E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 37 (4)
Volume: 37  Issue: 4 - 2003
EDITORIAL
1.
Güneşten korunma
Muammer Eşrefoğlu Seyhan
Pages 237 - 244
Abstract |Full Text PDF

REVIEW ARTICLE
2.Noneczematous contact dermatitis
Esen Özkaya-Bayazıt
Pages 245 - 252
Kontakt dermatitler en sık ekzematöz morfolojiyle ortaya çıktığı halde nadiren non-ekzematöz tablolarla da kendini gösterebilir. Ürtikeryal (eritema multiforme benzeri), likenoid, papüler / folliküler, büllöz, dizhidroziform, püstüler, pigmente, purpurik, lenfomatoid ve granülomatöz kontakt dermatit şeklinde sıralayabileceğimiz bu tablolar allerjik kontakt dermatit, iritan kontakt dermatit veya fotokontakt dermatitle ilişkili olabilir.
The classic presentation of contact dermatitis is an eczematous reaction but there are less common non-eczematous patterns such as erythema multiforme-like (urticarial) eruption, lichenoid, papular / follicular, bullous, dyshidrosiform, pustular, pigmented, purpuric, lymphomatoid, and granulomatous reactions. They are frequently associated with allergic / irritant contact dermatitis or photocontact dermatitis.

ORIGINAL INVESTIGATION
3.The role of serum soluble stem cell factor (sSCF) and soluble tyrosine kinase transmembrane receptor (sKIT) levels in diagnosis and activation of atopic dermatitis
Çağnur Özcanlı, Mehmet Yıldırım, Vahide Baysal, Selçuk Kaya
Pages 253 - 257
Atopik dermatit (AD), erken infantil ve çocukluk döneminde ortaya çıkan kronik, tekrarlayan bir deri hastalığıdır. AD'in patogenezi halen tam olarak bilinmemektedir. Soluble stem cell faktör (SCF) ile, SCF reseptörü olan tirozinkinaz transmembran protein (KIT)'in etkileşiminin, AD'te mast hücrelerinin aktivasyonu ve proliferasyonunda önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Bu çalışmada ELISA ile 25 AD'li hasta ve kontrol grubu olarak seçilen 25 sağlıklı bireyin, serum solubl SCF (sSCF) ve solubl KIT (sKIT) düzeyleri ölçüldü. Serum sSCF ve sKIT düzeyleri, AD'li hasta grubunda kontrol grubuna oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). sSCF ile sKIT serum düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte pozitif bir korelasyon izlendi (p>0.05). şiddetli düzeyde AD'i olan hastalar, orta düzeyde AD'li hastalarla karşılaştırıldığında, şiddetli düzeyde AD'i olan hastalarda serum sSCF ve sKIT düzeyleri istatistik olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05). Sonuç olarak, AD'li hastalarda serum sSCF ve sKIT düzeyleri, hastalığın şiddeti ve aktivasyonunun değerlendirmesinde yararlı birer gösterge olabilir.
Background: Atopic dermatitis (AD) is a chronically relapsing skin disease that occurs most commonly during
early infancy and childhood. The pathogenesis of AD has not been fully elucidated. The interaction of
SCF (stem cell factor) and its receptor, tyrosine kinase transmembrane receptor (KIT), appears to be key
event in the recruitment and proliferation of mast cells in AD.
Materials and Methods: In this study were measured serum levels of sSCF and sKIT using ELISA of 25
patients with AD and 25 healthy individuals as a control group.
Results: Serum levels of sSCF and sKIT were significantly higher in AD patients than in controls (p<0,05).
Although we detected a positive correlation between serum levels of sSCF and sKIT, this correlation was
not statistically significant (p>0,05). Serum levels of sSCF and sKIT were significantly higher in patients
with severe AD than in patients with moderate AD (p<0,05).
Conclusion: Serum sSCF and sKIT levels may be useful indicators for the evaluation of the disease activity
and severity in AD patients.

