E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 47 (1)
Volume: 47  Issue: 1 - 2013
EDITORIAL
1.Smart phones and apps application in dermatology
Meltem Önder, Bilge Narin
Pages 1 - 6
“Akıllı telefon” olarak adlandırılan yeni cihazlar bir iletişim aracı olmalarının yanı sıra, elde taşınabilen güçlü bir bilgisayar, fotoğraf makinesi, video/ ses kayıt cihazı, mp3 çalar, radyo ve navigasyon özelliği gibi pek çok fonksiyonu da beraberinde taşımaktadır. Bu telefonlara hızlı yüklenebilen ve kısaca “Apps” olarak adlandırılan çeşitli uygulamalar bulunmaktadır. Mobil teknolojilerdeki bu gelişmelere sağlık bilimlerinin hızla adapte olduğu gözlenmektedir. Alana özgü çok sayıda medikal mobil uygulamalar (apps) bulunmaktadır. Birçok app ücretsiz olarak akıllı telefonlara kolayca yüklenebilmektedir. Dermatoloji temalı akıllı telefon aplikasyonları, popüler dermatoloji kitap ve dergilerinin referans materyalleri, dermatolojik hastalıkların görüntülü eğitim bilgileri şeklinde olabildiği gibi dermatolojik anketler, hastalık şiddeti skor ölçekleri veya deri lezyonlarının foto analizine imkan veren elektronik dermatoskopi şeklinde çeşitlilik göstermektedir. İleri teknolojik özellikler gösteren bu cep telefonları aracılığıyla veriler hem saklanabilmekte hem de yollanabilmektedir. Akıllı telefonların tıp öğrencileri ve doktorlar tarafından yaygın biçimde kullanıldığı bilinmekle beraber, bu telefonların dermatoloji alanında olası kullanımı ile ilgili az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu makalede, dermatoloji ile ilişkili bazı mobil uygulamalar (apps) üzerinde durularak; akıllı telefon pazarındaki son eğilimlerin avantaj ve dezavantajları özetlenmiştir.
Mobile phones are a device that is more than just a phone and more than a personel digital assistant.Nowadays a phone is as a powerful handheld computer,camera,video recorder,media player,GPS receiver,MP3 player,radio and as well as a communication tool. Smartphones (mobile phones with advanced computing capability) are rapidly gaining new use with the advent of dowloadable applications known as ‘Apps’. There are a lot of medical apps avaliable.Dermatology themed smartphone apps were provided as reference materials,illustrated databases of common skin conditions for accessing online versions of popular dermatology textbook and journals;dermatology based questionnairs; including disease severity scoring calculators and /or providing automated photo analysers for skin lesions / as an electronic dermoscopy. Most of the apps applications are free of charge and can be easily dowloaded to smartphones. Furthermore the possibility to send and save both text and images by this technology seems perfectly tailored to dermatology.Recently electronic teaching and learning via smartphones are becoming very popular for medical students aswell. However there is relatively little research on medical uses and potential roles of them in dermatology.This article summarizes the curent trends in the ‘smartphone market’ and takes a glance at some dermatology apps ‘which are currently available.

REVIEW ARTICLE
2.Angioedema: Diagnosis and treatment approaches
Ali Tahsin Güneş, Sevgi Akarsu
doi: 10.4274/turkderm.35651  Pages 7 - 18
Anjiyoödem (AE) deri ve/veya mukozaların ani başlangıçlı geçici lokalize ödemi olarak tanımlanır. Bu şişme tablosu subkutan ve submukozal dokulardaki postkapiller venüllerin geçirgenliğini arttıran çeşitli vazoaktif mediyatörlerin aracılığıyla oluşan interstisyal ödem sonucunda meydana gelir. Deriye lokalize olduğunda asimetrik, gode bırakmayan, yer çekimiyle yer değiştirmeyen ve bazen ağrılı olabilen şişme ile karakterizedir. Bununla birlikte laringeal ödem ve barsak tutulumu gibi mukozal ataklar şiddetli rahatsızlığa ve hayati tehlike oluşturan semptomlara yol açabilir. Çeşitli AE formları arasında C1 inhibitör geninin disfonksiyonu veya eksikliği ile ilişkili AE (klasik herediter AE tipleri ve edinsel AE), allerjik AE, ilaçlarla ilişkili AE (steroid dışı antiinflamatif ilaçlara bağlı AE, anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörlerine bağlı AE), idiyopatik AE ve yakın zamanda tanımlanan tip 3 herediter AE bulunmaktadır. Bu değişik AE formlarında örtüşen semptomlar olabilmekle birlikte bazı özgün klinik ve öykü özellikleri yanında eşlik eden ürtikaryanın varlığı ayırıcı tanıda yardımcı olabilir. AE benzeri tabloları dışlamak, tetikleyici faktörleri saptamak ve uzaklaştırmak, atakları erken farketmek ve gerekli olduğunda agresif solunum yolu açıklığını sağlamak başarılı tedavinin temelini oluşturur. Bu makalede AE’nın sık ve nadir görülen formları yanında klinik semptomları, ayırıcı tanıları ve tedavi yaklaşımları derlenmiştir.
Angioedema (AE) is defined as sudden, localized and transient swelling of the skin and/or mucous membranes. This swelling condition is a result of interstitial edema from vasoactive mediators increasing the permeability of postcapillary venules of the subcutaneous and submucosal tissues. When localized to the skin, it presents as asymmetric, nonpitting, nondependent, and occasionally painful edema. However, mucosal attacks, such as laryngeal edema and bowel involvement can produce severe discomfort and life-threatening symptoms. There are several forms including those involving dysfunction or depletion of the C1-inhibitor gene (classical hereditary AE types and acquired AE), allergic AE, drug-induced AE (nonsteroidal anti-inflammatory drug-induced AE, angiotensin converting enzyme inhibitor-induced AE), idiopathic and a recently described form, HAE type 3. These various forms of AE have overlapping symptoms, but some unique clinical and historical features as well as presence of accompanying urticaria can aid in the differential diagnosis. The key to successful management is to rule out conditions that masquerade as AE, detection and avoidance of triggers, early recognition of attacks, and aggressive airway management when warranted. In this article, common and rare forms as well as clinical symptoms, differential diagnosis, and treatment approaches for AE are reviewed.

ORIGINAL INVESTIGATION
3.Evaluation of contact sensitivity to topical drugs in patients with contact dermatitis
Bilge Bülbül Şen, Aynur Akyol, Ayşe Boyvat
doi: 10.4274/turkderm.79892  Pages 19 - 25
Amaç: Topikal ilaçlar kontakt allerjenler arasında önemli bir gruptur. Çalışmamızda, kontakt dermatitli olgularda topikal ilaçlara bağlı kontakt duyarlılığın değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: 2003 ve 2008 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda topikal ilaç kullanımına bağlı kontakt dermatit geliştiğinden şüphelenilen 129 hasta çalışmaya alındı. Çalışmada Avrupa standart yama testi serisi ve Medikament yama testi serisi ve hastaların kullanmış olduğu topikal ilaçlarla yapılan test sonuçları değerlendirmeye alındı. Test sonuçlarının klinik tablo ile uyumluluğu değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan 129 hastanın 80’inde (%62,0) bir veya birden fazla allerjene karşı pozitiflik saptandı. Pozitiflik saptanan 80 hastanın 61’inde (61/129, %47,3) medikament pozitifliği olduğu görüldü. Klinik olarak anlamlı medikament duyarlılık sıklığı %37,9 (49/129) olarak saptandı. Nitrofurazon (%18,6) en sık allerjen olarak saptandı.
Sonuç: Çalışmamızda topikal olarak uygulanan ilaçlara karşı allerjik kontakt dermatit gelişiminin sık görüldüğü saptanmıştır. Bu nedenle kontakt dermatit şüphesi ile değerlendirilen hastalarda topikal ilaçlara bağlı kontakt duyarlılık ihtimali akılda tutulmalı ve gerekli durumlarda sorumlu antijenin saptanması amacıyla yama testleri ile ileri araştırmalar yapılmalıdır.
Background and Design: Topical drugs are an important group of contact allergens. The present study aimed to evaluate contact sensitivity to topical drugs in patients with contact dermatitis.
Materials and Methods: Between 2003 and 2008, 129 patients were followed up at the Department of Dermatology at Ankara University School of Medicine with clinically suspected contact sensitivity to topical drugs. In this study, the patch test reactions to the European Standard Battery and topical drugs used by the patients and medicament patch test results were evaluated.
Results: Positive patch test reaction to one or more allergens was found in 80 (62.0%) of 129 patients included in the study. Sixty-one of the 80 patients (61/129, 47.3%) had positive patch test reaction to medicaments. Medicament sensitivity was detected in 37.9% (49/129) of subjects. Nitrofurazone was found to be the most common allergen (18.6%).
Discussion: The present study showed that topical drugs are a frequent cause of allergic contact dermatitis. Therefore, the probability of contact sensitivity to topical drugs should also be considered in patients with the clinical diagnosis of allergic contact dermatitis and, suspected cases should be evaluated further with patch testing in order to find the responsible allergens.

4.The place of molecular methods in the identification of dermatophytes and the determination of their feasibility
Fatma Bıyık, Yvonne Gräser, Serdar Susever, Güzin Özarmağan, Yıldız Yeğenoğlu
doi: 10.4274/turkderm.82435  Pages 26 - 32
Amaç: Dermatofitler geleneksel izolasyon besiyerlerinde fırsatçı mantarlar gibi birkaç günde izole edilemezler. Uygun ortamda üreme süreleri yaklaşık olarak iki haftayı kapsar ve identifikasyonunda tipik makroskopik, mikroskopik özellikler ve biyokimyasal testler gibi geleneksel yöntemlerden yararlanılır. Ancak fenotipik özellikler ile her zaman başarılı sonuçların alınamayışı, bu nedenle tanı ve tedavide oluşabilecek gecikme ve sorunlar, nükleik asit amplifikasyon temeline dayalı yöntemlerden yararlanmayı gerekli kılmıştır. Bu çalışmada geleneksel yöntemler ile identifikasyonu yapılan 56 dermatofit suşunun moleküler yöntemlerle de identifiye edilerek her iki yöntemin birbirleriyle uyum derecelerinin araştırılması ve moleküler yöntemlerin rutin laboratuvarlarda kullanılabilirliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Dermatofitoz ön tanılı 270 hastanın çeşitli klinik örnekleri (saç+saçlı deri, deri ve tırnak kazıntısı) öncelikle geleneksel yöntemlerle incelenmiş; Sabouraud dekstroz agar, mısır unlu agar ve patates dekstroz agar besiyerleri izolasyon amacı ile kullanılmıştır. Gerektiğinde üreyi hidrolize etme, Trichophyton agar besiyerlerindeki çeşitli vitaminleri kullanabilme özellikleri araştırılmıştır. Moleküler tanı amacı ile polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve sekans analizi yapılmıştır.
Bulgular: Geleneksel yöntemler ile suşların 37 (%66,1)’sinin Trichophyton (T) rubrum, dördünün (%7,1) T. mentagrophytes, dördünün (%7,1) T. tonsurans, birinin (%1,8) T. violaceum, sekizinin (%14,3) Trichophyton cinsinden, birinin (%1,8) Microsporum(M) canis, birinin (%1,8) Microsporum cinsinden olduğu saptanmıştır.Moleküler (T1 PCR, 25 GA PCR, ITS PCR-RFLP ve sekans analizi) identifikasyon sonuçlarına göre ise 41 suş (%73,2) T. rubrum, 10 suş (%17,8) T. interdigitale, bir suş (%1,8) T. violaceum, iki suş (%3,6) M. canis, bir suş (%1,8) Peacilomyces lilacinus, bir suş (%1,8) Aspergillus fumigatus olarak belirlenmiştir.
Sonuç: Çalışmanın sonuçları identifikasyonlarında zorluk çekilen dermatofitlerin cins ve tür düzeyinde tanımlanmasında moleküler yöntemler ile hızlı ve güvenilir sonuçlar alındığını göstermiştir.
Background and Design: Unlike opportunistic fungi, dermatophytes cannot be isolated on the conventional culture media in a few days. Their growing periods cover approximately two weeks in a suitable media and identification are made with conventional methods as typical macroscopic and microscopic appearance. However, successful results are not always obtained with the phenotypic features, and thus, diagnostic problems and delay in diagnosis and treatment may arise. For this reason, the methods based on nucleic acid amplification have been necessary. In this study, we aimed to identify 56 dermatophytes strains, which were identified by conventional methods, by molecular methods and to investigate the correlation between the two methods and to determine the usability of molecular methods in routine laboratories.
Materials and Methods: Several clinical samples of 270 patients with suspected dermatophytoses (hair+scalp, skin and nail scrapings) were examined by conventional methods; Sabouraud dextrose agar, corn meal agar and potato dextrose agar were used for isolation. In case of necessity to hydrolyze urea, to be used different vitamins in Trichophyton agar media were investigated. Polymerase chain reaction (PCR) and sequence analyses were done for the molecular diagnosis.
Results: Using conventional methods, 37 strains (66,1%) were identified as Trichophyton(T) rubrum, four (7.1%) - T.mentagrophytes, four (7.1%) - T.tonsurans, one (1.8%) - T.violaceum, eight (14.3%) - Trichophyton spp., one (1.8%) - Microsporum(M) canis, and one (1.8%) - Microsporum spp. According to the molecular and sequence analyses results (T1PCR, 25GAPCR, ITSPCR-RFLP and sequence analyses), 41 (73.8%) strains were identified as T.rubrum, 10 (17.8%) - T.interdigitale, one (1.8%) - T. violaceum, two (3.6%) - M. canis, one (1.8%) - Peacilomyces lilacinus, and one (1,8%) - Aspergillus fumigatus.
Discussion: This study suggests that, molecular methods offer fast and reliable results in identification of dermatophytes.

5.Sweet syndrome: Clinical and Laboratory Findings of 31 Cases
Serap Güneş Bilgili, Ayşe Serap Karadağ, Ömer Çalka, İrfan Bayram
doi: 10.4274/turkderm.98470  Pages 33 - 38
Amaç: Sweet sendromu ani başlangıçlı, ağrılı, eritemli, papül ve plaklar, ateş, nötrofilik lökositoz ve dermiste yoğun nötrofil infiltrasyonu ile karakterize inflamatuvar bir hastalıktır. Literatürde ülkemizdeki Sweet sendromlu hastaların verileri ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu çalışmada kliniğimize başvuran Sweet sendromlu olguların klinik, laboratuvar ve histopatolojik bulguları incelenerek literatür verileri ile karşılaştırılmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 2005-2011 yılları arasında kliniğimize başvuran Sweet sendromlu hastalar alındı. Hastaların epidemiyolojik, klinik ve laboratuvar bulguları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Çalışmaya alınan 31 Sweet Sendromlu hastanın 24’ü kadın (%77,4), 7’si erkek (%22,6) idi. Yaşları 23 ile 82 yaş arasında değişmekte olup, ortalaması 48 yaşdı. Deri lezyonları en sık üst ekstremitede yerleşmekteydi. En sık sistemik bulgu konjonktivit olup bunu sırası ile ateş, artralji ve myalji izlemekteydi. Etyolojide özellikle üst solunum yolu infeksiyonları tesbit edildi. Deri biyopsilerinin histopatolojik incelemesinde Sweet sendromu ile uyumlu olarak dermiste yoğun nötrofil infiltrasyonu gözlenirken, 3 olguda vaskülit bulguları görüldü.
Sonuç: Çalışmamıza ait klinik ve laboratuvar sonuçları çoğunlukla literatür ile uyumlu idi. Hastalığın majör kriterlerinde tanı için vaskülitin eşlik etmediği nötrofilik infiltrasyon varlığı önerilse de olgularımızın %10’unda lökositoklastik vaskülit bulgularına rastladık. Bu nedenle vaskülit bulgularının da Sweet sendromu tanısından uzaklaştırmayacağını düşünmekteyiz.
Background and Design: Sweet syndrome is an inflammatory disease characterized by the abrupt onset of pain, red papules and plaques, fever, neutrophilic leukocytosis, and dermal neutrophilic infiltrate. There are not enough data about Sweet syndrome in Turkey. In this article, we studied clinical, laboratory, histopathological, and epidemiological characteristics of patients, who presented to our clinic, and compared the findings with the literature.
Materials and Methods: All patients diagnosed with Sweet syndrome in our clinic between 2005 and 2011 were included in the study. The epidemiological, clinical, and laboratory findings were retrospectively evaluated.
Results: A total of 31 patients with Sweet’s syndrome - 24 female (77.4%), 7 male (22.6%); aged 23-82 years – included in the study. The average age of the patients was 48 years. Cutaneous lesions were most frequently localized in the upper extremity. Conjunctivitis was the common systemic manifestation, followed by fever, arthralgia, and myalgia. The most common trigger factor was infections of the upper respiratory tract. In histopathological evaluations of skin biopsies, dense neutrophil infiltration compatible with Sweet syndrome was detected in the dermis. Also, findings of vasculitis were determined in 3 patients.
Discussion: The clinical and laboratory findings in our study are mostly similar to those reported in the literature. We found evidence of vasculitis in 10% of cases, therefore, we think the presence of vasculitis does not necessarily rule out the diagnosis of Sweet syndrome

6.Evaluation of self-esteem and dermatological quality of life in adolescents with atopic dermatitis
İjlal Erturan, Evrim Aktepe, Didem Didar Balcı, Mehmet Yıldırım, Yonca Sönmez, Ali Murat Ceyhan
doi: 10.4274/turkderm.23230  Pages 39 - 44
Amaç: Atopik dermatit kaşıntılı deri lezyonları ile karakterize kronik, inflamatuvar bir deri hastalığıdır. Ergenlik döneminde birey dış görünümü ile yoğun bir şekilde ilgilendiği için bu dönemde dış görünümü değiştiren kronik deri hastalıkları benlik saygısı gelişimini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu çalışmada atopik dermatitin dış görünüşü etkileyen bir deri hastalığı olması ve bireyin özgüven gelişiminde önemli bir dönemi oluşturan ergenlik döneminde dikkatin bedene yönelmiş olması sebebi ile atopik dermatitli ergenlerin benlik saygılarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 33 atopik dermatitli hasta ve 33 sağlıklı kontrol dahil edildi. Hasta ve kontrol grubunda benlik saygısı ve dermatolojik yaşam kalitesinin ölçümünde Piers-Harris özkavram ölçeği ve çocuk dermatoloji yaşam kalitesi ölçeği (ÇDYKÖ) kullanıldı. Atopik dermatit hastalık şiddeti belirlemesinde (SCORAD) indeksinden yararlanıldı.
Bulgular: Piers-Harris Benlik Saygısı Ölçeği toplam puanlarına göre değerlendirildiğinde hasta grubunda benlik saygısı kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük bulundu. Hasta ve kontrol grubu arasında mutluluk/doyum ve kaygı alt ölçek puanları arasında fark istatistiksel olarak anlamlı bulunurken diğer alt ölçekler açısından anlamlı fark yoktu. Atopik dermatitli hasta grubunda dermatolojik yaşam kalitesi sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşüktü. Atopik dermatitli ergenlerde benlik saygısı toplam puanı ile ÇDYKÖ puanı arasında negatif yönde orta düzeyde anlamlı korelasyon saptandı.
Sonuç: Sonuçlarımız atopik dermatitli ergenlerde cinsiyetler arası fark gözlenmeksizin benlik saygısı ve dermatolojik yaşam kalitesinin olumsuz yönde etkilendiğini göstermektedir. Bu hastalar dermatolojik muayene ve tedavileri yanında psikiyatrik açıdan da değerlendirilmelidirler. Atopik dermatitli ergenlere gerekli psikososyal desteğin verilmesi ile benlik saygıları ve yaşam kalitelerinin düzeleceğini düşünmekteyiz.
Background and Design: Atopic dermatitis is a chronic, inflammatory skin disease characterized by itchy skin lesions. Since adolescents are intensely interested in their physical appearance, chronic skin diseases in this period can adversely affect the development of self esteem. Atopic dermatitis is a skin disease that affects the appearance and there is an heightened attention to the body image in adolescence which is an important period of time in the development of self-esteem. Therefore, we aimed to investigate self-esteem and dermatological quality of life in adolescents with atopic dermatitis.
Materials and Methods: Thirty-three patients with atopic dermatitis and 33 healthy controls were included in the study. The Piers-Harris Children’s Self-Concept Scale and the Children’s Dermatology Life Quality Index (CDLQI) were used for determining self-esteem and quality of life. The Scoring of Atopic Dermatitis (SCORAD) Index was used to assess the severity of atopic dermatitis.
Results: It was found that patient group had lower self-esteem than healthy controls according to the Piers-Harris Children’s Self-Concept Scale. A statistically significant difference was observed in happiness/satisfaction and anxiety subscale scores between the patients and healthy controls while there was no significant difference between the other sub-scale scores. Mean value of dermatological quality of life in patients with atopic dermatitis was significantly lower than in healthy controls. A moderate negative correlation was found between self-esteem and CDLQI scores among adolescents with atopic dermatitis.
Discussion: This study results have shown that self-esteem and dermatological quality of life were adversely affected in adolescents with atopic dermatitis irrespective of gender. These patients should be examined psychiatrically besides dermatological examination and treatment. We suggest that improvement will be observed in self-esteem and quality of life of adolescents with atopic dermatitis by providing the necessary psychosocial support.

7.Treatment of rosacea with long-pulsed Nd: YAG laser
Ekin Meşe Say, Gonca Gökdemir
doi: 10.4274/turkderm.09825  Pages 45 - 49
Amaç: Rozase genellikle yüz bölgesine sınırlı kronik inflamatuvar bir dermatozdur. Küratif bir tedavisi olmadığı için relapslarla seyreder. Hastalıkta görülen vasküler lezyonlar ve flushing atakları hasta için oldukça rahatsız edici bir durumdur. Kullanılan topikal ve oral antibiyotikler bu lezyonlar için etkili değildir. Son yıllarda rozasenin vasküler lezyonları için çeşitli lazer sistemleri kullanılmıştır. Rozasenin eritem ve telanjiyektatik lezyonlarında uzun atımlı Nd: YAG lazerin etkinliğini araştırmaktı.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya rozasenin eritematotelanjiektatik (ETR) evresinde bulunan 39 hasta (29 kadın, 10 erkek) alındı. Hastaların demografik ve hastalığına ait veriler bir forma kaydedildi. Her hasta için 0-3 arasında değişen “hastalık şiddet” skoru hesaplandı. Uzun atımlı Nd: YAG lazer ile lezyonların olduğu bölgelere 3-4 hafta ara ile uygulama yapıldı. Tedavi öncesi ve sonrasında fotoğrafları çekildi. Hastaların lezyonları 7 ayrı anatomik bölgeye ayrılarak incelendi. Tedavi başarısı araştırmacı tarafından fotoğraflara bakılarak değerlendirildi. Hasta memnuniyeti için hastalara 0-3 skalası kullanıldı.
Bulgular: Hastalara ortalama 3,95 seans (2-8 seans) uygulama yapıldı. Şiddet skorlarına göre hastalar; 12 hasta ETR-1, 9 hasta ETR-2 ve 18 hasta ETR-3 olarak gruplandı. Tedavi sonrasında hesaplanan şiddet skorlarındaki değişimlerin istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü (p<0,05). Tedaviden en iyi yanıt alan grubun ETR-1 (%91,70) olan hasta grubu olduğu ve hastalık şiddeti arttıkça alınan yanıtın azaldığı saptandı. Lezyonların en sık gözlendiği 3 bölge sırasıyla malar bölge, ala nasi ve nazal dorsum bölgesiydi. En başarılı bölge çene bölgesi iken, en başarısız bölge ala nasi olarak gözlendi. Araştırmacı tarafından hastaların yaklaşık %97’sinde tedavi orta derecede başarılı veya başarılı olarak bulundu. Hastaların %61,5’i tedavi sonucunu mükemmel olarak değerlendirdi. Sadece 1 hastada hipopigmente atrofik skar görüldü.
Sonuç: Uzun atımlı Nd: YAG lazer, rozasenin vasküler lezyonlarında güvenli ve etkili bir tedavi seçeneğidir.
Background and Design: Rosacea is a chronic inflammatory disorder of the face. There is no curative treatment for the disease. Facial flushing and vascular lesions due to rosacea may significantly affect a patient’s quality of life. Topical and oral antibiotics are not effective for treating rosacea. Currently, laser treatment of vascular lesions has been reported in the literature. We aimed to investigate the efficacy of long-pulse 1064-nm neodymium: YAG (Nd: YAG) laser in the treatment of vascular lesions (erythema and telangiectasia) in rosacea patients.
Materials and Methods: Thirty-nine patients (29 women, 10 men) with erythematotelangiectatic rosacea (ETR) were recruited into the study. Severity of the disease (ETR-score: 0-3) was assessed for all patients. We used long-pulsed Nd: YAG laser for vascular lesions at 3-4 weeks intervals. The face was divided into seven anatomic regions for evaluation. Assessment was made by comparing pretreatment and posttreatment photographs by using ETR-scores. For evaluating patient satisfaction, a scale of 0 to 3 was used.
Results: The patients were divided into three groups according to the ETR scores [ETR-1 (n=12), ETR-2 (n=9), ETR-3 (n=18)]. Following an average of 3.95 (2-8 sessions) laser treatments, the clinical improvement was statistically significant in all groups (p<0.05). The mean reduction of ETR-score was 91.70% in patients with ETR-1 and. the clinical improvement was to be decreased in severe forms of ETR. The most common sites for the lesions were the malar region, ala nasi and the nasal dorsum, respectively. The lesions on the ala nasi were more recalcitrant to the treatment than those on the other areas. Regarding to physician assessment of treatment’s success, 97% of the patients was associated with moderate and excellent improvement. According to physicians’ assessment, excellent improvement was noticed in 43.58% and, 61.5% of patients reported a high degree of satisfaction with this therapy. Only one patient developed hypopigmented atrophic scar as a complication.
Discussion: Long-pulse Nd: YAG laser is a safe and effective treatment for vascular lesions in patients with rosacea.

8.Treatment of gingival hyperpigmentation by open spray cryotherapy
Belkız Uyar, Emine Akgün
doi: 10.4274/turkderm.87259  Pages 50 - 53
Amaç: Dişeti hiperpigmentasyonu tıbbı bir problem olmasa da, orta ya da ciddi düzeyde dişeti pigmentasyonu olan, özellikle de dişeti gülüşü olan hastalarda sıklıkla estetik müdahale gerekir. Dişeti hiperpigmentasyon tedavisinde cerrahi yöntemler, kriyoterapi, elektrokoterizasyon ve lazer tedavileri gibi değişik tedavi yöntemleri bildirilmiştir.
Gereç ve Yöntemler: Dişeti melanin pigmentasyonundan rahatsız olan ve bunun giderilmesini isteyen 21 hasta çalışmaya alındı. Biz kriyo tabancası kullanarak açık spreyleme yöntemi ile her hiperpigmente alana 5-10 saniye sıvı azot gazı uyguladık. Pigmentasyonun yoğunluğunu klinik gözlemimize dayanarak tedavi öncesi ve tedaviden 3 ay sonra kaydettik. Kanama, şişlik, kızarıklık ve iyileşme durumu gibi klinik parametreleri tedaviden 24 saat ve 1 hafta sonra değerlendirdik. Hissedilen ağrı seviyesini belirlemek için sayısal ağrı skalası kullandık.
Bulgular: Tedaviden önce 41.62+16.58 olan ortalama pigmentasyon değerine göre, tedaviden 3 ay sonra ortalama dişeti pigmentasyon değeri 19.28 +11.85 ye geriledi. Tedavi öncesi ve tedavi sonrası ortalama değerleri istatistiksel olarak anlamlı bulundu.
Sonuç: Dermatoloji kliniklerinde açık sprey yöntemiyle uygulanan kriyoterapi dişeti pigmentasyonunun giderilmesinde güvenle kullanılabilir.
Background and Design: Although gingival hyperpigmentation is not a medical problem, people who have moderate or severe gingival pigmentation, particularly patients having a gummy smile, frequently request cosmetic treatment. For gingival depigmentation, different treatment modalities have been reported such as surgical treatment, cryotherapy, electrosurgery, and laser therapy.
Materials and Methods: Twenty-one patients with gingival melanin pigmentation were included in the study. We applied liquid nitrogen to the hyperpigmented area for 5-10 seconds using open spray technique with a cryogun. Clinical observations for intensity of pigmentation were recorded at baseline and 3 months after the treatment. Clinical parameters, such as bleeding, swelling, redness, and healing, were evaluated immediately after the cryotherapy and 24 hours, and 1 week after the treatment. We used a numeric pain scale to evaluate the pain level.
Results: Three months after the treatment, the mean gingival melanin pigmentation score decreased from 41.62±16.58 to 19.28±11.85. The difference between pretreatment and posttreatment mean scores was found to be statistically significant.
Discussion: Removal of gingival melanin pigmentation can be performed safely by open spray cryotherapy in dermatology clinics.

9.Mini clinical evaluation exercise in undergraduate dermatovenereology education: an experience of University of Pamukkale, Medical Faculty
Şeniz Ergin, Serdar Özdemir, Akile Sarıoğlu Büke, Cüneyt Orhan Kara, Nida Kaçar
doi: 10.4274/turkderm.36043  Pages 54 - 58
Amaç: Mini Klinik Değerlendirme, tıp eğitiminde öğrencinin tıbbi görüşme, fizik muayene, insani yaklaşım/profesyonellik, klinik karar verme, danışmanlık, organize ve etkin olabilme becerilerinin değerlendirildiği, dünyada kullanımı giderek yaygınlaşan, geçerli ve güvenilir bir değerlendirme yöntemidir. Fakültemizde mezuniyet öncesi tıp eğitiminde uygulanan biçimlendirici değerlendirme yöntemlerini zenginleştirmek amacıyla, Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı’nda mezuniyet öncesi tıp eğitimi alan öğrencilere, bu değerlendirme yönteminin uygulanması planlandı.
Gereç ve Yöntemler: Mini Klinik Değerlendirme, 42 tıp fakültesi öğrencisine asistan hekimler tarafından uygulandı. Öncelikle, 5 asistan hekim Mini Klinik Değerlendirme ile bir öğretim üyesi tarafından değerlendirildi ve uygulamaya yönelik değerlendirici rolleri konusunda bilgilendirildi. Öğrenciler, değerlendirme öncesinde uygulama hakkında bilgilendirildi. Değerlendirmelerde standart Mini Klinik Değerlendirme formu kullanıldı. Klinik beceriler, 7 yeterlik alanında 9’lu likert ölçeği ile skorlandı. Uygulamanın sonunda, öğrenciler ve değerlendiriciler, Mini Klinik Değerlendirme uygulaması ile ilgili memnuniyetlerini formda bulunan 9’lu likert ölçeği üzerinden derecelendirdiler. İstatistiksel analiz için student t-test ve one-way anova yöntemleri kullanıldı. Öğrenci geri bildirimleri “grounded theory” ile değerlendirildi.
Bulgular: Dermatoloji servisinde 6, poliklinikte 44 olmak üzere toplam 50 uygulama gerçekleştirildi. Uygulamaya yönelik olarak değerlendirici memnuniyeti ortalama 7,16 öğrenci memnuniyeti ise 7,98 olarak belirlendi. Öğrenci memnuniyeti açısından değerlendiriciler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Uygulamada gözlem süreci ortalama 16,5 dakika, geri bildirim süreci ortalama 6,5 dakika olarak belirlendi. Gözlem ve geri bildirim süreleri açısından değerlendiriciler arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Klinik yeterlik puanlarının ortalamaları 4,28 ile 8,14 arasında bulundu. En yüksek puanlar insani yaklaşım/profesyonellik, en düşük puanlar ise klinik karar verme becerisi alanında kaydedildi.
Sonuç: Verilerimiz ışığında, Mini Klinik Değerlendirme uygulamasının Mezuniyet öncesi tıp eğitiminde değerlendirme aracı olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Tıp eğitimi programında yer edinebilmesi için farklı gözlemciler tarafından yürütülecek çalışmalara gereksinim vardır.
Background and Design: Mini Clinical Evaluation Exercise (Mini-CEX) is being widely used in medical education and is a reliable and valid method for the assessment of residents’ competency in medical interviewing, physical examination, humanistic qualities/professionalism, clinical judgment, counseling skills, organization, and efficiency. In order to enhance formative evaluation methods in our faculty, we planned to apply the method to students on dermatovenereology training.
Materials and Methods: The Mini-CEX was performed by residents to 42 medical students. At first, 5 residents were evaluated by a faculty member with Mini-CEX and were informed about their application-oriented evaluator roles. The students were informed prior to conducting the assessment. Standard Mini-CEX form was used for the assessment. The participants were rated in 7 competencies and each was rated using a 9-point Likert scale. At the end of each encounter, students and evaluators rated their satisfaction with Mini-CEX using a 9-point Likert scale. Student’s t-test and one-way ANOVA were used for statistical analysis. Student feedback was evaluated with “grounded theory”.
Results: A total of 50 assessments, 44 in outpatient and 6 in inpatient clinic, were performed. Satisfaction with the Mini-CEX was rated by the evaluators and the students as 7,16 and 7,98, respectively. There was no significant difference between the evaluators in terms of student satisfaction. Average time spent on observing the encounter and in giving feedback was 16.5 and 6.5 minutes, respectively. There was no significant difference between assessors in terms of time spent observing and giving feedback. Average scores of assessed clinical competencies were between 4,28 and 8,14. The highest scores were reported on humanistic qualities/ professionalism whereas the lowest were reported on clinical judgment skills.
Discussion: According to our data, we believe that Mini-CEX may be used as an assessment tool in medical education. However, further researches should be carried out by different observers for Mini-CEX to be a part of medical education program.

CASE REPORT
10.Eruptive vellus hair cysts on the face: a case report and literature review
Fadime Kılınç, Ahmet Metin, Ayşe Akbaş, Olcay Kandemir, Sevgi Kılıç
doi: 10.4274/turkderm.90277  Pages 59 - 62
Eruptif vellus kıl kisti genelde göğüs ve ekstremitelerde ortaya çıkan, çok sayıda, asemptomatik, komedon benzeri papüllerle karakterize, ender rastlanan bir deri hastalığıdır. Çocuk ve genç erişkinlerde daha sık görülmektedir. Etyolojisi tam bilinmeyen rahatsızlık sporadik şekilde gelişebileceği gibi otozomal dominant yolla kalıtsal geçiş de gösterebilmektedir. Burada; yüzün alın ve yanak bölgelerinde yoğun yerleşim gösteren, çok sayıda, grimsi sarı- renginde papülleri bulunan, eruptif vellus kıl kisti tanısı koyduğumuz 28 yaşında bir kadın, lezyonların yüz yerleşimi ve farklı görünümü nedeniyle sunularak ayırıcı tanısı, tedavi alternatifleri literatür verileri eşliğinde tartışıldı.
Eruptive vellus hair cyst (EVHC) is a rare skin disease and is characterized by asymptomatic comedone-like papules on the anterior chest and limbs. EVHC is more common among children and young adults. Its etiology is not fully known, and it may occur sporadically or be inherited as an autosomal dominant gene. In this paper, we present a 28-year-old female patient with EVHC who presented with a large number of dense, grayish-yellow colored papules on frontal and cheek regions of the face. Due to the location of the lesions on the face and their dissimilar appearances, differential diagnosis and treatment alternatives are evaluated in the light of the literature.

11.Lentigo maligna and contiguous pigmented lesion
Havva Erdem, Ümran Yıldırım, Cihangir Aliağaoğlu, Hakan Turan, Ali Kemal Uzunlar
doi: 10.4274/turkderm.46547  Pages 63 - 65
Lentigo malina, melanoma in-situnun alt tipidir. Genellikle 50-80 yaş arasında görülür ve deri kanserlerinin %10 ile 15’ ini oluşturur. LM, atipik, pigmente, maküler lezyonların geleneksel tanımıdır.LM aşırı güneş hasarlanmasıyla oluşur. Genellikle yaşlı hastalarda ve yüz bölgelerinde görülür. Atipik, pigmente, maküler lezyonlarda histolojik tanı, solar lentigodan in-situ melanoma (lentigo maligna pattern) veya invazive melanomaya (lentigo maligna melanoma) kadar geniş aralığa sahiptir. İnsizyonel biyopsilerde solar lentigo, pigmente aktinik keratoz veya retiküle seboreik keratozun mevcudiyeti klinisyeni ve patoloğu yanıltabilir. Onlar lentigo malina bulunmadığını düşünebilirler. Bu yüzden bu vakalarda eksizyonel biyopsi gereklidir. Bizim bu vakayı sunmaktaki amacımız, klinikopatolojik korelasyonun önemini ve lentigo maligna komşuluğundaki lezyonların yanlış tanıya yol açabileceğine dikkat çekmektir.
Lentigo maligna (LM), a subtype of melanoma in-situ, is seen mostly in patients between 50 and 80 years old and accounts for ten to fifteen percent of skin cancer cases. LM is a traditional term for atypical pigmented macular lesions. LM occurs on severely sun damaged skin and it is usually on the face of elderly patients. Histological diagnosis of atypical pigmented macular lesions have extensive range from solar lentigo to in-situ melanoma (lentigo maligna pattern) or invasive invasive melanoma (lentigo maligna melanoma). The presence of solar lentigo, pigmented actinic keratosis, or reticulated seborrheic keratosis in incisional specimen could misguide the pathologist and clinician. they might think that lentigo maligna is not present. Therefore, excisional biopsy is needed in such cases. Our aim in presenting this case was to emphasize the importance of clinicopathologic correlation and to attract attention on the lesions adjacent to lentigo maligna which can lead to a misdiagnosis.

12.Scar sarcoidosis
Bengü Gerçeker Türk, Tuğçe Özkapu, Meltem Türkmen, Alican Kazandı, Can Ceylan
doi: 10.4274/turkderm.68736  Pages 66 - 68
Skar sarkoidozu yanık alanları, cerrahi skarlar, aşı ve injeksiyon noktaları, dövme gibi eski travma alanları üzerinde gelişen, histopatolojik olarak non-kazeifiye granülomatöz infiltrasyon ile karakterize, nadir görülen bir kutanöz sarkoidoz tipidir. Sistemik sarkoidozlu olgularda bazen hastalığın ilk bulgusu olarak görülebilmektedir. Burada yedi yıl önce geçirdiği trafik kazasına ait skar alanları üzerinde sarkoidoz gelişimi ve pulmoner tutulumu saptanan otuz dört yaşında bir erkek olgu sunulmaktadır.
Scar sarcoidosis is a rare type of cutaneous sarcoidosis which arises in pre-existing scars, which may occur due to burn injury, surgery, tattoos, vaccine or injection, and is histopathologically characterized by non-caseating granulomatous infiltration. It may be the first manifestation of systemic sarcoidosis. Here, we present the development of sarcoidosis in pre-existing scars following a traffic accident which had occurred seven years ago and the association of early pulmonary involvement in a 34-year-old man.

13.Poliosis overlying psoriasis
Sevgi Akarsu, Turna İlknur, Saim Çarşanbalı, Ceylan Canbaz Avcı, Erdener Özer, Emel Fetil
doi: 10.4274/turkderm.50480  Pages 69 - 71
Poliozis, hipopigmente veya depigmente kıllardan oluşan lokalize alanı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu tablonun foliküler melanositlerin inflamatuvar veya otoimmün bir mekanizmayla yıkımı sonucu oluştuğuna inanılmaktadır. Poliozis bazı herediter sendromlarla birlikte görülebileceği gibi inflamasyon, irradyasyon veya infeksiyonu takiben ve bazı ilaçlarla edinsel olarak da oluşabilir. Ayrıca bazı nevüsler, melanom ve nörofibrom gibi bazı benin ve malin lezyonlar üzerinde de gelişebileceği bildirilmiştir. Ancak literatürde T hücre aracılı otoimmün inflamatuvar bir hastalık olan psoriasis ile poliozis ilişkisine dair bir veri bulunmamaktadır. Burada saçlı derideki psoriasis plağı üzerinde poliozis gelişen 11 yaşında bir kız olgu sunulmaktadır.
Poliosis is the term used to describe a localized area of hypopigmented or depigmented hairs. It is believed that this condition is a result of the destruction of follicular melanocytes by an inflammatory or autoimmune mechanism. Poliosis can occur in several hereditary syndromes or is acquired after inflammation, irradiation or infection and some medications. Additionally, it has also been reported that it can overlie some benign and malignant lesions, including some nevi, melanoma and neurofibroma. On the other hand, there has been no prior data of an association between psoriasis, which is a T-cell-mediated autoimmune inflammatory disease, and poliosis in the literature. Here, we describe an 11-year-old female with poliosis of the scalp overlying a plaque of psoriasis.

WHAT IS YOUR DIAGNOSIS?
14.What is your diagnosis?
Hakan Turan, Hülya Albayrak, Zehra Gürlevik, Oğuz Küçükçakır, Murat Oktay
Pages 72 - 73
Abstract |Full Text PDF

NEW PUBLICATIONS
15.Clinical Cases in Geriatric Dermatology

Page 74
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale