E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 41 (4)
Volume: 41  Issue: 4 - 2007
EDITORIAL
1.An Algoritmic Proposal for the Diagnosis of Early Stage of Mycosis Fungoides
Nahide Onsun
Pages 110 - 111
Abstract |Full Text PDF

REVIEW ARTICLE
2.Treatment of Seborrheic Dermatitis and New Treatment Approaches
Nurhal Mercan Bozkurt, Pınar Yüksel Başak
Pages 112 - 116
Kronik, inflamatuar bir dermatoz olan seboreik dermatit tedavisi hastalığın şiddetine, morfolojik değişikliklere, yaşa ve önceki tedavilere verilen yanıta göre değişmektedir. Bu makalede klasik tedaviler, yeni tedavi seçenekleri ve etki mekanizmaları gözden geçirilmiştir.
The treatment of seborrheic dermatitis, a chronic inflammatory skin disease, differs according to the severity of disease, morphological variants, age and response to previous medications. In this article, clasical and new treatment options and effect mechanisms are reviewed.

ORIGINAL INVESTIGATION
3.The Quality of Life in Patients with Psoriasis
Nida Kaçar, Şeniz Ergin, Berna Şanlı Erdoğan
Pages 117 - 120
AMAÇ: Psoriasis kozmetik problemlere yol açan ve aralıklı tedavi gerektiren kronik bir deri hastalığıdır. Bu nedenle, hastaların yaşamlarını olumsuz yönde etkiler. Dış görünümle ilgili yargılar, sosyal ilişkiler ve günlük aktiviteler farklı toplumlarda kültürel ve dinsel faktörler doğrultusunda değişiklik gösterir. Bu çalışmada, toplumumuzda psoriasisli hastaların yaşam kalitelerini araştırmayı amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: “Psoriasis Yaşam Kalite Ölçeği (PYKÖ)” 124 hasta tarafından yanıtlandı. Hastalık şiddeti “Psoriasis Area Severity Index (PASI)” ile hesaplandı. Hastaların yaşları, cinsiyetleri ve hastalık süreleri kaydedildi. Eklem tutulumu araştırıldı. Her bir parametrenin PYKÖ skoru ile ilişkisi araştırıldı. BULGULAR: Yaşam kalitesi gençlerde (r = -0.19, P = 0.037), hastalığı uzun süredir (r = 0.20, P = 0.026) ve daha şiddetli olan (r = 0.29, P = 0.002) hastalarda daha kötüydü. Yaşam kalitesi ile cinsiyet ve psoriatik artrit varlığı arasında ilişki saptanmadı (p>0.05). Hastalığın bulaşıcı olduğunu düşünerek insanların kendinden uzak durduğunu, insanların toplu halde bulunduğu yerlere gitmeye çekindiğini ve cinsel yaşamının etkilendiğini tanımlayan erkek hastalar kadınlara oranla daha fazlaydı (p=0.009, p=0.003, p=0.001). Psikososyal sorunlar (%98.4) günlük aktivitelerdeki problemlerden (%95.2) ve tedavi ile ilgili kaygılardan daha önemli kabul edilmekteydi. SONUÇ: Psoriasis hastaların yaşamlarında önemli bir sorun teşkil etmektedir. Özellikle genç, hastalığı şiddetli seyreden ve uzun süredir mevcut olan hastalar klasik tedaviye ek olarak psikiyatrik destek gerekliliği açısından da değerlendirilmelidir.
Background and Design: Psoriasis is a chronic skin disease requiring recurrent treatment and causing cosmetical problems. Therefore it affects patients’ lives negatively. Opinions upon apperance, social relationships and daily activities alter due to cultural and religious factors in distinct populations. In this study we aimed to investigate the quality of life of patients in our population. MATERIAL-METHOD: “Psoriasis Quality of Life Questionnaire” was completed by 124 patients. Disease severity was scored with Psoriasis Area Severity Index (PASI). Patients’ ages, sexes and illness duration were recorded. Joint involvement was also searched. The relationship between total quality of life score and each item was investigated. RESULTS: Quality of life was worse in young patients (r = -0.19, P = 0.037) and in patients with a longer duration (r = 0.20, P = 0.026) or severe disease (r = 0.29, P = 0.002). No effect of age and arthritis on life quality was established (P>0.05). Men described more that people moved away by thinking of the contaquisity of the disease, hesitation of going to public places and negative influence on sex life when compared to women (p=0.009, p=0.003, p=0.001). Psychosocial problems (98.4%) were accepted more important than problems in daily activities (95.2%) and concerns about therapy (76.6%). CONCLUSION: Psoriasis constitutes a great concern in patients’ lives. Patients especially young, with a long duration and a severe disease should be evaluated for the neseccity of psychiatric support in addition to the classical therapy.

4.Frequency of Anemia of Chronic Disease in Patients with Behcet’s Disease
Demet Çiçek, Başak Kandi, Nevin İlhan, Selma Bakar Dertlioğlu, Betül Demir
Pages 121 - 124
AMAÇ: Kronik hastalık anemisi (KHA); serum demir, total demir bağlama kapasitesinde azalma ve demir depolarında artış ile seyreden, hafif-orta şiddette bir anemi tablosudur. Kanserler, inflamatuvar hastalıklar ve kronik infeksiyonlar gibi çeşitli hastalıklarda KHA görülebilir. Kronik seyirli ve inflamatuvar bir hastalık olan Behçet hastalığında KHA gelişmesi olası görünmektedir. Önceki çalışmalarda Behçet hastalığında KHA sıklığı hiç değerlendirilmemiştir. Bu nedenle çalışmamızda Behçet hastalarında KHA’yı araştırmayı amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmaya 40 Behçet hastası ile 20 sağlıklı gönüllü alındı. Hastaların serum demir, hemoglobin, ferritin, doymamış demir bağlama kapasitesi (unsaturated iron binding capacity (UIBC)) ve total demir bağlama kapasitesi (total iron binding capacity (TIBC)) değerleri ölçüldü. Behçet hastaları ve kontrol grubunda erkek için <13.5 mg/dL, kadın için <12 mg/dL olan hemoglobin düzeyleri anemi olarak belirlendi. Anemisi olan hastalardan serum ferritin düzeyi <60 ng/mL olanlar demir eksikliği anemisi (DEA), >60 ng/mL olanlar KHA olarak yorumlandı ve hastalar KHA ve DEA alt gruplarına ayrıldı. BULGULAR: Behçet hasta grubunda KHA %10 ve DEA %17.5 olarak bulundu. KHA olanların hepsi aktif Behçet hasta grubunda bulunmaktaydı. Kontrol grubunun %15inde DEA tespit edildi ve KHA’ya rastlanmadı. Serum hemoglobin ve ferritin düzeyi ile yaş, cinsiyet, aldıkları tedavi ve hastalık süresi arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Serum hemoglobin ve ferritin düzeyleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir korelasyon (r=0.06 ve p<0.001) mevcuttu. SONUÇ: Çalışmamızda Behçet hastalarında KHA ve DEA’yı sırasıyla % 10 ve % 17.5 olarak bulduk.
Background and Design: Anemia of chronic disorders is a mild to moderate anemia characterized by decreased serum iron, decreased total iron-binding capacity and increased iron stores. Anemia of chronic disorders occurs in a wide variety of diseases including cancer, chronic infections and inflammatory disorders. Behcet’s disease is a chronic and inflammatory disease. There is a possibility of anemia of chronic disorders in Behcet’s disease. But, frequency of anemia of chronic disorders in Behcet’s disease was never evaluated in previous studies. Thus, we aimed to determine the frequency of anemia of chronic disease in Behcet’s disease. MATERIAL-METHOD: The study included 40 patients with Behcet’s disease and 20 healthy volunteers. Serum iron, hemoglobin, ferritin, UIBC and TIBC levels were assessed. Anemia was determined as hemoglobin levels <13.5 mg/dl for men and <12 mg/dl for women in patients and control group. It was interpreted; serum ferritin level <60 ng/ml were evaluated as iron deficiency anemia, and serum ferritin level >60 ng/ml were evaluated as anemia of chronic disease. Patients were divided into anemia of chronic disease and iron deficiency anemia subgroups.
RESULTS: Anemia of chronic disease and iron deficiency anemia frequencies were 10%, 17.5% in patients with Behcet’s disease. All of patients who have anemia of chronic disease were in the group of active Behcet’s disease. 15% of control group was determined iron deficiency anemia and anemia of chronic disease was not seen. There were no significant differences between age, sex, treatment disease duration and levels of serum iron, hemoglobin and ferritin of both groups (p>0.05). There was a significant correlation between leves of serum hemoglobin and ferritin (r=0.06 and p< 0.001).
CONCLUSIONS: In this study anemia of chronic disease and iron deficiency anemia frequencies were 10%, 17.5% respectively in patients with Behcet’s disease.

5.A new alternative in the treatment of hand eczema: topical pimecrolimus
Emel Bülbül Başkan, Seval Doğruk Kaçar, Ayşegül Turan, Şükran Tunalı
Pages 125 - 128
AMAÇ: Meslek dermatozları arasında en sık görülen tablo el ekzemalarıdır. El ekzemalarının kronik ve tekrarlayıcı seyrinden dolayı tedavisi hem hasta hem de hekim için sorun teşkil etmektedir. Topikal kortikosteroidlerin uzun süreli kullanımlarına bağlı yan etkilerinden dolayı yeni tedavi arayışları doğmuştur. Bu çalışmamızda askomisin türevi olan ve atopik dermatit tedavisinde güvenle kullanılan topikal pimekrolimus %1 kremin el ekzeması tedavisindeki etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık.
GEREÇ-YÖNTEM: Plasebo kontrollü, randomize çalışmamızda bilateral el ekzeması olan toplam 25 hastanın her bir eline plasebo ve diğer tarafına pimekrolimus %1 krem uygulatıldı. Çalışmanın 2., 4., 6. ve 8. haftalarında tedaviye cevap klinik olarak değerlendirildi. Klinik değerlendirmede eritem, deskuamasyon, likenifikasyon, ödem, vezikülasyon, fissür oluşumu 0-4 arasında skorlandı. Ayrıca hastaların kaşıntı değerlendirmesinde aynı skorlama kullanıldı. Tedavi sırasında görülen yan etkiler de kayıt edildi. Hastalar 8 haftalık tedavi dönemini takiben yaklaşık 8 hafta süresince tedavisiz izlendi. BULGULAR: Tedaviyi tamamlayan 9 erkek, 15 kadın hastanın yaşları 18 - 63 arasında (ortalama yaş 35.79) değişiyordu. Meslek grupları incelendiğinde 14’ü ev hanımı, 4’ü sağlık personeli, 3’ü öğretmen, 1’i polis, 1’i çiftçi ve 1’i tuhafiye malzemeleri imalatçısı olarak değişiyordu. Hastalık süreleri 6 ay-20 yıl (ortalama 4.9 yıl) arasında idi. On üç hastada iritan kontakt dermatit, 11 hastada allerjik kontakt dermatit tanısı saptandı. Pimekrolimus %1 krem hastalar tarafından iyi tolere edilmiş ve hiçbir yan etki gözlenmemiştir. Tedavi sonu ilaç uygulanan ele ait toplam klinik skorlar plasebo uygulanan ele ait skorlar ile karşılaştırıldığında anlamlı bir azalma saptanmıştır (p=0.04).
SONUÇ: Sonuç olarak el ekzemalarının tedavisinde topikal pimekrolimusun vezikülasyon dışındaki tüm belirtileri baskılamada oldukça etkili, ribaund ve taşiflaksiye neden olmayan, kullanımı kolay bir tedavi seçeneği olabileceği sonucuna varılmıştır.
Backgorund and Design: Hand eczema is the most common form of occupational dermatoses. Because of chronic and relapsing course, therapy is a problem for both physician and patient. New treatment alternatives have been investigated because of side effects of long-term topical corticosteroids use. In this study, we aimed to evaluate the efficacy of pimecrolimus 1% cream, an ascomisin derivative successfully used for atopic dermatitis, in the treatment of hand eczema. MATERIAL-METHOD: In this placebo-controlled, randomized study, pimecrolimus 1% cream was applied on one hand and placebo on the other hand of 25 patients twice daily for 8 weeks. Response to the therapy was assessed clinically at 2., 4., 6. and 8. weeks of the therapy. In the clinical assessment, erythema, desquamation, lichenification, edema, vesiculation and fissuring were scored between 0-4. Same scoring system was used also for the pruritus symptom of the patients. Side effects during the therapy were also recorded. The patients were followed for 8 additional weeks after the end of the therapy. RESULTS: Nine male and 15 female patients with ages ranging from 18 to 63 (mean 35.79) completed the study. Of the patients, 14 were housewives, 4 were health workers, 3 were teachers, 1 was policeman, 1 was farmer and 1 was a haberdasher. The duration of disease ranged between 6 months and 20 years (mean 4.9 years). Diagnosis of irritant contact dermatitis was made in 13 patients and allergic contact dermatitis in 11 patients. Pimecrolimus 1% cream was well tolerated in all patients and no side effect was observed. The clinical score of pimecrolimus-applied hand improved significantly when compared with placebo applied hand (p=0.04). CONCLUSION: It is concluded that topical pimecrolimus cream appears to be an effective and easily appliable treatment alternative for all manifestations of hand eczema except for vesiculation, without any rebound and tachyphylaxis.

6.Effectiveness of the 5% Imiquimod Cream in the Treatment of Basal Cell Carcinoma
Funda Güneri, Kadriye Koç, Deniz Balaban, Gül Barut, Reyhan Çelik
Pages 129 - 132
AMAÇ: Bazal hücreli karsinoma en yaygın deri kanserlerinden biridir. Tedavisinde birçok yöntem olmakla birlikte (cerrahi, Mohs cerrahisi, elektrodessikasyon, kriyocerrahi, radyoterapi, fotodinamik tedavi gibi), hepsinin bazı avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Son zamanlarda bu konuda bir immün cevap düzenleyici olan “imiquimod” %5 krem (Aldara) popüler hale gelmiştir. Bu, TLR-7 (toll-like reseptör 7) üzerinden etki yaparak birçok sitokini uyarmak suretiyle antiviral ve antitümöral etki gösteren bir maddedir. Bu çalışmada, bazal hücreli karsinoma tedavisinde “imiquimod” etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Hastalar (n=20) 24 hafta boyunca haftada 3 kez, günde bir defa olmak üzere imiquimod kremle tedavi edildiler. SONUÇ: Bazal hücreli karsinoma tedavisinde imiquimod % 5 krem ile % 70 oranında başarı elde ettik. Bu yöntem etkili bir tedavi seçeneğidir.
Background and Design: Basal cell carcinoma is one of the most common skin carcinomas.There are many treatment methods which are assosiated with several advantages and disadvantages.Imiquimod is an agonist of TLR-7 (toll-like receptor-7) and is believed to act by inducing cytokines,although the exact mechanism of action is still uncertain. Our aim was to evaluate the effect of 5% imiquimod cream in the treatment of basal cell carcinoma. MATERIALS-METHODS: Patients (n=20) were treated with imiquimod 3 times a week,once daily for 24 weeks and evaluated for weekly response to imiquimod. CONCLUSION: We conclude that, complete response rates were 70% with imiquimod cream in the treatment of basal cell carcinoma and this medication is an effective treatment option.

CASE REPORT
7.Pemphigoid Nodularis: A Clinicopathological Analysis of a Case
Murat Durdu, Soner Uzun, Yaşar Gül Denli, Esra İnan, İlhan Tuncer
Pages 133 - 135
Pemfigoid nodülaris, klinik olarak pruritik nodüller ve büllerle karakterize nadir bir büllöz pemfigoid varyantıdır. Histopatolojik olarak prurigo özellikleri taşımasına karşın immünofloresan incelemelerde büllöz pemfigoid benzeri depolanmaların saptandığı bu hastalıkta özellikle büllöz lezyonların eşlik etmediği durumlarda tanıda güçlükler yaşanabilir. Biz 6 aydır vücutta yaygın kaşıntısı ve prurigo papülleri olan, antihistamin ve topikal kortikosteroid tedavisine yanıt alınamayan 68 yaşında bir kadın olguyu sunduk. Histopatolojik olarak prurigo nodülaris ile uyumlu bulgular saptanmasına karşın, direkt immünofloresan incelemede bazal membran zonu boyunca lineer tarzda otoantikor depolanmaları saptandı. Salt-split indirekt immünofloresan incelemede söz konusu otoantikor depolanmasının ayrışmanın tavanında olduğu tespit edildi. Pemfigoid nodülaris tanısı konulan ve sistemik kortikosteroid tedavisine iyi yanıt veren olgunun klinikopatolojik analizi yapılmıştır.
Pemphigoid nodularis is a rare variant of bullous pemphigoid, clinically characterized by pruritic nodules and blisters. Diagnosis may be difficult particularly in non-bullous cases. Although it shows features of prurigo as histopathologically, bullous pemphigoid-like autoantibody depositions is determined by immunoflouresence examination. We described 68-year-old woman who presents with 6 month history of a widespread pruritus and pruritic papules, which had not responded to the treatment with antihistamines and topical corticosteroids. Despite histopathologic findings were identical to those of prurigo nodularis, bullous pemphigoid-like autoantibody depositions were observed in linear fashion at basal membrane zone by immunoflouresence examination. In salt-split indirect examination, this deposition was located at the epidermal side of split. A clinicopathologic analysis was done on the case that was diagnosed as pemphigoid nodularis and responded well to the treatment of systemic corticosteroid.