4.Evaluation of Ki-67, PCNA, bcI-2 and p53 protein expressions in PUVA-treated psoriasis patients (skin type: I-III) with immunohistochemical methods
Emel Bülbül Başkan, Şükran Tunalı, Hayriye Sarıcaoğlu, Şaduman Balaban Adım
Pages 261 - 268
Psoriasis tedavisinde sıklıkla kullanılan psoralen ve Ultraviole A (PUVA), DNA hasarı yaparak hücre ölümüne sebep olur. Bu çalışmanın amacı apoptotik ve antiapoptotik genlerin ekspresyonunda değişiklik yapan minimun UVA dozunu belirlemektir. İlk PUVA tedavisinden önce ve 24 saat sonra alınan psoriatik deri lezyonları nda avidin biotin kompleks immunperoksidaz metodu ile Ki-67, PCNA, p53 ve bcl-2 protein ekspresyonları incelendi. Hastalar deri tiplerine göre gruplandırıldığında (her deri tipi için standart dozlar verildi) I. ve II. grupta tüm genlerin protein ekspresyonlarında azalma görülürken, III. grupta p53, PCNA, ve bcl-2 protein ekspresyonları nda artma saptanmıştır. PUVA tedavisinin düşük dozlarda sadece keratinosit proliferasyonunu baskıladığı fakat 2.5-3.5 J/cm2 arasındaki dozlarda apoptotik ve antiapoptotik gen ekspresyonlarında değişikliğe sebep olduğu izlenimini edindik.
Background and design: Psoralen plus ultraviolet A radiation (PUVA) is a frequently used therapy for psoriasis which leads to cell death by causing DNA damage. The purpose of this study was to determine the minimum UVA dose that induces changes in the expressions of apoptotic and antiapoptotic genes. Material-Methods: Twenty-four patients with generalized psoriasis were enrolled into the study. The protein expressions of Ki-67, PCNA, p53 and bcl-2 were demostrated in psoriatic skin sections before and 24 hours after first PUVA therapy course using the avidin-biotincomplex immunoperoxidase method. Results: When the patients were grouped according to skin types (standard doses were given for each skin type), there was a decrease in the protein expressions of all genes in group I and II but an increase in the protein expressions of p53, PCNA and bcl-2 in group III. Conclusion: It appears that PUVA treatment at low doses, only suppresses keratinocyte proliferation but a dose between 2.5 and 3.5 J/cm2 induces changes in the expressions of apoptotic and anti-apoptotic genes.

5.Role of thyroid hormones in vitiligo type and progression
Özer Arıcan, Sezai Şaşmaz, Ali Çetinkaya
Pages 269 - 273
Vitiligo, sebebi bilinmeyen ve sık rastlanılan depigmentasyonla seyreden dermatolojik bir hastalıktır. Vitiligoya tiroid bozukluklarının eşlik ettiği de bilinmektedir. Bu çalışmada vitiligo tipleri ve hastalığın aktivitesi ile tiroid hormon seviyeleri arasında bir fark olup olmadığı araştırılmıştır. Hasta ve kontrol grubu serumlarından total T3(TT3), serbest T3(ST3), total T4(TT4), serbest T4(ST4) ve TSH immunometrik assay yöntemi ile hormon laboratuarında ölçüldü. Çalışmaya 61(28 erkek, 33 kadın) generalize, 51 lokalize(22 erkek, 29 kadın), 5(tamamı erkek) üniversal ve 4(3 erkek, 1 kadın) segmental olmak üzere toplam 121 vitiligo ve 90(39 erkek, 51 kadın) kontrol olgusu alındı. Yapılan değerlendirmede tiroid hormonları ile hastalığın tipleri arasında bir ilişki bulunmadı. Aktif ve durağan hastaların tiroid hormon seviyeleri arasında da istatistiksel bir fark yoktu. Tüm hasta grubu ile kontrol grubu karşılaştırıldığında ise TSH düzeyi hariç diğer tüm değerler kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulundu. Vitiligolu grupta hormonal değerleri anlamlı tiroid bozukluğu gösteren 10(%8.26) olgu vardı. Bunlardan beşi hipertiroidi, ikisi hipotiroidi ve üçü subklinik hipotiroidiydi. Kontrol grubunda ise 5(%5.56) olguda tiroid bozukluğu saptandı. Bunlardan biri hipertiroidi, ikisi subklinik hipertiroidi ve ikisi de subklinik hipotiroidiydi. Vitiligo lezyonlarının yaygınlığı ve aktivitesi ile tiroid hormon bozuklukları arasında direkt bir ilişki yoktu. Tiroid bezi ile deri arasındaki ilişkiler ve pigmentasyona etkileri daha detaylı olarak araştırılmalıdır.
Background and Design: Vitiligo, is a common dermatological disease with depigmentation which has an unknown etiology. It is also known that thyroid disorders association with vitiligo. In this study, it is researched that whether there is a difference between vitiligo types and the activity of the disease and thyroid hormone levels. Materials and Methods: Patient and control group serums total T3(TT3), free T3(FT3), total T4(TT4), free T4(FT4) and TSH were measured by immunometric assay method in hormone laboratories. Results: Sixty-one(28 male, 33 female) generalized, 51(22 male, 29 female) localized, 5(all male) universal and 4(3 male, 1 female) segmental types for a total of 121 vitiligo patients and 90 control cases were taken into the study. In the evaluations, a relation between thyroid hormones and the types of disease could not be found. Also there wasn’t a statistical difference between thyroid hormone levels of active and stationary patients. When all the patient group and control group were compared, all the other values except TSH level were found significantly high compared to the control group. There were 10(8.26%) cases in the vitiligo patients
group that their hormonal values have showed significant thyroid disorder. Five of these were
hyperthyroid, two were hypothyroid and three were subclinic hypothyroid. In control group, thyroid disorder was found in 5(5.56%) cases. One of these was hyperthyroid, two were subclinic hyperthyroid and two were subclinic hypothyroid. Conclusion: There is not a direct relation between widespread vitiligo lesions’ and activity and thyroid hormone disorders. The relations between thyroid gland and skin and its effects to pigmentation must be researched in more detail.

6.The relationship between prevalence of skin lesions and attendance time in swimmers
İlgen Ertam, Metin Ergün, Derya Aytimur, Yeşim Babür
Pages 274 - 277
Yüzme havuzunda yüzenlerde su ve klora bağlı deri lezyonlarının yanısıra özellikle sıcaklık ve nem etkisiyle enfeksiyöz deri hastalıkları da oluşabilmektedir. Bu araştırmada aynı yüzme havuzunda yüzen sporcularda ortaya çıkan deri bulgularının yaş ve havuza devam süresi ile ilişkisi araştırılmıştır. Bu amaçla yaşları 7-26 (12.4±3.5) arasında ve havuza devam süreleri 1 ay-20 yıl arasında değişen, İzmir İli'nin çeşitli klüplerine kayı tlı 236 sporcu dermatolojik olarak muayene edildi. Sporcularda deri lezyonları olarak en fazla Tinea pedis (%6.4), Pityriazis alba (%5.1) ve Verruka vulgaris (%3.4) tespit edildi. Araştırmada Ki-kare testi ve Pearson korelasyon testi kullanıldı. Yaş arttıkça enfeksiyöz deri hastalığı görülme sıklığı arasında istatistiksel olarak önemli bir korelasyon saptanmıştır. Havuza devam süresi ile enfeksiyöz deri hastalığı görülme sıklığı artmakla birlikte, istatistiksel olarak önemli bulunmamıştır. Enfeksiyöz deri lezyonları için havuz ortamı bir risk faktörü oluştursa da, havuza devam süresi dışında kişisel, çevresel ve havuza ait hijyen faktörlerinin de önemli olabileceği sonucuna varıldı.
Background and design: Skin lesions and infectious skin disorders may occur in participants of swimming pools because of chlorinated water and especially heat and moist environment. The object of this study was to document the prevalence of dermatological problems and their correlation with age and attendance time in swimmers attending to the same swimming pool.
Materials and methods: Dermatologic examinations were made on subjects (n=236) from different swimming clubs in city of Izmir. Subjects aged 7-26 (12.4±3.5) years old were attending the swimming pool regularly and their attendance range was from one month to 20 years. Chi-Square and Pearson correlation tests were used to analyses of the results. Results: Most common skin lesions were found to be as Tinea pedis (%6.4), Pityriasis alba (%5.1) and Verruca vulgaris (%3.4). There were significant positive correlations between age and infectious skin lesions. Although similar tendency was observed between attendance time and infectious skin lesions, correlations
were not statistically significant. Conclusion: We conclude that, although pool environment seems to have potential risk for infectious skin lesions independently from attendance time, personal hygiene plays an important role in prevention of skin lesions.

TURKDERM-9860
7.Suction blister transplantation for a refractory venous ulcer
Arya Aminzadeh, Zeynep Demirçay, Tülin Ergun
Pages 278 - 281
Kompresyon bandajı ve yara bakımı venöz ülser tedavisinin temelini oluşturur. Bu tedaviye yanıt alınamayan ülserlerde cerrahi yöntemler düşünülmelidir. Burada kompresyon tedavisi ile tam iyileşme sağlanamayan venöz ülseri, vakum bülü transplantasyonu sonrasında tamamen kapanan 75 yaşında bir erkek hasta sunulmaktadır.
Compression therapy and local wound care remain the cornerstone of the therapy for patients with venous ulcers. For the ulcers which do not respond to conventional therapy, surgical methods should be considered. We present a 75-year-old male patient with refractory venous ulcer who was sucessfully treated with suction blister grafts.

8.Vulval edema in pregnancy
İlgül Zeren Bilgin, Ahmet Karaman, Özlem Doğu
Pages 282 - 284
Gebelik, deri dahil tüm organları etkileyen fizyolojik bir durumdur. Gebelikteki dermatolojik problemler ve tedaviler ile ilgili bildiriler ise sayıca azdır. Gebelikte görülen vulva ödemi, ender görülen bir deri bulgusu olup, vasküler ve/veya lenfatik sistemi etkileyen allerjik, inflamatuar, nörolojik veya travmatik etkenlerin sonucunda oluşabilir. 20 yaşında, 32 haftalık gebeliği olan ve labia majorlarında iki hafta önce başlayan ağrılı şişlik nedeniyle başvuran bir olgu sunuyoruz. Oral antihistaminiklere ve çeşitli topikal dermatolojik solusyonlara yanıt alamadığını belirten hastanın dermatolojik muayenesinde; vajinal doğum yapmasını engelleyecek boyutta yaygın, basmakla gode bırakmayan, gergin, deri renginde vulva ödemi saptandı. Anamnez ve laboratuar araştırmaları ile herhangi bir allerjik, inflamatuar, neoplastik, nörolojik ve travmatik faktör bulunamadı. Hastanede kaldığı iki haftalık dönemde labial şişlik ve ağrı giderek arttı. Ağrıyı gidermek ve aşırı sıvı birikimini drene etmek için vulva bölgesine steril enjektör uçları yerleştirildi. Bu yöntemle, vulva ödemi dramatik bir biçimde geriledi ve hasta doğum yapıncaya kadar tekrar oluşmadı.
Background: Pregnancy is a physiological condition that affects almost all organs including skin. Reports concerning dermatological problems during pregnancy and their medical management are extremely rare. Vulval edema during pregnancy is an uncommon skin finding which can be a sign of allergic, inflammatory, neurological or traumatic factors that affects vascular and/or lymphatic systems. We report a 20-year-old woman, 32-week pregnant, who gave a 2- week history of painful swelling at her labia majora. She had no response to various medications (oral antihistaminics, topical dermatological solutions, etc). Her dermatological examination revealed skin colored, severe vulval swelling which was nonpitting and tense, so making it impossible for her to have a vaginal delivery. No allergic, inflammatory, neoplastic, neurological and traumatic factor was implicated either by history or by laboratory investigations. Her labial swelling became more pronounced and painful during two weeks of our hospitalization period. We decided to drain excessive fluid accumulation and relieve the pain by using sterile injection needles at the vulval area. With this method, vulval edema regressed dramatically and did not occurred again during the following days until delivery.

9.Postpemphigus acanthomata: a distinct entity or not?
Tülin Mansur, Sevil Gündüz, Nurhan Kocaayan, Zeliha Kılıç, Kürşat Yıldız
Pages 285 - 289
Postpemfigus akantomata yeni tanımlanan ve pemfiguslu hastalarda iyileşen büllerin yerinde ortaya çıkan hiperpigmente verrüköz plaklarla seyreden bir klinik tablodur. Histopatolojik olarak hiperkeratoz, akantoz ve papillomatozun yanı sıra intraepidermal yarıklanma ve akantolitik hücrelerin varlığı nedeniyle bu lezyonların klinik aktivite işareti olabileceği ileri sürülmüştür. Bu yazıda sunulan pemfigus vulgarisli 67 yaşındaki erkekte, iyileşen büllerin yerinde ortaya çıkan seboreik keratoz benzeri plaklardan alınan biyopsinin histopatolojik incelemesi yukarıda tanımlanan bulgularla uyumluydu. Ayrıca lezyondan alınan örneğin direkt immünfloresan incelemesi epidermiste intersellüler alanda IgG için zayıf boyanma gösterdi. Hastalığın yüksek doz sistemik steroid ve azatiyoprin ile kontrol altına alınmasından sonra lezyonlar 20 gün içinde kendiliğinden geriledi. Bu olgu dolayısıyla postpemfigus akantomata lezyonları nın pemfigus vejetansla ve pemfigusun iyileşen lezyonları üzerinde geliştiği bildirilen akantozis nigrikans ile ilişkisi tartışıldı.
Postpemphigus acanthomata is a new term which designates hyperpigmented verrucous plaques developing on healed lesions of pemphigus. Histopathologic examination shows hyperkeratosis, acanthosis, papillomatosis, intraepidermal clefting and acantholytic cells; therefore, these lesions have been proposed to be a sign of disease activity. Here, we describe a 67-year-old man with pemphigus vulgaris who exhibits extensive and recalcitrant bullous lesions. Seborrheic keratosis-like plaques which developed at sites of previous blisters showed histopathologic features consistent with the findings described above. In addition, direct immunofluorescence carried out in lesional skin, revealed a weakly positive intercellular staining for IgG. After the control of the disease
with high dose of steroid and azathiopyrine, the lesions disappeared spontaneously in 20 days.
Based on our findings and the similar cases reported before, we discuss the relationship of postpemphigus acanthomata with pemphigus vegetans and acanthosis nigricans developing in resolving lesions of pemphigus.

10.Chronic actinic dermatitis: associated depigmentation and its relationship with “compositae” dermatitis
Ayşe Kavak, Murat Alper
Pages 290 - 293
Kronik aktinik dermatit, etyolojisinde fotoalerjik, fototoksik, immunolojik ve metabolik faktörlerin rol oynadığı düşünülen bir hastalıktır. Sunulan vaka kronik aktinik dermatit ile uyumlu, kronik seyirli ekzematize plakları yanında, daha yeni gelişen vitiligo benzeri depigmentasyon nedeniyle ilginç bulundu. Ayrıca, standart patch testte bulunan "sesquiterpene lactone mix" pozitifliği nedeniyle "compositae" dermatiti arasındaki ilişki tartışıldı. Son olarak, azotioprinin tedavideki etkinliği üzerinde kısaca duruldu.
A variety of etiologies such as photoallergic, phototoxic, immunologic and metabolic factors have been postulated in chronic actinic dermatitis. Presented case had a chronic eczematous plagues consistent with chronic actinic dermatid. In addition, he had an uncommon lesion presented as vitiligo like depigmentation. Sesquiterpene lactone mix was positive in the standard patch test. Thus, we discussed the relationship between chronic actinic dermatitis and “compositae” dermatitis according to the result of this test. Finally, the effectiveness of azathioprine treatment was summarized.

CONTINUING MEDICAL EDUCATION
11.Safety of systemic antifungal drugs
Kamer Gündüz
Pages 294 - 301
Sistemik antifungal ilaçlar mantar infeksiyonlarının tedavisinde başlıca kullanılan ilaçlardandır. Bu ilaçların güvenilirliği irdelirken neden oldukları yan etkiler ve allerjik reaksiyonlar, diğer ilaçlarla etkileşimleri, gebelikte ve çocukluk çağında kullanımları tartışılmştır. Sistemik antifungallerin tümünde en sık bulantı, kusma, diyare gibi gastrointestinal sisteme ait yan etkiler gözlenir. Hepatit nadir gözlenen ciddi bir yan etkidir. Sistemik antifungallere bağlı ürtiker, morbiliform erüpsiyonlar, anaflaksi, eritema multiforme, toksik epidermal nekroliz gelişebilir. Sitokrom p-450 enzim sistemi ile etkileştikleri için bazı ilaçlarla kullanımları kontrendikedir, bazılarında ise doz ayarlaması gerekir. Gebelik süresince hiçbir sistemik antifungal kullanımı önerilmezken, laktasyon döneminde flukonazolün verilebileceği bildirilmektedir.
Systemic antifungals are the principal drugs that are used in the treatment of fungal infections. In order to evaluate the safety of these drugs; their use during pregnancy and childhood, drug interactions, allergic reactions and side effects were discussed. The most common side effects are related to gastrointestinal system such as nausea, vomiting and diarrhea. Hepatitis is a rare but serious side effect, and skin reactions like anaphlaxis and urticaria, morbiliform eruptions, erythema multiforme and toxic epidermal necrolysis may develop with the use of systemic antifungals. Since some interfere with cytochrom p-450 system, concomitant use with certain
drugs are contraindicated and some require readjustment of dose. None of the systemic antifungals should be used during pregnancy but only fluconazole has been reported to be safe during lactation.

TURKDERM-6637
12.
Haberler

Page 302
Abstract |Full Text PDF

13.
Asistan Bakışıyla XVI. Dr. A. Lütfü TAT Simpozyumu
Halide Ufacık
Page 303
Abstract |Full Text PDF

14.
Anti-Aging Medicine Specialization 2003
Dilek Kocabalkan Selçuki
Page 304
Abstract |Full Text PDF

NEW PUBLICATIONS
15.
Kozmetik Ürünler Rehberi

Page 305
Abstract |Full Text PDF

TURKDERM-6637
16.
Konu İndeksi

Pages 309 - 311
Abstract |Full Text PDF

17.
Yazar İndeksi

Page 312
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale