 29’u (%51,8) irritan, 22’si (%39,3) alerjik kontakt dermatit olarak değerlendirildi. Üç hastada alerjik kontakt ürtiker, bir hastada perniozis, bir hastada sistemik skleroz tespit edildi. Dermatozların yerleşim yerleri en sık ellerdi. İrritan dermatit en sık metal, alerjik dermatit ise en sık tekstil işçilerindeydi. 32 (%57,1) hastaya işveren tarafından bölüm değişikliği uygulandı, 24 (%42,9) hastaya uygulanmadı, bölüm değişikliği yapılmayan hastalardan 14’ü (%58,3) işten çıkarılırken 10’u (%41,7) aynı bölümde çalışmaya devam ettirildi. Bölüm değişikliği yapılan 32 hastanın 24’ünde (%75) iyileşme izlenirken, 8’inde (%25) iyileşme izlenmedi. Ortam değişikliği sağlanan 46 hastanın 32’sinde (%71,2) iyileşme izlendi (p=0,001). Altı aylık takiplerinde tam iyileşen hastaların hiçbirinde nüks izlenmedi. Sonuç: Ortam değişimi sağlanan 46 işçinin 32’sinde (%71,2) iyileşme izlenmesi mesleki dermatozlarda ortam değişikliğinin önemini ve hastanemizin işçi sağlığına katkısını göstermektedir. 32 (%57,1) hastaya bölüm değişimi uygulanmış olması ise hastanemizin işverenler üzerinde etkin olduğunu düşündürmüştür.
Background and Design: To examine the effectiveness of İstanbul Occupational Diseases Hospital on employer attitude and worker’s health in terms of occupational skin diseases and also to investigate the prognosis of occupational skin diseases. Materials and Methods: In 2014-2015, 56 patients who were admitted to İstanbul Occupational Disease Hospital and diagnosed with occupational dermatosis were included in the study. The examination findings, diagnoses, disease involvement areas and the consultation data of patients who were replaced, not made and dismissed, and professional groups files were obtained and analyzed retrospectively during the initial and subsequent checkups of the patients. Results: Of the 56 patients with a mean age of 36, 9 (16.1%) were female and 47 (83.9%) were male. The most common occupational dermatosis was contact dermatitis. Of these, 29 (51.8%) were evaluated as irritants and 22 (39.3%) as allergic contact dermatitis. Allergic contact urticaria in 3 patients, perniosis in one patient and systemic sclerosis in one patient were detected. The most common locations of the dermatoses were the hands. Irritant dermatitis was the most common in metal and allergic dermatitis was the most common in textile workers. 32 (57.1%) patients underwent a departmental changewhile 24 (42.9%) patients did not. While 14 (58.3%) patients were dismissed, 10 (41.7%) continued to work in the same department. Of the 32 patients who underwent departmental changes, 24 (75%) were monitored for improvement, while 8 (25%) were not. Recovery was observed in 32 (71.2%) of the 46 patients with environment change and it was statistically significant (p=0.001). No recurrence was observed in any of the patients who fully recovered during their the six-month follow-up. Conclusion: Environment change improvement monitoring in 32 of 46 workers (71.2%) shows the importance of environment change in occupational dermatoses and the contribution of our hospital to worker health. The fact that 32 (57.1%) patients underwent department changes suggests that our hospital is effective on employers

4.Does counseling have an effect on sun protection behaviors and early detection of skin cancer in middle-aged and older Turkish people?
Atiye Oğrum, Osman Demir
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.25593  Pages 9 - 14
Amaç: Deri kanserinin önlenebilir en önemli risk faktörü ultraviyole ışın maruziyetidir. Bu çalışmanın amacı, danışmanlığın güneşten korunma davranışları ve deri kanserinin erken tanısına olan etkisini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel anket çalışması 06 Şubat-07 Mart 2019 tarihleri arasında, 45-75 yaş aralığındaki 500 birey ile yapıldı. Katılımcılara, güneşten korunmaya yönelik davranışları ile güneşten korunma ve deri kanserinin erken tanısıyla ilgili danışmanlık alıp almadıklarını öğrenmeye yönelik hazırlanan anket cevaplatıldı. Bulgular: Çalışmaya katılan 500 kişinin 283’ü (%56,6) kadın, 217’si (%43,4) erkek olup, yaş ortalaması 56,65±9,24 yıl (45-75 yıl) idi. Katılımcıların 234’ü (%46,8) deri kanseri risk faktörü varlığını beyan etti. Güneşten korunmaya yönelik danışmanlık alma ve davranış sergileme oranları sırasıyla, %16 ve %39,6 idi. Güneşten korunmaya yönelik danışmanlık alma, deri kanseri risk faktörü beyanı ve kadın olma ile anlamı oranda ilişkiliydi (sırasıyla, p<0.001; p=0,048). Deri kanserinin erken tanısına yönelik danışmanlık alma oranı düşüktü (kendi kendine deri muayenesi: %12; ben takibi: %11,8; yıllık kontrol: %13,2). Güneşten korunma ve deri kanseri erken tanısına yönelik danışmanlık alma durumları, güneşten korunma ve deri kanseri erken tanısına yönelik davranış sergileme durumu ile anlamlı oranda ilişkiliydi (sırasıyla; p<0,001, p<0,001). İleri yaşın danışmanlık alma ve davranışlar üzerine negatif yönde etkisi varken (sırasıyla; p=0,047; p=0,005); yüksek eğitim düzeyi pozitif yönde etkiliydi (p=0,024; p<0,001). Sonuç: Orta ve ileri yaş grubunda, sağlık çalışanlarınca uygulanan birincil ve ikincil önlemlere ilişkin danışmanlık yetersiz gözükmektedir. Bu konudaki faaliyetlerin geliştirilmesi, deri kanserinin önlenmesi ve erken tanısında fayda sağlayabilir.
Background and Design: The most important avoidable risk factor for skin cancer is ultraviolet light exposure. The aim of this study is to evaluate the frequency and the effect of counseling on sun protection behaviors and early detection of skin cancer. Materials and Methods: Five hundred individuals aged 45-75 years participated in this cross-sectional survey between February 6th and March 07th of 2019. Participants were directed to filled out a questionnaire to understand their sun protection behaviors and learn whether they receive counseling on sun protection and early detection of skin cancer. Results: Out of the 500 subjects, 283 (56.6%) were female and 217 (43.4%) were male. The mean age was 56.65±9.24 years (45-75 years). Two hundred and thirty-four (46.8%) respondents reported having skin-cancer risk factors. The rates of counseling on sun protection and behavior of sun protection were 16% and 39.4%, respectively. Sun protection counseling was significantly associated with self-reported skincancer risk factors and being a female (p<0.001; p=0.048, respectively). The rate of counseling on early detection of skin cancer was low (skin selfexamination: 12%; moles monitoring: 11.8%; annual checkup: 13.2%). The counseling on sun protection and early detection of skin cancer were significantly associated with behaviors of sun protection and early detection of skin cancer (p<0.001; p<0.001, respectively). The older age had a negative effect on the counseling and behaviors (p=0.047; p=0.005, respectively), however, high level of education had a positive effect (p=0.024; p<0.001). Conclusion: Counseling by healthcare professionals on primary and secondary preventions for the middle-aged and older people seems to be insufficient. Further studies on this issue may be beneficial on prevention and early detection of skin cancer.

5.Comparison of the plasma levels of cathepsin-L and granulysin between patients with psoriasis and healthy controls
Havva Hilal Ayvaz, Müzeyyen Gönül, Sevim Baysak, Şeyda Özdemir, Alpaslan Öztürk
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.09481  Pages 15 - 18
Amaç: Psoriazis, histolojik olarak epidermal hiperproliferasyon ve doğal katil hücreler ile sitotoksik T-hücreleri içeren infiltrasyonun gözlendiği, kronik papüloskuamöz bir hastalıktır. Bu hücrelerin yüksek miktarda perforin, granzim B ve granulizin (GNLY) içeren sitolitik molekülleri taşıdığı gösterilmiştir. Bu moleküllerin psoriazis patogenezindeki rolleri hala tartışmalıdır, serum GNLY ve katepsin-L (CL) seviyelerinin selüler immünite ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmada psoriaziste hastalık şiddeti ve süresiyle, CL ve GNLY seviyelerinin ilişkisini araştırdık. Gereç ve Yöntem: Prospektif ve randomize bu çalışmaya, Aralık 2014-Ağustos 2015 tarihleri arasında başvuran 40 psoriazis (23 erkek, 17 kadın) hastası ile yaş, cinsiyet uyumlu 40 gönüllü (23 erkek, 17 kadın) dahil edildi. CL ve GNLY serum seviyeleri ELISA yöntemiyle ölçüldü. Bulgular: CL ve GNLY seviyelerinde, psoriazis hastaları ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,243 ve p=0,606). Düşük Psoriazis Alan Şiddet İndeksi (PAŞİ) skoru (≤10) olan psoriazis hastaları ile yüksek PAŞİ skoru (>10) olan hastalar arasında da istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,86 ve p=0,61).
Sonuç: Psoriyatik deride bakılan CL ve GNLY’nin, hastalık patogenezi açısından önemli belirteçler olduğuyla ilgili çalışmalar mevcuttur. Fakat bu çalışmanın sonucuna göre, CL ve GNLY seviyelerinin, psoriaziste hücresel immünite düzeyini ve hastalık şiddetini göstermede yeterli belirteçler olmadıkları düşünülmektedir. Bu konuda daha geniş hasta serileri ile ileri çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır.
Background and Design: Psoriasis is a chronic papulosquamous disease where histologically epidermal hyperproliferation and infiltration involving natural killer cells and cytotoxic T-cells are observed. These cells have been shown to carry cytolytic molecules containing high amount of perforin, granzyme B and granulysin (GNLY). The roles of these molecules in the pathogenesis of psoriasis are still disputed, with serum GNLY and cathepsin-l (CL) levels thought to be associated with cellular immunity. In this study, we investigated the relationship between the severity and duration of psoriasis and the levels of CL and GNLY. Materials and Methods: Prospective and randomized study of 40 patients (23 males, 17 females) with psoriasis who admitted to hospital between December 2014 and August 2015, and 40 age and sex-matched healthy controls (23 males, 17 females) were investigated. CL and GNLY serum levels were measured by ELISA method. Results: There was no significant differences in GNLY and CL levels between psoriasis patients and the control group (p=0.243 and p=0.606). There was also no statistically significant difference between psoriasis patients with low Psoriasis Area Severity Index (PASI) (≤10) and those with high PASI (>10) (p=0.86 and p=0.61) score. Conclusion: There are studies that have shown GNLY and CL in the psoriazis are important markers for disease pathogenesis. However, according to the results of this study, CL and GNLY levels are not sufficient markers to indicate the level of cellular immunity and disease severity in psoriasis. Future studies are needed on this subject with a wider range of patients.

CASE REPORT
6.Treatment of tuberous sclerosis facial angiofibromas with erbiumyttrium aluminium garnet laser and topical sirolimus 0.25%
Ayşenur Botsalı, Ercan Çalışkan, Kadir Küçük, İrfan Gahramanov, Cansel Köse Özkan
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.13845  Pages 19 - 21
Tüberosklerozun yüz yerleşimli anjiyofibromlarında topikal sirolimusun etkinliği artık iyi bilinmekle birlikte ilaca bağlı irritasyon literatürde önerilen %1 konsantrasyonun kullanımını zorlaştırmaktadır. Adjüvan vasküler veya ablatif lazer uygulamaları, topikal tedaviye dirençli olma eğilimi gösteren büyük lezyonların tedavisi, kullanılan topikal ürün derişiminin azaltılması ve hızlı yanıt eldesi gibi çeşitli amaçlar için erişkin hastalarda tercih edilebilir. Biz burada çene, burun, malar bölgelerde yaygın yerleşimli anjiyofibroma lezyonları izlenen bir tüberoskleroz olgumuzun 2 yıllık takip sonucunu paylaşmayı amaçladık. Bu olgunun yönetiminde tüm-saha erbium-itriyum alüminyum garnet lazer uygulamasını, tedavi sonrası ikinci ayda %0,25 dozda topikal sirolimus kullanımı ile kombine ettik.
Although the efficacy of topical sirolimus for facial angiofibromas of tuberosclerosis is now appreciated, drug-induced irrritation complicates the use of the concentration recommended in the literature as 1%. Adjuvant vascular or ablative laser applications may be preferred in adult patients for a variety of purposes, such as treatment of large lesions that tend to be resistant to topical treatment, reduction of topical product concentration and rapid response generation. Herein, we aimed to share the 2-year follow up result of a tuberoussclerosis case where angiofibromas were observed on the chin, malar regions and nose. We combined the full-field erbium-yttrium aluminium garnet laser application with topical sirolimus 0.25% cream on the second month of treatment.

7.A case of reactive perforating collagenosis accompanied by scabies and diabetes
Gizem Yağcıoğlu, Ekin Şavk, Meltem Uslu, Neslihan Şendur, Canten Tataroğlu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.14892  Pages 22 - 24
Reaktif perforan kollagenozis (RPK) hiperkeratotik papüller ve histopatolojik olarak yapısal değişikliğe uğramış kollajen liflerinin transepidermal eliminasyonu ile karakterizedir. Sıklıkla diabetes mellitus ve renal yetmezlik ile ilişkili bir hastalıktır. Yüzeyel deri travmasının hastalığı tetikleyici rol oynadığı düşünülmektedir. Bu makalede, 59 yaşında kadın, iki aydır kaşıntı ve kabuklu yara şikayetleri olan nadir bir olguyu sunduk. Skabies ve RPK tanısı konan hasta %5 permetrin ile tedavi edildi. Skabies tedavisi sonrasında RPK’nın semptom ve klinik bulguları başarılı bir şekilde kontrol edildi.
Reactive perforating collagenosis (RPC) is characterized by hyperkeratotic papules and histopathologically transepidermal elimination of structural altered collagen fibers. It is often associated with diabetes mellitus and renal failure. Superficial skin trauma is thought to play a role in triggering the disease. In this article, we present a rare case of a 59-year-old woman with complaint of itching and scabs for 2 months. The patient diagnosed with scabies and RPC treated with 5% permethrin. After scabies treatment, the symptoms and clinical findings of RPC were successfully checked.

8.Giant variant of acquired perforating dermatosis in a patient with diabetes mellitus
Sinan Özçelik, Yusuf Doğan, Arzu Kılıç, Banu Lebe
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.22567  Pages 25 - 28
Perforan dermatozlar, kollajen, elastin, fibrin gibi dermal bileşenlerin transepidermal eliminasyonu ile karakterize bir grup hastalıktır. Perforan dermatozlar primer olarak reaktif perforan kollajenöz, elastozis perforans serpiginoza, perforan folikülit ve edinsel perforan dermatoz olmak üzere dört ana hastalık formunu kapsar. Perforan dermatozlarla ilgili literatürde az sayıda bilgi mevcuttur. Nadir görülmelerinden ötürü kolaylıkla dikkatten kaçabilmektedirler. Edinsel perforan dermatoz, özellikle diyabet, kronik böbrek yetmezliği gibi sistemik bir hastalığı olup kaşıntılı papülonodülleri, merkezi kraterli dev plakları olan hastalarda akla gelmelidir. Bu hastalarda öncelikli olarak alta yatan hastalığın tedavisine ek olarak dar bant Ultraviyole B’nin (dbUVB) etkili olabildiğini düşünmekteyiz. Biz de oldukça nadir görülmesi nedeniyle, dbUVB ile tedavi ettiğimiz, kollajen lif eliminasyon paterninin hakim olduğu dev lezyonlu bir edinsel perforan dermatoz olgusunu sunduk.
Perforating dermatoses are a group of diseases characterized by transepidermal elimination of dermal components such as collagen, elastin and fibrin. Perforating dermatoses primarily include four main forms: reactive perforating collagenosis, elastosis perforans serpiginosa, perforating folliculitis and acquired perforating dermatosis. There is limited data about perforating dermatoses in the literature. Because of their rare appearance, they can be easily misdiagnosed. Acquired perforating dermatosis is a systemic disease such as diabetes and chronic renal failure; and it should be considered in case of pruritic papulonodules and giant plaques with central crater in a patient. In addition to the treatment of underlying disease in the first stage; narrow band ultraviolet B (nbUVB) is evaluated to be effective in these cases. Based on its rare occasions, we submit a giant variant of acquired perforating dermatosis with a collagen fiber predominant elimination pattern, which is treated with nbUVB.

9.Two cases with lichen planus pigmentosus inversus accompanying ankylosing spondylitis and diabetes mellitus
Yeşim Akpınar Kara
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.80270  Pages 29 - 31
Lichen planus pigmentozus (LPP) etiyolojisi bilinmeyen, koyu kahverengi-siyah makül, papül ve plaklarla karakterize enflamatuvar dermatozlardandır. LPP lichen planus’un (LP) nadir görülen bir varyantı olarak düşünülmekle birlikte tırnak ve oral bölge tutulumu görülmemesi ve kaşıntı olmaması ile LP’den ayrılır. LPP genellikle güneş maruziyeti olan bölgelerde ve daha az sıklıkla da aksilla, inguinal bölge ya da submammarian bölgede görülür. Literatürde LPP’ye eşlik eden hastalıkla birlikte sunulan çok az sayıda olgu bildirilmiştir. Biz burada, ankilozan spondilitin ve serum adrenokortikotropik hormon yüksekliği ile birlikte diabetes mellitusun eşlik ettiği LPP’li iki olguyu bildirdik.
Lichen planus pigmentosus (LPP) is an inflammatory dermatosis with an unknown etiology characterized by dark brown-black macules, papules and patches. LPP is considered as a rare variant of lichen planus (LP), but it differs from the LP by the absence of nail and oral area involvement and pruritus. LPP is most common on sun-exposed areas and less frequently seen in the axilla, inguinal or submammary regions. In the literature, very few cases have been reported to be associated with LPP. Herein, we reported two cases with LPP accompanied by ankylosing spondylitis and high levels of adrenocorticotropic hormone along with diabetes mellitus.

LETTER TO THE EDITOR
10.Oral leukoplakia: Failure of topical imiquimod 5%
Özlem Özbağçıvan, Turna İlknur, Sevgi Akarsu, Banu Lebe, Emel Fetil
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.00187  Pages 32 - 33
Abstract | Full Text PDF

11.Linear Atrophoderma of Moulin on face: An unusual location
Ezgi Özkur, İlknur Kıvanç Altunay, Uğur Çelik, Damla Demir, Deniz Tuncel
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.04828  Pages 34 - 35
Abstract | Full Text PDF

12.A neglected disease in a patient with dermatomyositis: Cutaneous leishmaniasis
Özlem Özbağçıvan, Sevgi Akarsu, Şebnem Aktan, Banu Lebe, Emel Fetil
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.79477  Pages 36 - 37
Abstract | Full Text PDF

DERMOSCOPY FOR ALL DERMATOLOGISTS
13.Blue-white veil pattern in dermoscopy: Not just in melanoma but what else?
Meltem Uslu, Ekin Şavk, Gizem Yağcıoğlu, Canten Tataroğlu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.89248  Pages 38 - 40
Abstract | Full Text PDF