8.Pemphigus Vulgaris Localized to the Nose Operated with the Diagnosis of Actinic Keratosis
Mustafa Kulaç, Şemsettin Karaca, Yavuz Demir, Çiğdem Tokyol
Pages 136 - 138
Pemfigus vulgaris deri ve mukozal yüzeylerde yaygın bül ve erode lezyonlarla seyreden otoimmün büllöz bir hastalıktır. Günümüze kadar mukoza tutulumu olmadan belirli bir deri alanına sınırlı pemfigus vakaları rapor edilmekle beraber, burun derisine sınırlı çok az sayıda pemfigus vakası bildirilmiştir. Bunların büyük çoğunluğu da pemfigus foliaceus vakalarından oluşmaktadır. İngilizce literatürde, lokalize olarak burunda başlayan ve uzun süreli takiplerinde başka bölgede lezyon çıkışı olmayan yalnızca dört pemfigus vulgaris vakası bildirilmiştir. Bu vakaların hiçbiri ilk klinik tanı olarak pemfigus vulgaris tanısı almamış olup, ayrıcı tanıda seboreik dermatit, diskoid lupus eritematosus, impetigo, darier hastalığı düşünülmüştür. Bugüne kadar literatürde yanlışlıkla aktinik keratoz olarak tedavi edilen yalnız bir pemfigus vulgaris vakası sunulmuş olup, bu vakada ilk lezyon kafa derisinde başlamış; 15 ay sonra da oral mukoza lezyonları çıkmıştır. Burada aktinik keratoz tanısıyla opere edilen ve iki yıl boyunca başka bölgede lezyonu çıkmayan, buruna lokalize bir pemfigus vulgaris olgusunu, çok nadir görüldüğü ve klinik branşlar arasında konsültasyonun önemini vurgulamak amacı ile sunuyoruz.
Pemphigus vulgaris is an autoimmune blistering disease characterized by disseminated bullae and erosions of the mucosal surfaces and skin. Although some cases of localized pemphigus without mucosal involvement have been reported, only a few cases limited to nose were presented. Most of these cases have included the patients with pemphigus foliaceus. In the English literature, only 4 pemphigus vulgaris cases persisting lesions localized to the nose have been described previously. Seborrheic dermatitis, impetigo, discoid lupus erythematosus, Darier’s disease, and actinic keratosis were considered for differential diagnosis in all these cases but pemphigus vulgaris was not considered in the initial clinical diagnosis. To date, only one pemphigus vulgaris case mistakenly treated as actinic keratosis was reported. In this case, initial lesion had first occurred in the scalp and oral mucosal lesions had appeared fifteen months later. Here, we present a pemphigus vulgaris case localized to the nose operated with a previous pathological diagnosis of actinic keratosis that did not show mucosal involvement or dissemination during a follow- up period of 2 years. As it is very rare in the clinical practice, collaboration between clinical branches is very important for correct clinical diagnosis and choosing appropriate treatment modality in these cases.

9.Erythrokeratodermia Variabilis: A Case Report
Gül Yıldırım, Reyhan Uzdil Tayan, Nesimi Büyükbabani
Pages 139 - 141
Eritrokeratodermia variabilis (EKV) nadir rastlanan, otozomal dominant geçişli bir genodermatozdur. Doğumda ya da hayatın ilk yıllarında ortaya çıkan, değişken, figüre eritematöz yamalar ve kalıcı hiperkeratotik plaklarla karakterizedir. Bu bildiride klinik ve histopatolojik özellikleri ile EKV düşünülen 23 yaşındaki erkek olgu sunulmuş ve bulgular literatür eşliğinde gözden geçirilmiştir.
Erythrokeratodermia variabilis is a rare genodermatosis inherited as an autosomal dominant trait and characterized by variable figurated erythematous patches and persistant hyperkeratotic plaques. Here we report clinical and histopathological findings of a 23 years old male patient diagnosed as erythrokeratodermia variabilis and the relevant literature is reviewed.

WHAT IS YOUR DIAGNOSIS?
10.
Göğüste Plak
Şehriyar Nazari
Page 142
Abstract |Full Text PDF

NEWS
11.Society News

Page 143
Abstract |Full Text PDF

12.
Yeni Kitaplar

Page 144
Abstract |Full Text PDF

13.2007 Referee Index

Page 145
Abstract |Full Text PDF

14.2007 Author Index

Page 146
Abstract |Full Text PDF

15.2007 Subject Index

Pages 147 - 148
Abstract |Full Text PDF

16.
Kongre Takvimi

Page 149
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale