E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 58 (1)
Volume: 58  Issue: 1 - 2024
1.Cover

Pages I - IV

2.Editorial
Ekin Şavk
Page V

3.Editorial
Fatih Göktay
Page VI

ORIGINAL INVESTIGATION
4.A study of biochemical factors and knowledge, attitude, and practice in patients with premature graying of hair
Kanchan Dhaka, Sundeep Chowdhry, Sarika Arora, Paschal Dsouza, Ipshita Bhattacharya
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.75299  Pages 1 - 8
Amaç: Erken saç beyazlaması (ESB), düşük benlik saygısı, aşağılık kompleksi gibi birçok sonucu olan ve bireyin sosyal etkileşim yeteneklerini etkileyebilen ve dolayısıyla bireyin psikososyal sağlığını olumsuz yönde etkileyebilen klinik bir antitedir. Hindistan alt kıtasında ESB ile ilgili epidemiyolojik, araştırmacı ve psikanalitik çalışmaların azlığı nedeniyle, bu çalışma ESB olan hastalarda biyokimyasal faktörlerin rolünü belirlemek ve bilgi, tutum ve uygulamaları değerlendirmek için yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Üçüncü basamak bir hastanede 75 olgu ve eşit sayıda yaş ve cinsiyet eşleştirilmiş kontrol içeren bir olgu kontrol çalışması yürütüldü. Çeşitli epidemiyolojik değişkenler ve biyokimyasal parametreler (vitamin B12, vitamin D, kalsiyum, demir profili, lipit profili, tiroid hormonları) tespit edildi ve bunlar olgular ve kontroller arasında karşılaştırıldı. Grileşmenin şiddeti, Graying Şiddet Skoru kullanılarak değerlendirildi ve bunun etkilenen bireylerin yaşam kalitesi üzerindeki etkisini değerlendirmek için önceden doğrulanmış bir anket uygulanarak bir bilgi, tutum, uygulama çalışması yapıldı.
Bulgular: Olgular ve kontroller arasında vitamin B12 (p=0,001), vitamin D (p=0,004), serum demiri (p<0,001), ferritin (p<0,001), total demir bağlama kapasitesi (p=0,037) ve tiroid hormonları T4 (p=0,002) ve tiroid uyarıcı hormon (p=0,041) düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı. ESB ile serum kalsiyum ve lipid profili arasında bir korelasyon elde edilmedi. Bununla birlikte, olgu ve kontrollerin iştah paterninde istatistiksel olarak anlamlı fark kaydedildi (p=0,003). Kontrollere kıyasla olgularda stres, sigara içme, değişen uyku düzeni ve bağırsak alışkanlıkları da daha yaygındı. Çalışma olgularının çoğunun değiştirilmiş Kuppuswamy ölçeğinin alt orta sınıfına ait olduğu da kaydedildi. Bilgi, Tutumlar ve Uygulamalar (KAP) çalışması ile ESB’nin bu hastaların yaşam kalitelerini önemli ölçüde etkilediği görüldü.
Sonuç: Çalışma, ESB ile vitamin D eksikliği, anormal vitamin B12 seviyeleri, hipotiroidizm ve dengesiz demir profili ve değişen iştah paternleri arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya koyuyor. Bununla birlikte stres, sigara içme, değişen uyku düzeni ve bağırsak alışkanlıkları da ESB olgularında daha yüksekti. Bu nedenle bu tür hastalarda tüm bu parametrelerin analiz edilmesi gerekmektedir. KAP analizi, ESB olgularındaki ortak anlayış ve uygulamaları ve bunların psikolojik etkilerini incelemek için benzersiz bir yaklaşımdı.
Background and Design: Premature graying of hair (PGH) is a clinical entity with multiple ramifications such as low self- esteem, inferiority complex and may interfere with an individual’s social interaction capabilities and adversely affect the individual’s psychosocial health. This study aimed to investigate the biochemical factors and knowledge, attitude, and practice in patients with PGH.
Materials and Methods: A case control study including 75 cases and equal number of age and sex matched controls was conducted in a tertiary care hospital. Various epidemiological variables and biochemical parameters (vitamin B12, vitamin D, calcium, iron profile, lipid profile, thyroid hormones) were ascertained and compared between the cases and controls. The severity of graying was assessed using the Graying Severity Score, and a knowledge, attitude, and practice study was conducted by administering a pre-validated questionnaire to assess the impact on the quality of life of these affected individuals.
Results: Significant differences between cases and controls in the serum levels of biochemical parameters, namely Vitamin B12 (p=0.001), vitamin D (p=0.004), serum iron (p<0.001), ferritin (p<0.001) and total iron binding capacity, i.e TIBC (p=0.037) and thyroid hormones T4 (p=0.002) and thyroid stimulating hormone (p=0.041) was found. No correlation between PGH and serum calcium and lipid profile was derived. Also, a statistically significant difference was noted in the appetite pattern of cases and controls (p=0.003). Stress, smoking, altered sleep pattern and bowel habits were also more prevalent in cases as compared to controls. It was also noted that most study cases belonged to the lower middle class of the modified Kuppuswamy scale. The Knowledge, Attitudes, and Practices (KAP) study, which was extremely comprehensive and detailed in nature, showed that PGH significantly affects these patients’ quality of life.
Conclusion: The study reveals a strong association between PGH and deficiency of vitamin D, abnormal levels of vitamin B12, hypothyroidism and deranged iron profile, and altered appetite patterns. Along with this, the prevalence of stress, smoking, altered sleep patterns and bowel habits was also higher in PGH cases. Hence, all these parameters should be analysed in such patients. KAP analysis was a unique approach to studying common conceptions and practices in PGH cases and its’ psychological impact.

