E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 58 (3)
Volume: 58  Issue: 3 - 2024
1.Cover

Pages I - V

ORIGINAL INVESTIGATION
2.Correlation of clinical, dermoscopic, and histopathological features of basal cell carcinoma
Didem Dizman, Dilek Bıyık Özkaya, Anıl Gülsel Bahali, Buğçe Topukçu Dizman, Pelin Yıldız, Zeynep Tosuner, Cüyan Demirkesen, Nahide Onsun, Özlem Su
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.67915  Pages 54 - 65
Amaç: Bu çalışmanın amacı, klinik, dermoskopik ve patolojik özellikleri karşılaştırarak bazal hücreli karsinomun (BCC) tanı ve tedavisini geliştirmektir.
Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışma, 2012 ve 2015 yılları arasında dermatoloji kliniğine başvuran ve 111 BCC lezyonuna sahip hastaları içermektedir.
Bulgular: Agresif tip BCC hastalarının ortalama yaşı daha yüksekti. Agresif tip BCC’ler yüzde daha yaygındı. Dermoskopik olarak, gri-mavi oval yuvalar gövdede daha yaygındı. Pigmente noktalar yüzde daha az yaygındı, globüller ise saçlı deride daha sık görülüyordu. Küçük erozyonlar ekstremitelerde daha yaygındı ve parlak beyaz-kırmızı yapısız alanlar gövde ve ekstremitelerde daha yaygındı. Nokta damarlar saçlı deride daha sık görülüyordu. Vasküler özellikler yüzde daha yaygındı ve pigmente özellikler yüzde daha az yaygındı. Diğer dermoskopik özellikler yüzde ve gövdede daha yaygındı. Nodüler lezyonlarda, arborize damarlar, ülserasyon, beyaz kristaller ve saç tokası damarları daha yaygındı. Diğer dermoskopik özellikler nodüler lezyonlarda daha yaygındı. Mikst tip BCC’lerde gri-mavi oval yuvalar ve globüller daha yaygındı, tek tip BCC’lerde ise küçük erozyonlar daha sık görülüyordu. Vasküler özellikler mikst tip BCC’lerde daha yaygındı. Ülserasyon agresif BCC’lerde daha yaygındı, küçük erozyonlar ise non-agresif BCC’lerde daha yaygındı. Histopatolojik olarak, pigmente BCC’ler saçlı deri ve gövdede yüzde daha yaygındı. Süperfisiyel BCC, gövdede ve düz lezyonlarda daha yaygındı. Adenoid BCC nodüler lezyonlarda daha sık görülüyordu. Mikst tip BCC’ler saçlı deride daha yaygındı ve daha agresif olma olasılığı yüksekti. Mikst tip BCC’ler, pigmente, infiltratif, adenoid, mikronodüler ve solid BCC’ler dahil olmak üzere daha yüksek alt tip görülme sıklığına sahipti. Kistik dejenerasyon, mikst tip BCC’lerde daha yaygındı.
Sonuç: Klinik-patolojik korelasyonlar ve dermoskopik bulgular, BCC’nin anlaşılmasını geliştirerek doğru tanı ve yönetimi sağlar.
Background and Design: The aim of this study is to enhance the diagnosis and treatment of basal cell carcinoma (BCC) by comparing clinical, dermoscopic, and pathological features.
Materials and Methods: This retrospective study included patients from the dermatology clinic between 2012 and 2015 with 111 BCC lesions.
Results: The average age for aggressive-type BCC patients was higher. Aggressive-type BCCs were more common on the face. Dermoscopic, gray-blue ovoid nests were more common on the trunk. Pigmented dots were less common on the face, while globules were more frequent on the scalp. Small erosions were more prevalent on the extremities, while shiny white-red structureless areas were more common on the trunk and extremities. Dot vessels were more prevalent on the scalp. Vascular features were more common on the face, whereas pigmented characteristics were less common. Other dermoscopic features were more common on the face and trunk. Arborizing vessels, ulcerations, white crystals, and hairpin vessels were more common in nodular lesions. Other dermoscopic features were more prevalent in nodular lesions. Mixed-type BCCs had more gray-blue ovoid nests and globules, while single-type BCCs had more small erosions. Vascular features were more common in mixed-type BCCs. Ulceration was more common in aggressive BCCs, while small erosions were more prevalent in nonaggressive BCCs. Histopathologically, pigmented BCCs were more common on the scalp and trunk than on the face. Superficial BCCs were more common in trunks and flat lesions. Adenoid BCC was more prevalent in nodular lesions. Scalp mixed-type BCCs were more common and aggressive. Mixed-type BCCs had a higher number of subtypes, including pigmented, infiltrative, adenoid, micronodular, and solid BCCs. Cystic degeneration was more common in mixed-type BCCs.
Conclusion: Clinical-pathological correlations and dermoscopic findings improve our understanding of BCC, aiding in accurate diagnosis and management.

3.Evaluation of clinical and follow-up outcomes in primary cutaneous B-cell lymphomas: A single-center retrospective study from 2006 to 2022
Hatice Şanlı, Handan Merve Erol Mart, Devrim Deniz Kuşçu, Işınsu Kuzu, Aylin Okçu Heper, Ayça Kırmızı, Bengü Nisa Akay
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.08683  Pages 66 - 74
Amaç: Primer kutanöz B-hücreli lenfomalar (PKBHL), nispeten düşük insidansları ve heterojen klinik özellikleri nedeniyle iyi karakterize edilememiştir.
Gereç ve Yöntem: 2006-2022 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde takip ve tedavi edilen primer kutanöz marjinal zon lenfoma (PKMZL) (n=18), primer kutanöz folikül merkez hücreli lenfoma (PKFMHL) (n=7) ve primer kutanöz diffüz büyük B-hücreli lenfoma-bacak tipi (PKDBBHL-BT) (n=4) olan 29 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Tüm hastaların klinik özellikleri, tedavi yöntemleri ve sonuçları analiz edildi.
Bulgular: Çalışmamız B-hücreli lenfomaların dağılımında coğrafi farklılıklar olduğu ve PKMZL’nin Avrupa’ya kıyasla Asya ülkelerinde baskın olduğu verisini desteklemektedir. PKDBBHL-BT grubunun tanı anındaki ortalama yaşı, indolent PKBHL grubundan anlamlı olarak daha ileri bulunmuştur (p=0,022). Lezyon boyutu PKMZL’de çoğunlukla 2 cm’den küçük, PKFMHL’de 2-5 cm arasında ve PKDBBHL-BT grubunda 5 cm’den büyük saptanmıştır (p=0,006). PKMZL ve PKFMHL gruplarında çoğunlukla deriye yönelik tedaviler kullanılırken, PKDBBHL-BT grubunda çok ajanlı kemoterapi sıklıkla tercih edilmiştir (sırasıyla; p=0,003 ve p=0,001). Yaş, cinsiyet, lezyonun klinik özellikleri, kutanöz lenfoma uluslararası prognostik indeks skoru, evre ve tedavi modaliteleri ile nüks ve genel sağkalım arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Dünya Sağlık Örgütü ve Avrupa Kanser Araştırma ve Tedavi Örgütü kutanöz lenfoma sınıflandırması, bu heterojen hasta grubunda klinik davranışı ve prognostik parametreleri anlamak için halen birincil kılavuz olmaya devam etmektedir.
Sonuç: Bu tür lenfomaların görece nadirliği göz önüne alındığında, hasta serimiz mevcut literatüre ek bir değer katmaktadır.
Background and Design: Primary cutaneous B-cell lymphomas (PCBCLs) have not been well characterized due to their relatively low incidence and heterogeneous clinical features.
Materials and Methods: Data of 29 patients with primary cutaneous marginal zone lymphoma (PCMZL) (n=18), primary cutaneous follicle center B-cell lymphoma (PCFCL) (n=7), and primary cutaneous diffuse large B-cell lymphoma-leg type (PCDLBCL-LT) (n=4) who were followed and treated at Ankara University Faculty of Medicine between 2006 and 2022 were retrospectively evaluated. Clinical characteristics, treatment modalities, and outcomes of all patients were analyzed.
Results: Our study supports the data that there are geographical differences in the distribution of B-cell lymphomas and that PCMZL is predominant in Asian countries compared to Europe. The mean age at the time of diagnosis in the PCDLBCL-LT group was significantly older than the indolent PCBCL group (p=0.022). The lesion size was predominantly less than 2 cm in PCMZL, between 2 and 5 cm in PCFCL, and larger than 5 cm in the PCDLBCL-LT group (p=0.006). While skin-directed treatments were the most common approach in the PCMZL and PCFCL groups, multi-agent chemotherapy was the preferred treatment in the PCDLBCL-LT group (p=0.003 and p=0.001, respectively). No significant correlation was found between age, gender, clinical features of the lesion, cutaneous lymphoma international prognostic index score, stage and treatment modalities, recurrence, and overall survival. The World Health Organization and European Organization for Research and Treatment of Cancer classification of cutaneous lymphoma remains the primary guideline for understanding the clinical behavior and prognostic parameters of this heterogeneous patient group.
Conclusion: Given the relative rarity of these types of lymphoma, our patient collective provides an additional value to the existing literature.

4.Relationship between Glutathione S-transferase gene polymorphisms and clinical features of psoriasis: A case-control study in the Turkish population
Hatice Gül Dursun, Recep Dursun, ilknur Çınar Ayan, Ayşe Gül Zamani, Mahmur Selman Yıldırım
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.83641  Pages 75 - 82
Amaç: Bu çalışmada Glutatyon S-transferaz Mu 1 (GSTM1) ve Glutatyon S-Transferaz Pi 1 (GSTP1) gen polimorfizmlerinin psoriazis gelişimi ve özellikleri açısından risk faktörü olup olmadığını araştırdık.
Gereç ve Yöntem: Hasta ve kontrollerden 2 mL’lik EDTA’lı tüplere kan örnekleri alındı. İki yüz altmış psoriazis hastası ve 200 sağlıklı kontrolden DNA izolasyonu yapıldı ve GSTM1 ve GSTP1 gen polimorfizmleri gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu yöntemiyle genotiplendirildi.
Bulgular: Analiz sonuçlarına göre hastalarda GSTM1 null genotip sıklığı kontrollere göre 1,33 kat daha yüksek olmasına rağmen bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi [%95 güven aralığı (GA): 0,91-1,93, p=0,13]. GSTP1 AG heterozigot genotip ve GG homozigot polimorfik genotip frekansları da hastalar ve kontroller arasında farklılık göstermedi (AG genotipi için [olasılık oranı (OO): 0,80, %95 GA: 0,55-1,18, p=0,27; OO: 0,74, %95 GA: 0,35-1,56, GG genotipi için p=0,42]. Her iki polimorfizm hastalığın başlangıç yaşı ve şiddetine göre değerlendirildiğinde erken başlangıçlı yaş grubu ile geç başlangıçlı yaş grubu arasında ve hafif grup ile ağır grup arasında anlamlı fark bulunamadı.
Sonuç: Sonuçlar GSTM1 ve GSTP1 polimorfizmlerinin psoriazisin etiyopatogenezi ve klinik özellikleri üzerinde önemli bir etkisinin olmadığını göstermektedir.
Background and Design: In this study, we investigated whether Glutathione S-transferase Mu 1 (GSTM1) and Glutathione S-transferase Pi 1 (GSTP1) gene polymorphisms are risk factors for psoriasis development and characteristics of psoriasis.
Materials and Methods: Venous blood samples were collected from both the patients and control subjects into 2 mL EDTA tubes. DNA was isolated from 260 psoriasis patients and 200 healthy control subjects, and GSTM1 and GSTP1 gene polymorphisms were genotyped by realtime polymerase chain reaction method.
Results: According to the analysis results, although the frequency of the GSTM1 null genotype was 1.33 times higher in patients compared to controls, this difference was statistically insignificant [95% confidence interval (CI): 0.91-1.93, p=0.13]. GSTP1 AG heterozygous genotype and GG homozygous polymorphic genotype frequencies also did not differ between patients and controls [odds ratio (OR): 0.80, 95% CI: 0.55-1.18, p=0.27 for AG genotype; OR: 0.74, 95% CI: 0.35-1.56, p=0.42 for GG genotype]. When both polymorphisms were evaluated based on the onset age and severity of the disease, no significant difference was found between the early onset age group and the late onset age group, nor between the mild group and the severe group.
Conclusion: The results show that GSTM1 and GSTP1 polymorphisms do not have a major effect on the etiopathogenesis and clinical characteristics of psoriasis.

CASE REPORT
5.Four cases, one syndrome: Gardner-Diamond syndrome
Ebrar Gültekin, Sıla Çavdar, N. Yasemin Ardıçoğlu Akışın, Şahika Baysun, Nejat Akar
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.43410  Pages 83 - 86
Gardner-Diamond sendromu (GDS), deride açıklanamayan morlukların varlığıyla belirgin bir hastalıktır. Diğer yaygın belirtiler arasında karın ağrısı ve kusma gibi gastrointestinal şikayetler ile sinir ve kas-deri sistemlerine ilişkin şikayetler bulunur. GDS’nin kesin nedeni bilinmemektedir ve genellikle diğer potansiyel nedenleri dışlamak ile tanı konur. Bu hastalığın, etiyolojisinde psikolojik bileşenin güçlü olduğu ve çoğunlukla orta yaşlı kadınlarda görüldüğü bilinmektedir. Dünya genelinde sadece birkaç yüz olgu rapor edilmiş olmasına rağmen, bu makalede kısa zaman aralıklarıyla GDS olarak teşhis edilmiş dört olgu sunmayı amaçladık.
Gardner-Diamond syndrome (GDS) is a condition characterized by the appearance of unexplained ecchymosis on the skin. Other common symptoms include gastrointestinal complaints, such as abdominal pain and vomiting, as well as complaints about the nervous and musculocutaneous systems. We typically diagnose GDS by ruling out other potential causes, as the exact cause remains unknown. Middle-aged women mostly suffer from this disease, which is believed to have a strong psychological component in its cause. Despite the limited number of documented cases of GDS globally, our goal is to showcase four confirmed cases of the disease.

LETTER TO THE EDITOR
6.Dissecting cellulitis of the scalp after hair transplantation: A case report
Aslı Bilgiç, Özlem Dicle, Cumhur İbrahim Başsorgun, Ayşe Akman
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.01023  Pages 87 - 89
Abstract |Full Text PDF

WHAT IS YOUR DIAGNOSIS?
7.What is Your Diagnosis?
Sarenur Esener
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.29895  Pages 90 - 91
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale