E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 52 (1)
Volume: 52  Issue: 1 - 2018
EDITORIAL
1.Editorial

Page 1
Abstract |Full Text PDF

REVIEW ARTICLE
2.Advantages of virtual dermatopathology use in education
Ellen Mooney
doi: 10.4274/turkderm.64624  Pages 2 - 5
Yakın zamanda, ABD Gıda ve İlaç Dairesi, patolojide primer tanı için bütün slayt görüntüleme sistemine izin verdi. Konunun müzakeresi ve onay süreci birkaç yıl sürdü. Fakat aradaki zamanda, dijital patoloji tıp fakültesi öğrencilerinin eğitim ve değerlendirmesinden uzmanlık sınavına ve sürekli tıp eğitimine kadar eğitimin çeşitli alanlarında kullanılmıştır. Bu süre zarfında, ilgili yazılımda ilerlemeler kaydedilmiş olup, artık çok sayıda yardımcı işlemi olanaklı kılmaktadır. Eğitimde taranmış slaytların ve ilgili yazılımın kullanılması çok büyük avantajlar sağlamaktadır.
The US Food and Drug Administration recently permitted whole-slide imaging systems for primary diagnosis in pathology. Their deliberations and approval process have taken a number of years. However, in the interim, digital pathology has been used in various facets of education, ranging from medical student instruction and assessment, to board examination and continuing medical education. During that time, development in associated software has progressed and now allows for numerous ancillary processes. The advantages in using scanned slides and associated software in education are enormous.

CONSENSUS REPORT
3.The Turkish guideline for the diagnosis and management of atopic dermatitis-2018
İlgen Ertam, Özlem Su, Sibel Alper, Hayriye Sarıcaoğlu, Ayşe Serap Karadağ, Evren Odyakmaz Demirsoy, Murat Borlu
doi: 10.4274/turkderm.87143  Pages 6 - 23
Amaç: Atopik dermatit (AD), tanı ve tedavisinde zaman zaman zorluklar yaşanan bir hastalıktır. Farklı yaklaşımların görülebildiği bir hastalık olması, hastalığın tanı, sınıflama, etiyopatogenez, tanısal testler ve tedavi yaklaşımları açısından bir algoritma içerisinde değerlendirilmesi gerekliliğini doğurmuştur. Bu amaçla Türk Dermatoloji Derneği Dermatoallerji Çalışma Grubu içerisinde yer alan yazarlar, AD tanı ve tedavisinde kanıta dayalı bir yol gösterici olması açısından bu AD kılavuzunu oluşturmayı hedeflemişlerdir.
Gereç ve Yöntem: Kılavuz, her bölümü ayrı bir yazar tarafından yazılacak biçimde planlanmış; Kılavuzun ana hatları belirlendikten sonra yazarlar tarafından hazırlanan bölümler e-posta yazışmaları ile diğer yazarlar tarafından da değerlendirilmiştir ve bir araya gelinerek yapılan toplantıda tartışılmıştır. Son olarak, kılavuz tümüyle gözden geçirilerek hazır hale getirilmiştir.
Bulgular: Kılavuz, tanım, patogenez, klinik bulgular, tanı, ayırıcı tanı, skorlama sistemleri, tanıda deri testleri ve tedavi yaklaşımlarını içermektedir. Günümüzde AD tanısında ve tetikleyici faktörlerin ortaya konulmasında kullanılabilecek sensitivite ve spesifitesi yüksek, uygulanması kolay in vivo/in vitro test bulunmamaktadır. Tedavinin ilk basamağını sırasıyla nemlendiriciler, topikal kortikosteroidler (TKS) ve kalsinörin inhibitörleri oluşturur. Nemlendiriciler AD'nin tüm formlarında tedavide kullanılır. Nemlendiricilerin yetersiz kaldığı durumlarda ilk kullanılacak ajanlar TKS'lerdir. TKS’lere dirençli lezyonlarda, uzun süreli kortikosteroid kullanımında, proaktif tedavide ve belli bölgelerde ise topikal kalsinörin inhibitörleri tercih edilmelidir. Antimikrobiyal ajanlar ve antiseptikler sadece klinik olarak enfeksiyon bulgularının olduğu durumlarda tedaviye eklenmelidir. Topikal tedavinin yanıtsız kaldığı durumlarda ikinci basamak tedavide fototerapi ve oral siklosporin yer alır. Ülkemizde henüz ruhsat almamış olan biyolojik ajan dupilumab şiddetli ve dirençli AD tedavisinde ümit vermektedir.
Sonuç: AD hekimler için tanı, tedavi ve izlem açısından güçlükler yaratabilen bir hastalıktır. Olabildiğince kanıta dayalı verilerden yola çıkarak hazırlanan bu kılavuz, AD’li olgularda tanı ve tedavi yaklaşımlarının yönlendirilmesinde yol gösterici olacak ve hekimlerin bu süreçlerde yaşadıkları zorlukların aşılmasına katkı sağlayacaktır.
Background and Design: Atopic dermatitis (AD) has a complicated etiopathogenesis and difficulties in diagnosis and treatment from time to time. Because of the disease which different approaches can be seen rationalize the need for an algorithm for the diagnosis, classification, etiopathogenesis, diagnostic tests and therapeutic approach. Therefore, authors from Dermatoallergy Working Group of the Turkish Society of Dermatology aimed to create an AD guideline for the diagnosis, treatment and followup.
Materials and Methods: Each section of the guideline has been written by a different author. The prepared sections were evaluated in part by e-mail correspondence and have taken its final form after revision in the last meeting held by the participation of all authors.
Results: The guideline includes the diagnosis, classification, etiopathogenesis, diagnostic tests and therapeutic approach of AD. Lesions show age-related morphology and distribution. There are no in vivo/in vitro tests that have high sensitivity and specificity that can be used to identify AD and trigger factors. The first step of treatment consists of moisturizers, topical corticosteroids and calcineurin inhibitors, respectively. Moisturizers are used therapeutically in all forms of AD. Topical corticosteroids are the first agents to be used when moisturizers are inadequate. Topical calcineurin inhibitors should be used in lesions resistant to corticosteroids, for proactive treatment, special areas. Antimicrobials agents and antiseptics should only be added to treatment when clinical signs of infection are present. And in topical treatment-resistant cases, second-line treatment is phototherapy or oral cyclosporine. The biologic agent, dupilumab, is promising in the treatment of severe AD.
Conclusion: AD is a disease that can be challenging for the physician in terms of treatment and follow-up. Depending on evidence-based data (and individual experiences), this guideline will have a leading role in the diagnosis and treatment of AD and help the physician to overcome the challenges in the management.

ORIGINAL INVESTIGATION
4.Do we really not need to treat patients with white reticular lesions of oral lichen planus?: A case-control pilot study
Berna Aksoy, Fatma Aslı Hapa
doi: 10.4274/turkderm.37790  Pages 24 - 28
Amaç: Literatürde oral liken planus (OLP) hastalarında ağız sağlığı ile ilişkili yaşam kalitesinin olumsuz yönde etkilendiği daha önce çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir, ancak bu çalışmalara sadece semptomatik eroziv ve/veya ülseratif OLP’si olan hastalar dahil edilmiştir. Bu çalışmada eroziv lezyonları olan OLP hastalarının yanı sıra retiküler lezyonları da olan tüm OLP hastaları dahil edilerek yaşam kalitelerinin nasıl etkilendiği ve sağlıklı kişiler ile karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya polikliniğe başvuran ve OLP tanısı konulan hastalar ile yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilmiş sağlıklı kontroller alınmıştır. Tüm olguların yaşam kalitelerinin OLP lezyonlarından ne derecede etkilendiği ağız sağlığı ile ilişkili hayat kalite indekslerinden Ağız Sağlığı Etki Profili [OHIP (Oral Health Impact Profile)]-14 kullanılarak araştırılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya OLP’si olan 40 hasta ve 40 sağlıklı kişi dahil edildi. Hastaların %75’inde sadece retiküler lezyonlar mevcutken %25’inde mikst tipte lezyonlar mevcuttu. OLP lezyonları hastaların yarısında ağrıya neden olmakta ve oral fonksiyonları etkilemekteydi. OLP hastalarında ortanca OHIP-14 total skoru 8,5 iken kontrol grubunda 3’tü ve her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı. Sadece retiküler lezyonu olan hastalar ile mikst tipte lezyonu olan OLP hastalarının ise OHIP-14 skorları arasında anlamlı farklılık saptanmadı.
Sonuç: Bu çalışmada OLP’li hastalarda hayat kalitesinin hem mikst hem de sadece retiküler lezyonları olan hastalarda da etkilenebildiği gösterilmiştir.
Background and Design: How oral lichen planus (OLP) affects oral health-related quality of life has been shown in previous studies but only symptomatic erosive and ulcerative OLP patients were included in such studies. The aim of this study was to determine if oral health-related quality of life is affected in patients with OLP, not only erosive but also reticular form of OLP.
Materials and Methods: Patients who were diagnosed with OLP in the dermatology outpatient clinic and age- and gender-matched healthy individuals were included in this study. Oral health-related quality of life was assessed by using the 14-item Oral Health Impact Profile (OHIP)-14 in all participants.
Results: Forty patients with OLP and 40 healthy subjects were included in this study. Mixed type lesions were present in 25% of patients while solely reticular lesions were present in 75%. OLP was painful and oral functions were affected in 50% of patients. There was a statistically significant difference in median OHIP-total score between patient and control groups. The median OHIP-14 total score in lichen planus patients and controls was 8.5 and 3. However, there was no significant difference between patients with solely reticular lesions and those with mixed type lesions.
Conclusion: In this study, we have shown that oral health-related quality of life was affected both in patients with only reticular lesions and in patients with mixed type lesions.

5.Determination of complementary therapies for prevention of striae gravidarum
Gamze Teskereci, İlkay Boz, Hamide Şahin Aydus
doi: 10.4274/turkderm.85350  Pages 29 - 32
Amaç: Stria gravidarum (SG) gelişiminde çeşitli faktörlerin ilişkisi olduğu belirtilse de önlenmesinde tamamlayıcı terapilerin rolü halen açık şekilde ortaya konmamıştır. Bu çalışma ile SG’nin önlenmesinde kullanılan tamamlayıcı terapilerin kullanımının ve etkinliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu çalışma bir üniversite hastanesinin kadın hastalıkları ve doğum kliniğinde yürütülmüştür. Çalışmanın örneklemini son trimestrinde 49 gebe ve doğum sonu ilk 24 saatte 71 kadın olmak üzere toplam 120 kadın oluşturmuştur. Veriler 25 sorudan oluşan bir form yardımıyla, Haziran-Temmuz 2016 tarihleri arasında yüz yüze görüşmelerle toplanmıştır. Çalışma verileri tanımlayıcı istatistikler, ki-kare ve Kruskal-Wallis testleri yapılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Kadınların %90,8'inde SG olduğu, %46,7’sinin SG’yi önlemek için manipülatif-beden temelli tamamlayıcı terapilerden aromaterapi masajını kullandığı saptanmıştır. Aromaterapi masajının %55,2 yağ, %28,6 krem ve %8,9 krem ve yağ karışımını kullanılarak yapıldığı bildirmiştir. Kadınların %42,9’u masaj uygulamasına ilk trimesterde başlamıştır. Kadınların yaklaşık yarısı tamamlayıcı terapiler konusunda bilgi aldığını belirtmiştir. Masaj uygulayan kadınlarda SG görülme oranı, uygulamayan kadınlarda SG görülme oranına göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük bulunmuştur (p=0,023).
Sonuç: Kadınların yaklaşık yarısının SG’nin önlenmesinde masajı kullandığı görülmektedir. Ayrıca masaj uygulamasının SG oluşumunu azalttığı da bulunmuştur.
Background and Design: Striae gravidarum (SG) has been reported to be associated with various factors, but the role of complementary therapies in the prevention of SG is still not well understood. The aim of this study was to determine complementary therapies for prevention of SG.
Materials and Methods: This descriptive research was conducted on 120 pregnant women in a maternity clinic at a university hospital. Of 120 women, 49 were going through the last trimester and 71 were going through their first postpartum 24 hours. Data were collected using a 25-item-questionnaire through face-to-face interviews between June and July in 2016. Obtained data were evaluated by using descriptive statistics, chi-square test and the Kruskal-Wallis test.
Results: 90.8% of women had SG. For the prevention of SG, 46.7% of women used massage, a manipulative body-based complementary therapy, 55.2% used oils, 28.6% used creams and 8.0% used a mixture of creams and oils for massaging. 42.9% of women started to use complementary therapies in their first trimester. Half of the women stated that they had received information about complementary therapies. A significantly lower rate of women using massage had SG compared to those not using massage (p=0.023).
Conclusion: It was concluded that nearly half of the women used massage for the prevention of SG. In addition, massage application was found to reduce the occurrence of SG.

6.Antioxidant activity in melasma
İlgen Ertam, Tuğçe Özkapu, Yasemin Akçay, Eser Yıldırım Sözmen, İdil Ünal
doi: 10.4274/turkderm.19052  Pages 33 - 36
Amaç: Melazma sık görülen, yüzde kahverengiden gri-kahverengiye değişen düzensiz şekilli maküllerle karakterize simetrik bir hipermelanozisdir. Çoğunlukla gebelik periyodu ve oral kontraseptif ilaç kullanımı ile ilişkilidir. Güneş ışığı ve genetik faktörler melazma patogenezinde önemli rol oynamaktadır. Deri ultraviyole ışığı ve çevresel okside edici etmenlere maruz kalarak oksidatif stresin hedefi haline gelmektedir. Topikal ve oral antioksidanlar melazma tedavisinde kullanılmaktadır. Bu araştırmada amaç, melazmalı hastalarda serum antioksidan kapasitesini saptamak ve antioksidan düzeyleri ile melazma şiddeti arasındaki ilişkiyi belirlemektir.
Gereç ve Yöntem: Kırk dokuz melazma hastası ve 35 kontrol çalışmaya dahil edildi. Her hastada derideki pigmentasyon düzeyi Melazma Alan Şiddet İndeksi (MAŞİ) ve meksametre skoru kullanılarak değerlendirildi. Serum troloks eşdeğeri antioksidan kapasite (TEAC), total antioksidan aktivite (TAOA), demir iyonu indirgeyici antioksidan güç yöntemi (FRAP) düzeyleri spektrofotometrik olarak hasta ve kontrol grubunda değerlendirildi.
Bulgular: TEAC düzeyi hastalarda kontrol grubuna göre daha yüksek idi (p<0,00). Ancak, MAŞİ ile TEAC, TAOA ve FRAP arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı.
Sonuç: Araştırmamızda serum antioksidanları ile melazma şiddeti arasında ilişki saptanmadı. Bu sonuçlara göre, melazmalı hastalarda antioksidan tedavinin her zaman etkili olmayabileceği sonucuna varıldı.
Background and Design: Melasma is a common, symmetric hypermelanosis characterized by irregular brown to gray-brown macules on the face. It is frequently associated with pregnancy and oral contraceptive consumption. Sunlight and genetic factors play major roles in the pathogenesis of melasma. Human skin exposed to ultraviolet light or environmental oxidizing pollutants become a preferred target of oxidative stress. Topical and oral antioxidants are used to treat melasma. To investigate serum antioxidant capacity in patients with melasma and relationship between antioxidant levels and melasma severity.
Materials and Methods: Forty-nine cases of melasma and 35 controls were included in the study. Each patient’s skin pigmentation was assessed using the Melasma Area Severity Index (MASI) and mexameter reading. Serum trolox equivalent antioxidant capacity (TEAC), total antioxidant activity (TAOA), and ferric reducing power (FRAP) were evaluated in patients and controls by spectrophotometric method. Results: TEAC levels were higher in patients than in controls (p<0.00). However, there was no statistically significant relationship of MASI with TEAC, TAOA and, FRAP.
Conclusion: According to our results, there is not a strong relationship between serum antioxidants and melasma severity. Therefore, we propose that antioxidant therapy may not be necessary in patients with melasma.

CASE REPORT
7.Perforating pilomatrixoma showing atypical presentation: A rare clinical variant
Nevra Seyhan, İlhan Meral
doi: 10.4274/turkderm.62444  Pages 37 - 39
Malherbe’nin kalsifiye epitelyoması olarakta bilinen pilomatriksoma kıl folikülünden kaynaklanan nadir, selim bir deri tümörüdür. En sık baş boyun bölgesinde yerleşim göstermektedir. Kadın/erkek oranı 3/2’dir. Derin subkutan yerleşim gösterir ve hayatın ilk iki dekadında ortaya çıkar. Çapı 0,5 cm ile 3 cm arasında değişmektedir. Birden fazla lezyon görülmesi nadirdir. Histopatolojik olarak bazoloid hücreler ve gölge hücreler ile karakterizedir. Perforan (ekzofitik) tipi nadir bir klinik varyanttır. Tedavisi cerrahi eksizyondur. Olgumuz pilomatriksomanın az rastlanan bir klinik varyantına dikkat çekmek amacıyla sunulmuştur.
Pilomatrixoma, also known as calcifying epithelioma of Malherbe, is a rare benign skin tumor arising from hair follicle stem cells. The most common localization is the head and neck region. Female/male ratio is 3/2. It shows deep subcutaneous placement and occurs in the first two decades of life. Its diameter ranges from 0.5 cm to 3 cm. Multiple lesions are rarely seen. Histopathologically it is characterized by basoloid and ghost cells. Perforating type is a rare clinical variant. Treatment is surgical excision. Our case is presented to draw attention to a rare clinical variant of pilomatrixioma.

DERMATOLOGIST ANSWERS FOR COSMETOLOGY QUESTIONS
8.May dermal fillers be an effective application in correcting lip asymmetries?
Zehra Aşiran Serdar, Ezgi Aktaş Karabay
doi: 10.4274/turkderm.42890  Pages 40 - 41
Abstract |Full Text PDF

OTHER
9.In Memoriam

Pages 42 - 43
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale