Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 53 (2)
Volume: 53  Issue: 2 - 2019
Hide Abstracts | << Back
ORIGINAL INVESTIGATION
1.Evaluation of occupational dermatitis cases
Esra Aydın Özgür, Yucel Demiral, Özlem Özbağçıvan, Arif Hikmet Çımrın
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2018.63325  Pages 44 - 48
Amaç: Mesleksel dermatit ön tanısı ile 3 yıllık süreç içerisinde sevk edilen ve değerlendirilen olguların özelliklerini değerlendirmeyi ve klinik deneyimlerimizi paylaşmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: 2014-2017 tarihleri arasında sevk edilen deri ile ilişkili yakınmaları olan toplam 23 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Meslek hastalığı tanısı alan 459 olgunun 23’ünde (%3,7) mesleksel dermatit saptandı. Olguların 5’i kadın, 18’i erkek ve yaş ortalamaları 39±6,61 idi. Yama testi pozitif olan 13 olgunun 12’si allerjik kontakt dermatit, 4 olgu irritan kontakt dermatit, 6 olgu diğer dermatolojik tanılar (psoriazis vulgaris, vitiligo, dermal müsinozis ve kronik ürtiker) olarak değerlendirildi. Bir olguda iletişim kaybı nedeniyle mesleksel etkenlere spesifik yama testi yapılamadığından allerjik ve iritan ayrımı yapılamadı.
Sonuç: Mesleksel dermatitler, meslek hastalıkları içinde sık görülmesine rağmen ülkemizde tanı oranı oldukça azdır. Ayırıcı tanıda etkene spesifik yama testi önem arzetmektedir.
Background and Design: We aimed to evaluate the characteristics of patients who were referred and evaluated within 3 years with the preliminary diagnosis of occupational dermatitis and to share our clinical experience.
Materials and Methods: A total of 23 cases with skin-related complaints were evaluated retrospectively between 2014 and 2017.
Results: Of 459 patients with occupational disease, 23 (3.7%) were diagnosed with occupational dermatitis. Five were female and 18 were male. The mean age of the patients was 39±6.61. Twelve of 23 patients with positive patch test were diagnosed as allergic contact dermatitis, four as irritant contact dermatitis, six as other dermatological diagnoses (psoriasis vulgaris, vitiligo, dermal mucinosis and chronic urticaria). Due to the loss of communication in one case, no specific patch test could be performed for the occupational factors.
Conclusion: Although occupational dermatitis is common among occupational diseases, the diagnosis rate is very low in our country. The specific patch test is important in the differential diagnosis.

2.Frequent contact allergens in Ankara/Turkey: A retrospective study of patch test results
Mustafa Tunca, Ercan Çalışkan, Aslan Yürekli
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2018.68335  Pages 49 - 52
Amaç: Allerjik kontakt dermatit, dış etkenlere karşı oluşan gecikmiş (tip 4) bir reaksiyondur. Allerjenin önceden duyarlı hale gelmiş deri ile tekrar temasından sonra 48-96 saat içinde ortaya çıkar.
Gereç ve Yöntem: Yeryüzünde, protein yapısında olmayan bir çok allerjen vardır. Tekstil endüstrisinde kullanılan boyalar, yağlar, reçineler, kimyasal maddeler, kauçuk, kozmetik, böcek öldürücüler, bitkiler, bakteri, mantar ve parazitler allerjik kontakt dermatite neden olabilir. Yama testi, teşhis için altın standarttır. Öykü ve fizik muayene bulgularına göre değerlendirildiğinde çok değerli sonuçlar verir. Bu çalışmada 673 hastanın yama testi sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmamızda en sık rastlanan allerjenler, nikel sülfat (%18,3), kobalt klorür (%5,1), potasyum dikromat (%4,8), tiuram karışımı (%4,3), p-fenilendiamin (%3,7) ve formaldehit (%2,5) olarak bulundu.
Sonuç: Ülkemizde en sık rastlanan kontakt allerjenler hakkında daha fazla ve daha doğru bilgi edinebilmek için; farklı merkezlerde ve farklı zaman aralıklarında yapılan çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz. Bu sebeple Türkiye’de Ankara ili ve yöresinde yaptığımız bu çalışmayı paylaşmak istedik.
Background and Design: Allergic contact dermatitis is a delayed (type 4) reaction against external contact agents. It occurs within 48-96 hours after re-contact of allergen with pre-sensitized skin.
Materials and Methods: There are many allergens on earth that are not in protein structure. Paints, oils, resins, chemicals used in the textile industry, rubber, cosmetics, insecticides, plants, bacteria, fungi and parasites can cause allergic contact dermatitis. Patch test is the gold standard for diagnosis and provides valuable results when evaluated according to history and physical examination findings. In this study, we evaluated the patch test results of 673 patients.
Results: The most common allergens in our study were nickel sulfate (18.3%), cobalt chloride (5.1%), potassium dichromate (4.8%), thiuram mix (4.3%), p-phenylenediamine (3.7%) and formaldehyde (2.5%).
Conclusion: In order to obtain more and more accurate information about the most common contact allergens in our country, we believe that there is a need for studies in different centers and at different time intervals. This is why we want share this study that we conducted in Ankara/Turkey.

3.Dermoscopic features of acral melanocytic nevi in Central Anatolian Region of Turkey
Sarenur Esener, İnci Mevlitoğlu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2018.24381  Pages 53 - 59
Amaç: Dermoskopi pigmente deri lezyonlarının tanısında hızlı ve güvenilir bir yöntemdir ancak akral melanositik lezyonların dermoskopisi palmoplantar bölgenin farklı anatomik yapısı nedeniyle özellik göstermektedir. Literatürler incelendiğinde akral melanositik lezyonların dermoskopisi ile ilgili yapılan çalışmaların sayısı azdır ve tüm çalışmalarda volar yerleşimli nevüsler incelenmiştir. Bu nedenlerle çalışmamızda akral bölge volar ve dorsal yüz yerleşimli melanositik nevüslerin klinik ve dermoskopik özelliklerini araştırarak ülkemiz İç Anadolu Bölgesi ile ilgili ilk demografik çalışmayı sunmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Mart 2011- Ocak 2016 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Deri ve Zührevi Hastalıklar Polikliniği'ne başvuran ve akral melanositik nevüs tespit edilen 97 hastanın volar ve dorsal yerleşimli 143 lezyonu dahil edildi.
Bulgular: Buna göre 55 hastanın volar, 51 hastanın dorsal lezyonu vardı. Volar lezyonların %72,8’i, dorsal lezyonların %89’u elde yerleşmişti. En sık gözlenen dermoskopik paternler volar lezyonların %60’ında görülen paralel oluk paterni, dorsal lezyonların %39,7’sinde görülen retiküler patern oldu. Dorsal lezyonların ABCD skoru hesaplandığında skor lezyonların %89’unda 4,75’ten düşüktü.
Sonuç: Yaş, cinsiyet, güneş temas sıklığı, deri tipi, lezyonların anatomik yerleşim bölgeleri ve patern dağılımları arasında anlamlı fark bulunmadı. Ancak dorsal multikomponent patern özelliğindeki üç lezyonun ve non-spesifik patern özelliğindeki beş lezyonun tümü kadın cinsiyette; volar fibriler patern özelliğindeki üç lezyonun tümü deri tipi 2 grubunda, dorsal multikomponent patern özelliğindeki üç lezyonun tümü deri tipi 3 grubunda yer aldı. Olgu sayısının az olması ve her lezyonun eksize edilememesi gibi nedenlerle dermoskopik tanılar ile ABCD kriterleri arasında var olabilecek ilişki değerlendirilememiştir.
Background and Design: Dermoscopy is a rapid and reliable method in the diagnosis of pigmented skin lesions, but dermoscopic examination of palmoplantar region is different due to the anatomical structures of acral region. The number of studies on the dermoscopy of acral melanocytic lesions is limited and acral volar melanocytic lesions were examined in all studies. For this reason, we aimed to examine acral melanocytic nevi located on the volar and dorsal side, to investigate the clinical and dermoscopic features, and to report the first demographic study of acral melanocytic nevi in the Central Anatolian Region of Turkey.
Materials and Methods: The study included a total of 97 patients with 143 lesions, who were admitted to Necmettin Erbakan University Meram Faculty of Medicine, Department of Dermatology, between March 2011 and January 2016.
Results: Fifty-five patients had volar and 51 patients had dorsal melanocytic lesions. Seventy-two point eight percent of volar and 89% of dorsal lesions were located on hands. The most frequently seen dermoscopic patterns were parallel furrow pattern in 60% of volar lesions and reticular pattern in 39.7% of dorsal lesions. When the ABCD score of the dorsal lesions was calculated, the score was lower than 4.75 in 89% of the lesions.
Conclusion: No significant difference was found between age, gender, frequency of sun contact, skin type, anatomical location of the lesion and pattern distribution. However, all three lesions with dorsal multicomponent pattern and five lesions with non-specific pattern were observed in female gender. All three lesions with volar fibrillary pattern were found in skin type 2 group and all three lesions with dorsal multicomponent pattern were found in skin type 3 group. The relationship between dermoscopic diagnoses and ABCD criteria could not be evaluated due to the low number of cases and the inability to excise each lesion.

4.Evaluation of the use of complementary and alternative therapy in patients with psoriasis and acne vulgaris
Didem Mullaaziz, Vahide Baysal Akkaya, İjlal Erturan
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2018.34966  Pages 60 - 64
Amaç: Bu çalışmanın amacı, akne vulgaris (AV) ve psoriazis hastalarının tamamlayıcı ve alternatif tedavi (TAT) kullanımını ve TAT’ye yönelik tutumlarını araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, 150 AV ve 150 psoriazis tanılı olmak üzere toplam 300 hasta dahil edilmiştir. Hastalar, dermatoloji polikliniğine başvuran AV ve psoriazis hastaları arasından rastgele seçilmiş olup, katılımcılara TAT kullanımı ile ilgili soruların yer aldığı yüz yüze bir anket uygulanmıştır. Elde edilen veriler tanımsal istatistikler, ortalama ± standart sapma, sayı ve yüzde dağılımı olarak ifade edilmiştir. Ki-kare testi, t-testi ve Spearman korelasyonu kullanılmıştır.
Bulgular: En sık kullanılan TAT yöntemi bitkisel tedavi (%52,7) olarak saptandı. TAT yöntemi kullanan hastaların çoğu (%87,8) tıbbi tedavinin yan etkisini bildirdi.
Sonuç: TAT, yaşanan memnuniyetsizliklere rağmen AV ve psoriazis hastalarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Dermatologlar, hastaların geleneksel olmayan tedavileri kullanma eğiliminden haberdar olmalı ve hastaları TAT kullanımının faydalarına ve risklerine erişmeleri için yönlendirmelidir.
Background and Design: The aim of this study was to explore the use of complementary and alternative medicine (CAM) therapy in patients with acne vulgaris (AV) and psoriasis and their attitudes towards CAM.
Materials and Methods: A total of 300 patients, including 150 patients with AV and 150 patients with psoriasis, were included in the study. The patients were randomly selected among the patients who were admitted to dermatology outpatient clinic. A face-to-face structured questionnaire about CAM was applied to the participants. The data obtained were expressed as mean ± standard deviation or number and percentage distribution. Chi-square test, t-test and Spearman correlation were used.
Results: The most frequently used CAM treatment method was “herbal therapy” (52.7%). It was determined that most of the patients (87.8%) using CAM had experienced side effects from the medical treatment.
Conclusion: CAM has been widely used in patients with AV and psoriasis despite dissatisfaction. Dermatologists should be aware of the tendency of patients to use non-traditional therapies and should guide patients to access the benefits and risks of CAM use.

5.The efficacy of omalizumab therapy in chronic spontaneous urticaria: A retrospective analysis
Meltem Turkmen, Melis Çoban, Sinan Dogan, Fatma Uygur, İbrahim Hakkı Soylu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2018.78476  Pages 65 - 67
Amaç: Omalizumab, immünoglobulin E'ye (IgE) bağlanan rekombinant humanize monoklonal antikordur. IgE’nin efektör hücreye bağlanmasını engelleyerek aktivasyonu dolayısıyla da selüler medyatörlerin salınımını inhibe etmektedir. Omalizumab H1-antihistaminiklere dirençli kronik spontan ürtiker (KSÜ) olgularında endikasyon almış olup, KSÜ’de başarılı şekilde kullanımına dair veriler artmaktadır. Çalışmamızda, kliniğimizde takip ettiğimiz tedaviye dirençli KSÜ olgularında omalizumab etkinliği ile olası yan etkilerinin; tedavinin kesilmesinden itibaren semptomların nüks etmesine kadar geçen sürelerin ve olguların klinik ve demografik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde takip ettiğimiz ve 300 mg/ay subkutan omalizumab tedavisi alan 130 KSÜ olgusu retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Omalizumab tedavisi alan 130 hastanın %77,8’inde tam remisyon sağlandı. Remisyon nedeniyle tedavisi sonlandırılmış olan 80 hastanın %55’inde 2 ay-1 yıl içinde relaps gözlendi. Tedaviye tekrar başlanan hastalarda, ilacın etkinliğinde bir kayıp olmadığı ve etkinliğinin değişmediği gözlendi. %6 hastada tedaviye yanıt alınamadı. Klinik iyileşmenin yaş, cinsiyet, anjiyoödem varlığı, tiroid otoantikor yüksekliği ve hastalık süresinden bağımsız olduğu gözlendi. Hastalarda ciddi bir yan etki saptanmadı.
Sonuç: Dirençli KSÜ olgularında omalizumab etkin ve güvenli bir tedavi seçeneğidir.
Background and Design: Omalizumab is recombinant humanized monoclonal antibody that binds to immunoglobulin E (IgE). It inhibits the activation of IgE by binding to the effector cell, thereby inhibiting the release of cellular mediators. Omalizumab is indicated in H1- antihistamine-resistant chronic spontaneous urticaria (CSU) cases and data on successful use in CSU is increasing. The aim of this study was to evaluate the efficacy and possible side effects of omalizumab, the period from the discontinuation of treatment to the relapse of symptoms, and the clinical and demographic characteristics of patients with refractory CSU.
Materials and Methods: We retrospectively evaluated the data of 130 patients with refractory CSU who received subcutaneous 300 mg/ month omalizumab therapy in our clinic.
Results: Complete remission was achieved in 77.8% of the patients. Of the 80 patients who discontinued therapy due to remission, 55% had relapses within 2 months to 1 year. It was observed that the efficacy of the drug was not lost and the efficacy did not change in the patients who started the treatment again. Six percent of the patients did not respond to treatment. Clinical improvement was found to be independent of age, gender, presence of angioedema, high thyroid autoantibody levels and disease duration. No serious side effects were found in the patients.
Conclusion: In patients with refractory CSU, omalizumab is an effective and safe treatment option.

6.Assessment of the role of vitamin D and interleukin-17 in the pathogenesis of acne vulgaris
Ahmet Erdal Topan, Ekin Şavk, Göksun Karaman, Neslihan Sendur, Meltem Uslu, Aslıhan Karul
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2018.81236  Pages 68 - 72
Amaç: Akne vulgaris (AV) patogenezinde T helper 17 (Th17) hücrelerinin ve interlökin-17’nin (IL-17) rolü olduğu düşünülmektedir. Kemik
metabolizmasında rol aldığını bildiğimiz D vitaminin de monositler üzerinde Toll-like reseptörü 2 ekspresyonunu ve Th17 hücrelerini inhibe
ederek proenflamatuvar sitokilerin üretimini azalttığı yolunda veriler bulunmaktadır. Çalışmamızda AV patogenezinde IL-17 ve D vitamini düzeylerinin etkisini değerlendirmek amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ekim 2015 ve Nisan 2017 arasında AV tanısı alan 80 olgu (49 kadın/ 31 erkek) ve 80 sağlıklı kontrol (40 kadın/40 erkek) dahil edildi. Demografik ve klinik özellikler takip formuna kaydedildi. Tüm katılımcılardan kan örnekleri toplandı. IL-17, sandviç ELISA yöntemiyle, D vitamini ise kemilüminesans yöntemiyle çalışıldı.
Bulgular: Hasta grubunda 25 Hidroksivitamin D3 [25(OH)D3] vitamini düzeyi kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (p=0,038). IL-17 düzeyinde ise iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p=0,959). Global akne derecelendirme sistemine göre hafif şiddetli olan AV olgularında D vitamini düzeyi 18,5 (12,8-23,1) ng/mL iken orta-şiddetli grupta D vitamini düzeyi 18,0 (11,2-23,1) ng/mL olarak saptandı. Lezyonların şiddetiyle 25(OH)D3 vitamini düzeyi arasında anlamlı ilişki olmadığı gözlendi (p=0,623). Hafif şiddetli grupta IL-17 düzeyi 534,7 (207,4-640,0) pg/mL iken orta-şiddetli grupta IL-17 düzeyi 368,1 (137,6-640,0) pg/mL olarak saptandı. Hastalarda AV lezyonlarının şiddetiyle IL-17 düzeyi arasında anlamlı ilişki olmadığı gözlendi (p=0,256).
Sonuç: AV hastalığının patogenezinde D vitamini ve IL-17 düzeylerinin rolü olup olmadığı araştırılan bu çalışmada AV hastalığı ile D vitamini ve IL-17 düzeyleri arasında belirgin bir ilişki gözlenmemiştir.
Background and Design: The helper 17 (Th17) cells and interleukin-17 (IL-17) are thought to play a role in the pathogenesis of acne vulgaris (AV). Vitamin D, involved in bone metabolism, has also been shown to decrease proinflammatory cytokines through inhibition of Th17 cells and toll-like receptor 2 expression on monocytes.. We aimed to evaluate the effect of IL-17 and vitamin D levels in the pathogenesis of AV in our study.
Materials and Methods: Between October 2015 and April 2017, 80 AV patients (49 women/31 men) and 80 healthy controls (40 women/40 men) were admitted to the study. Demographic and clinical features were recorded. Blood samples were collected from all participants. IL- 17, was studied by sandwich ELISA method and vitamin D was studied by the chemiluminescence method.
Results: In the patient group vitamin 25-Hydroxyvitamin D3 [25(OH)D3] level was significantly higher than the control group (p=0.038). There was no statistically significant difference between the two groups at IL-17 level (p=0.959). According to the global acne grading system, vitamin D level in the mild group was 18.5 (12.8-23.1) ng/mL while the vitamin D level in the moderate-severe group was 18.0 (11.2-23.1) ng/ mL. There was no significant relationship between the severity of AV lesions and the vitamin 25(OH)D3 levels (p=0.623). IL-17 levels in the mild group was 534.7 (207.4-640.0) pg/mL, In the moderate-severe group, the level of IL-17 was found to be 368.1 (137.6-640.0) pg/mL. There was no significant relationship between the severity of AV lesions and IL-17 level in the patients either (p=0.256).
Conclusion: In this study, which examined the role of vitamin D and IL-17 levels in the pathogenesis of AV disease, no significant relationship between AV disease and vitamin D and IL-17 levels was obversed.

CASE REPORT
7.Pigmented Bowen’s disease (Bowenoid Papulosis) dermoscopically mimicking melanoma
Güldehan Atış, Şirin Yaşar, Fatih Göktay, Sema Aytekin, Pembegül Güneş
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2018.26818  Pages 73 - 75
Pigmente Bowen Hastalığı (PBH), Bowen hastalığının nadir görülen bir varyantıdır. Solar lentigo, pigmente aktinik keratoz, keratoakantoma, seboreik keratozis, pigmente bazal hücreli karsinoma, Spitz/Reed nevüs, blue nevüs, melanositik nevüs ve melanoma gibi diğer pigmente deri lezyonlarından ayırt etmek önem taşımaktadır. Dermoskopi, pigmente lezyonların ayırıcı tanısında sıklıkla kullanılan, faydalı, invaziv olmayan bir tanı yöntemidir. Burada, 51 yaşında dermoskopik olarak melanomu taklit eden, Human Papilloma Virüs enfeksiyonu ile ilişkili bir PBH olgusu sunulmaktadır.
Pigmented Bowen’s disease (PBD) is a rare variant of Bowen's disease. It is important to distinguish PBD from other pigmented skin lesions such as solar lentigo, pigmented actinic keratosis, keratoacanthoma, seborrheic keratosis, pigmented basal cell carcinoma, Spitz/Reed nevus, blue nevus, melanocytic nevi and melanoma. Dermoscopy is a useful, non-invasive method commonly used in the differential diagnosis of pigmented lesions. Here, we report a 51-year-old man with PBD, which was dermoscopically mimicking melanoma and was associated with human papilloma virus infection.

LETTER TO THE EDITOR
8.SAPHO syndrome associated with acne fulminans in an adolescent patient
Sema Aytekin, Fatih Göktay, Şirin Yaşar, Duygu Geler Külcü
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2018.32856  Pages 76 - 77
Etanersept ve isotretinoin ile başarılı bir şekilde tedavi edilen SAPHO sendromlu hasta sunulmuştur.
Here, we present an adolescence patient of SAPHO syndrome successfully treated with etanercept and isotretinoin.

9.A case of sarcoidosis diagnosed via skin involvement
Göknur Özaydın Yavuz, İbrahim Halil Yavuz, Rojda Aktar, Gülay Bulut, Serap Güneş Bilgili
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.99810  Pages 78 - 80
Abstract | Full Text PDF

TIPS FOR INTERVENTIONAL DERMATOLOGY
10.Would you mind doing some modifications to the classical rhombic flap?
Gonca Elçin
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2019.24603  Pages 81 - 83
Abstract | Full Text PDF