5.Effects of systemic isotretinoin treatment on hemogram, biochemical parameters, and inflammatory markers
Işıl Deniz Oğuz, Sevgi Kulaklı
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.44442  Pages 9 - 14
Amaç: İzotretinoin, orta ve şiddetli akne tedavisinde kullanılan A vitamini türevi bir ilaçtır. Sistemik izotretinoin tedavisinin hemogram parametreleri üzerine etkisi gösterilmiş olmasına rağmen sonuçlar halen tartışmalıdır. Bu çalışmada Karadeniz Bölgesi’nde izotretinoin tedavisinin hemogram, biyokimyasal parametreler ve enflamatuvar belirteçler üzerine etkisini araştırdık.
Gereç ve Yöntem: Orta ve şiddetli akne vulgarisi olan ve en az üç ay süreyle sistemik izotretinoin tedavisi alan 300 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Tedavi öncesi ve tedaviden 3 ay sonraki hemogram parametreleri, serum kreatinin düzeyleri, karaciğer transaminaz düzeyleri, serum lipid düzeyleri, nötrofil/lenfosit oranı (NLO), monosit/yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) oranları ve trombosit/lenfosit oranı değerlendirildi.
Bulgular: Üç aylık tedaviden sonra lökosit sayısı, kırmızı kan hücresi sayısı, nötrofil sayısı, monosit sayısı, HDL seviyeleri ve NLO’da başlangıca göre anlamlı bir azalma bulundu. Trombosit sayısı (PCT), trombosit dağılım genişliği (PDW), eritrosit dağılım genişliği, plateletkrit, hematokrit, ortalama eritrosit hemoglobini, total kolesterol, düşük yoğunluklu lipoprotein, trigliserit ve aspartat aminotransferaz düzeylerinde anlamlı artış bulundu.
Sonuç: Sonuçlarımıza göre izotretinoin birçok hemogram ve biyokimyasal parametreyi etkileyebilmektedir. Bu çalışma, literatürde izotretinoin tedavisi sonrası monosit sayısında azalma ve PDW ve PCT düzeylerinde artış gösterilen tek makaledir.
Background and Design: Isotretinoin, a vitamin A derivative, is widely used to treat moderate and severe acne. Although the effect of systemic isotretinoin treatment on hemogram parameters has been demonstrated, the results are still controversial. In the present study, we investigated the effect of isotretinoin on biochemical parameters, hemogram, and inflammatory markers in the Black Sea Region.
Materials and Methods: Medical data of 300 patients with moderate and severe acne vulgaris who received systemic isotretinoin treatment for at least three months were analyzed retrospectively. Hemogram parameters, serum creatinine levels, liver transaminase levels, serum lipid levels, neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR), platelet-to-lymphocyte ratio, and monocyte/high-density lipoprotein (HDL) ratios were evaluated before and three months after the treatment.
Results: A significant decrease was found in leukocyte count, red blood cell count, neutrophil count, monocyte count, HDL levels, and NLR after three months of treatment compared to the baseline. A significant increase was found in platelet count, plateletcrit (PCT), platelet distribution width (PDW), red cell distribution width, hematocrit, mean erythrocyte hemoglobin, total cholesterol, low-density lipoprotein, triglyceride, and aspartate aminotransferase levels.
Conclusion: According to our results, isotretinoin can affect several hemogram and biochemical parameters. In addition, this article is the only article demonstrating a decrease in monocyte count and an increase in PDW and PCT levels after the treatment of isotretinoin in the literature.

6.A comparative study of tangential or vertical application of spray cryotherapy in warts treatment
Seda Yıldız Yeşildağ, Tuğrul Dereli
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.65392  Pages 15 - 20
Amaç: Kriyoterapi verruka vulgaris tedavisinde kolay uygulanabilen, etkili bir yöntemdir. Verruka tedavisinde kriyoterapinin etkinliği ile ilgili çok sayıda araştırma yapılmıştır. Ancak literatürde, sprey kriyoterapinin vertikal (tam karşıdan) veya tanjansiyel (teğetsel) uygulamasının tedavi başarısı, yan etkileri ve birbirlerine üstünlükleri ile ilgili karşılaştırmalı bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada her iki yöntem karşılaştırılıp, kriyoterapide hasta uyumu ve tedavi başarısının artırılması için ideal yöntemin tespit edilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Aralık 2014-Mart 2016 ayları arasında hastanemizin Deri ve zührevi hastalıklar anabilim dalının küçük müdahale biriminde her iki elinde toplam 173 verruka vulgarisi bulunan 25 gönüllü hastanın bir elindeki verrukalara vertikal, diğer elindeki verrukalara tanjansiyel yöntemle sprey kriyoterapi uygulanmıştır. Hastalar üçer hafta aralarla yapılan vizitlerde hem tedavi başarısı hem de yan etkiler açısından değerlendirilmiştir.
Bulgular: Her iki yöntem arasında etkinlik açısından bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Her iki yöntem arasında bül (p=0,515) ve hipopigmentasyon (p=0,709) oluşumu açısından da bir fark saptanmamıştır. Verrukalar boyutlarına göre sınıflandırılıp ağrı skorları karşılaştırıldığında 2,5 mm’den küçük verrukalarda tanjansiyel uygulamada ağrı skoru vertikale göre düşük bulundu (p=0,031). Diğer boyutlarda (2,6-5,0 mm arası ve 5,0 mm’den büyük) verrukalarda anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Üç seans tedavi gerektiren verrukaların (20/173), her bir seanstaki ağrı skorları karşılaştırılmıştır. Yöntem farklılığı gözetmeden üç ölçüm arasında (giderek azalan) anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p<0,05).
Sonuç: Bu çalışma, sprey kriyoterapinin lezyona vertikal veya tanjansiyel uygulamasının karşılaştırıldığı ilk çalışmadır. Bu araştırmadaki verilere dayanarak verruka vulgaris tedavisinde tanjansiyel uygulama, vertikal uygulamaya göre daha konforludur. Tanjansiyel uygulamanın yaygınlaşması ile kriyoterapi daha çok tercih edilen bir yöntem haline gelecektir.
Background and Design: Cryotherapy is an easy-to-apply and effective method in the treatment of warts. Numerous studies have been conducted on the effectiveness of cryotherapy in treating warts. However, in the literature, there is no comparative study on the treatment success, side effects, and superiority of vertical or tangential application to each other in spray cryotherapy. This study aims to compare both methods and to determine the ideal method for increasing patient compliance and treatment success in cryotherapy.
Materials and Methods: Between December 2014 and March 2016, 25 volunteer patients with 173 warts on both hands were applied spray cryotherapy with the vertical method in one hand and tangential method in the other. The patients were evaluated in terms of both treatment success and side effects at three-week intervals.
Results: The two methods did not differ in therapeutic efficacy (p>0.05). There was no difference between the two methods in terms of bullae (p=0.515) and hypopigmentation (p=0.709) formation. When the pain scores of two spray methods warts were compared according to warts diameters, the tangential application’s pain score was lower in warts smaller than 2.5 mm (p=0.031). There was no significant difference in warts of other diameters (between 2.6-5.0 mm and greater than 5.0 mm) (p>0.05). Warts requiring three sessions of treatment (20/173) were compared in each session for pain scores. Regardless of the method, a significant decrease in pain score was found in each consecutive session (p<0.05).
Conclusion: This is the first study to compare spray cryotherapy’s vertical or tangential application to the lesion. Based on the data of this study, tangential spray application is more comfortable than vertical application. Cryotherapy may be a more widely used method if tangential spray freezing becomes common.

CASE REPORT
7.A case of lymphangioma circumscriptum successfully treated with topical sirolimus
Malik Güngör, Aslı Bilgiç
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2023.06791  Pages 21 - 23
Lenfatik malformasyonlu çocuklar genellikle yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyen ve hayatı tehdit edebilen fonksiyonel bozukluklardan ve estetik deformitelerden muzdariptir. Cerrahi ve/veya skleroterapi gibi geleneksel tedavilerin nadiren iyileştirici olması, yeni tedavi yöntemlerine duyulan büyük ihtiyacı ortaya koymaktadır. Son yıllarda, oral veya topikal sirolimus lenfatik malformasyonlarda başarıyla kullanılmaktadır. Bu yazıda, doğumundan beri boynun sol tarafında lenfanjioma sirkumskriptum ile uyumlu lezyonları olan ve topikal sirolimus ile başarılı bir şekilde tedavi edilen 7 yaşındaki bir erkek çocuğun 6 aylık tedavi sonucu sunulmaktadır.
Children who have lymphatic malformations frequently experience functional limitations and aesthetic abnormalities that have a significant impact on their quality of life and may pose a threat to their lives. Conventional treatments such as surgery or sclerotherapy are rarely curative, demonstrating the great need for new treatment modalities. Recently, oral or topical administration of sirolimus has successfully treated lymphatic malformations. We report the 6-month treatment outcome of a 7-year-old boy with lesions consistent with lymphangioma circumscriptum on the left side of the neck since birth who was successfully treated with topical sirolimus.

8.Unusual histopathological findings of lupus miliaris disseminatus faciei: A case report
Pooja Bains, Priya Kapoor, Navleen Kaur
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.55531  Pages 24 - 26
Lupus miliaris disseminatus fasiei (LMDF), genç erişkinlerde yüzü etkileyen, yanaklarda, göz kapaklarında ve kulaklar ve boyun da dahil olmak üzere birkaç ekstrafasiyal bölgede ani asemptomatik deri renginden kırmızı kahverengiye kadar değişen renkte papüllerin ortaya çıktığı kronik granülomatöz bir hastalıktır, ancak genel fikir birliği bunun pilosebase üniteye karşı bir immün yanıt olduğu yönündedir. Çeşitli histopatolojik çalışmalar granülomların pilosebase ünitelerle ilişkili olduğunu bulmuştur. Mevcut olguda, bir LMDF olgusunda rüptüre infundibüler kisti çevreleyen nadir görülen yabancı cisim granülomu tartışılmaktadır. Rüptüre infundibüler kistin, LMDF’de granülom gelişimi ile sonuçlanan enflamatuvar reaksiyonun indüklenmesindeki rolü göz ardı edilemez.
Lupus miliaris disseminatus faciei (LMDF) is a chronic granulomatous disorder affecting the face in young adults with sudden eruption of asymptomatic skin colored to red-brown papules on cheeks, eyelids and few extrafacial sites including ears and neck. There has been disputation about the origin of the disease, but the consensus is that it is an immune response to the pilosebaceous unit. Various histopathological studies have found granulomas in association with pilosebaceous units. The present case discusses the rare occurrence of foreign body granuloma surrounding a ruptured infundibular cyst in the case of LMDF. The role of a ruptured infundibular cyst in the induction of an inflammatory reaction resulting in the development of granuloma in LMDF cannot be ruled out.

WHAT IS YOUR DIAGNOSIS?
9.What is your diagnosis?
Selma Sönmez Ergün, Ahmet Kirazoğlu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2023.37729  Pages 27 - 28
72 yaşındaki erkek olgu sağ burun kanadında 2 yıldan beri mevcut olan kitle nedeniyle başvurdu. Hastanın yapılan muayenesinde sağ burun kanadını ekspande edip, çevre yanak dokusunu da infiltre eden 2.5x2.5 cm boyutunda, polipoid görünümlü, sert kıvamlı, immobil bir kitlesinin olduğu saptandı.
Punch biyopsi yapıldı. Sonuç miksoid özellikler gösteren mezenkimal neoplazm olarak bildirildi. Total eksizyon sonrası yapılan histopatolojik incelemede dermiste miksoid ödemli stroma içinde iğsi hücreler, mast hücreleri içeren nodüler oluşum saptandı..
Pansumanlarla izlenen hasta sorunsuz iyileşti Burun deliğinde karşı tarafa göre oluşan daralma dışında estetik açıdan kabul edilebilecek bir görünüm sağlandı.
18 aylık izleminde yineleme görülmedi.
A 72-year-old male patient was admitted to our clinic with a slowly growing mass on the right ala nasi that has been present for 2 years. His medical history was not remarkable. On examination, an immobile mass of rubber consistency 2.5x2.5 cm in size with polypoid appearance was found on the right ala nasi that expanded the right nasal wing and infiltrated the surrounding cheek tissue. Lymphadenopathy was not detected on the neck examination.
A punch biopsy was performed. Histopathological examination revealed that it was a mesenchymal neoplasm with myxoid features.
Histopathological examination after total excision revealed a nodular formation containing spindle cells and mast cells within myxoid edematous stroma in the dermis.
Although the right nostril was narrower than the opposite side, an aesthetically acceptable appearance was obtained. The patient, who was followed up with dressings, recovered uneventfully. There was no recurrence at 18-months follow-up.

OTHER
10.Erratum

doi: 10.4274/turkderm.galenos.2024.e001  Page 29
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale