Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 41 (1)
Volume: 41  Issue: 1 - 2007
Hide Abstracts | << Back
BAŞ YAZI
1.Our Associations
Ertuğrul H. Aydemir
Pages 1 - 2
Abstract | Full Text PDF

DERLEME
2.The Use of Ultrasonography in Dermatology
İjlal Erturan, Mehmet Yıldırım
Pages 3 - 6
Ultrason kelime anlamı itibarı ile insan kulağının işitebileceği frekansın üzerindeki ses dalgaları demektir. Ultrasonografi tıpta pek çok alanda tanı aracı olarak kullanılmaktadır. Öncelikle iç organ incelemeleri için geliştirilmiş olup günümüzde deri incelemeleri de yapılabilmektedir. Deri incelemeleri ilk kez 1979'da kalınlık ölçümleri ile başlamıştır. Günümüzde ultrasonografi ile deri neoplazmları ve deri hastalıkları görüntülenebilmektedir. Bu görüntüleme yönteminin en önemli avantajları non-invaziv, güvenilir, hastalar tarafından kolaylıkla tolere edilebilir ve diğerlerine göre düşük maliyetli olmasıdır.
The term ultrasound refers to sound waves of a frequency that is above the human hearing range. Ultrasonography has an established diagnostic role in many fields of medicine. Ultrasound imaging, while initially developed to visualize internal organs, is now being applied to image the skin. Skin imaging began with determination of skin thickness in 1979. Recently ultrasound have been used to image cutaneous neoplasms and skin diseases. The main advantages of this method of imaging include its non-invasiveness, safety, high patient tolerability and relatively low cost.

ORJİNAL ARAŞTIRMA
3.Patch Testing: Is pre patch testing series consisting of less allergens more practical?
Fatma Elif Demirgüneş, Sibel Ersoy Evans, Gonca Boztepe, Nilgün Atakan
Pages 7 - 10
AMAÇ: Bu çalışmada amacımız Avrupa standart yama testi (ASYT) uygulanan hastalara ait sonuçları, hastaların demografik özellikleri ile beraber değerlendirmek ve elde edilen verilere göre deri yama testi panelinin daraltılıp daraltılamayacağını belirlemekti.
GEREÇ-YÖNTEM: Ellisekiz kontakt dermatit, 3 atopik dermatit ve 13 diğer hastalık tanısı ile ASYT serisi kullanılarak yama testi yapılan 74 hastaya ait veriler retrospektif olarak değerlendirildi. Yama testi sonuçları student's t-test ve Pearson korelasyon testi ile analiz edildi. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 74 hastanın (K=51, E=23) yaş ortancası 29 yıldı (aralık 5-76 yıl). Toplam 35 hastada (%48.6) 72. saatte en az bir, en fazla 4 maddeye karşı pozitif alerjik reaksiyon olduğu saptandı. Serimizde en fazla pozitif reaksiyona neden olan 6 madde sırasıyla nikel (n=18), kobalt klorit (n=9), peru balsamı (n=6), koku karışımı (n=6), neomisin sülfat (n=5) ve potasyum dikromat (n=4) şeklindeydi. Pozitif reaksiyon izlenen 35 hastanın 30'unda (%85.7) pozitif reaksiyonun bu 6 maddeye karşı olduğu gözlendi. ASYT serisi içerisinde yer alan 10 maddeye karşı hastalarımızın hiç birinde pozitif reaksiyon saptanmadı. Sekiz hastada (%22.8) 2 maddeye, 6 hastada (%9.4) 3 maddeye, 1 hastada (%1.3) 4 maddeye karşı eş zamanlı pozitif reaksiyon olduğu görüldü. YORUM: Deri yama testinin güncelleştirilmesi amacıyla deri yama testi sonuçları belirli zaman aralıklarında tekrar değerlendirilmelidir. Deri yama testinin en önemli yan etkisi sayılan kontakt duyarlanmayı azaltabilmek ve maliyeti düşürmek için en sık pozitif reaksiyon saptanan 6 maddeyi içeren ön bir yama testi serisinin kullanımını önermekteyiz.
Background and Design: The aims of this study were to evaluate the patch test results and demographic characteristics of patients who underwent patch testing with European standard series (ESS) and to verify if the patch test panel can be narrowed or not.
MATERIALS-METHODS: Data of 74 patients who had a patch test with ESS were evaluated retrospectively. Of those, 58 had contact dermatitis, 3 had atopic dermatitis, and 13 had other diagnoses. Patch test results were analyzed with student's t test and Pearson correlation test. RESULTS: The median age of the 74 patients in the study group (F = 51, M = 23) was 29 years (range: 5 to 76 years). Positive allergic reactions were observed to a minimum of 1 and a maximum of 4 chemicals in a total of 35 (48.6%) patients after 72 hours. The 6 most common allergens that caused positive reactions were nickel (n = 18), cobalt chloride (n = 9), balsam of Peru (n = 6), fragrance mix (n = 6), neomycin sulphate (n = 5), and potassium dichromate (n = 4). Of the 35 patients with positive patch test results in 30 (%85.7) of the patients the reactions were against these most common 6 agents. There were no positive reactions to 10 of 25 chemicals in ESS. Concurrent positive results were noted with 2 chemicals in 8 patients (22.8%), 3 chemicals in 6 patients (9.4%), and 4 chemicals in one patient (2.8%).
CONCLUSION: The results of patch tests should be evaluated regularly in order to update the patch test components. We recommend a test series consisting of the 6 most common allergens in order to decrease both the costs associated with the test and contact sensitization, which may be the most serious side effect of patch testing.

4.Effect of Caffeic Acid Phenethyl Ester on Plasma Lipid Peroxidation, Antioxidant Status and Nitric Oxide Levels in Incisional Wound Model
Gamze Serarslan, Muhammed Enes Altuğ, Tünay Kontaş
Pages 11 - 14
AMAÇ: Yara iyileşmesi, çeşitli hücresel ve biyokimyasal olayların karşılıklı etkileşim içinde olduğu karmaşık patofizyolojik bir süreçtir. Yapılan çalışmalarda çeşitli doğal ürünlerin iyileşme sürecini hızlandırdığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, balarısı propolisinin bir ekstresi olan kafeik asid fenetil esterin (KAFE) ratlarda yara iyileşmesi üzerine olan etkisini tespit etmeyi amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Kırk adet erkek “Wistar” albino rat tedavi (n=20) ve kontrol (n=20) grubu olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her bir ratın sırtına tam kalınlıkta lineer insizyon oluşturularak sütüre edildi. İnsizyon sonrası, çalışma süresi boyunca tedavi grubuna KAFE, kontrol grubuna serum fizyolojik her gün verildi. Biyokimyasal analiz için çalışmanın 1., 3., 7. ve 14. günlerinde her gruptan 5'er hayvanın kanları alındı. BULGULAR: KAFE uygulanan grupta glutatyon ve nitrik oksid düzeylerinde anlamlı bir artış, malondialdehid düzeyi ve süperoksid dismutaz aktivitesinde ise kontrole göre anlamlı bir azalma tespit edildi. YORUM: Çalışmada, KAFE'nin yara iyileşmesi üzerine antioksidan etki gösterdiği ve lipid peroksidasyonunu baskıladığı saptandı. Sonuç olarak, KAFE, bu özellikleri nedeni ile yara iyileşmesinde faydalı olabilir.
Background and Design: Wound healing is a complex pathophysiologic process involving interplay of several cellular and biochemical processes. Several natural products have been shown to accelerate the healing process in studies. In this study we aimed to determine the efficacy of caffeic acid phenethyl ester (CAPE), which is an extract of honeybee propolis on wound healing in rats. MATERIALS-METHODS: Fourty male Wistar albino rats were divided into two groups as treatment (n=20) and control (n=20) group. A linear full thickness incision was performed on the back of each rat and sutured. After incision, during the study period CAPE was administered to the treatment group and saline was administered to the control group every day. Bloods of 5 animals from each group were collected on the experiment days of 1st, 3rd, 7th and 14th for biochemical analysis. RESULTS: A significant increase in glutathione and nitric oxide levels and a significant decrease in malondialdehyde levels and superoxide dismutase activities in CAPE group were detected when compared to the control group. CONCLUSION: In the study it determined that CAPE showed an antioxidant effect on wound healing and suppressed lipid peroxidation. In conclusion, because of these properties, CAPE may be useful in wound healing.

5.Does cytomegalovirus have a role in the etiology of mycosis fungoides?
Ayse Gül Erdoğan, Deniz Balaban, Aynur Karaoğlu, Neslihan Dolar, Meral Mutlu, Kadriye Yaşar
Pages 15 - 18
AMAÇ: İmmun sistemi sürekli uyarma yeteneğine sahip ve antijenik stimulasyona neden olan sitomegalovirüsün, mikozis fungoides etyopatogenezinde rolü olup olmadığı tartışmaya açıktır. Çalışmamız, mikozis fungoides etyopatogenezinde sitomegalovirüsün olası ilişkisini ortaya koymak için düzenlendi. GEREÇ-YÖNTEM: Mikozis fungoides ve yaş/cinsiyet uyumlu kontrol hastalarında sitomegalovirüs immunoglobulin-G antikor düzeyleri kantitatif olarak belirlendi ve aralarındaki istatistiksel anlamlı farklılık araştırıldı. Çalışmaya biyopsi ile tanıları konmuş ve tedavi altında takip edilen 29 mikozis fungoides hastası ve 29 da kontrol olgusu dahil edildi. Hasta serumlarında mikro-ELISA yöntemiyle sitomegalovirüse karşı oluşmuş anti-sitomegalovirüs immunoglobulin-G antikor düzeyleri, immun status ratio (ISR) birimiyle kantitatif olarak araştırıldı ve karşılaştırıldı.
BULGULAR: Kontrol grubu bireylerinden 25 hastada (% 86) antikor düzeyi normal değer olan 1.1 ISR' den fazla ölçüldü. Hasta grubunda ise tüm bireylerde (% 100) antikor düzeyi 1.1 ISR'den yüksek bulundu (p>0.05). Hastaların SMV IgG antikor düzeyleri ortalaması 4.6 ± 1,2 ISR (aralık 2.6-6.6 ISR) bulunurken, kontrol grubu bireylerinde 4.1 ± 1.7 ISR (aralık 0.9-6.5 ISR) saptandı (p>0.05). YORUM: Çalışmamızdan elde edilen bulgular, Türk toplumunda mikozis fungoides tanısı almış hastaların kan örneklerindeki anti SMV IgG titrelerinin, kontrol bireylerinden anlamlı farklılık göstermediğini ortaya çıkardı. Tartışmada belirtildiği üzere ve elde ettiğimiz bulgular doğrultusunda, Türk toplumunda mikozis fungoides ile sitomegalovirüs arasında bir ilişkinin varlığından söz etmek mümkün değildir.
Background and Design: It is controversial whether cytomegalovirus (CMV), an immunostimulator agent, plays a role in the etiopathogenesis of mycosis fungoides (MF). To investigate a possible linkage between CMV and MF, we designed a prospective clinical study. MATERIAL-METHOD: Patients with biopsy proven MF (n=29) and age/sex matched healthy control subjects (n=29) were included in the study. Sera of both groups were quantitatively investigated with micro-ELISA for the presence of anti- CMV immunoglobuline-G (IgG). RESULTS: All patients with MF had abnormally elevated levels of anti-CMV IgG in their sera, whereas 25 (86%) patients in control group showed higher levels of anti- CMV IgG than normal (p>0.05). The antibody levels measured in patients and healthy control subjects were 4.6 ± 1.2 ISR (range 2.6-6.6 ISR) and 4.1 ± 1.7 ISR (range 0.9-6.5 ISR), respectively (p>0.05). CONCLUSION: Levels of anti-CMV IgG in Turkish patients with MF are not significantly different than the levels of healthy control subjects.

6.Screening of antibiotic resistant Propionibacterium acnes from acne vulgaris patients: Data from Pamukkale University.
Çağrı Ergin, Şeniz Ergin, İlknur Kaleli, Mustafa Şengül, Berna Ş.Erdoğan
Pages 19 - 21
AMAÇ: Akne vulgaris tedavisinde tedavi başarısızlığına yol açan sorunlardan biri antibiyotik dirençli “Propionibacterium acnes”tir. Bu çalışmada bölgemizde hastaneye başvuran akne vulgaris hastalarında “P.acnes” kökenlerinde antibiyotik direnci varlığı araştırılmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Hastaneye akne vulgaris şikayeti ile başvuran hastalardan son 4 hafta içinde antibiyotik kullanımı olmayan 192 hasta çalışmaya alındı. Bu hastaların demografik ve klinik özellikleri kaydedildi. Örnekler deterjan fırçalama tekniği ile alınarak anaerobik ortamda kültüre edildi. Kökenlerin antibiyotik duyarlılık testleri agar dilüsyon tekniği ile yapıldı. BULGULAR: Çalışmaya alınan 192 hastanın 117'sinden (%60.9) “P.acnes” kökeni izole edildi. İzole edilen “P.acnes” kökenlerinden 10'unda (%8.5) antibiyotik direnci saptandı. Akne vulgaris etkeni olarak izole edilen “P.acnes” kökenlerinde eritromisine (9 köken; %7.7), klindamisine (7 köken; %6.0), tetrasikline (1 köken; %0.9) direnç bulunurken, doksisikline karşı direnç saptanmadı. YORUM: Bölgemizdeki hastalarda antibiyotik dirençli “P.acnes” klinik olarak tedavi başarısızlığı yaratacak düzeyde değildir. Direnç varlığını taramak için toplum taramalarının yapılması önemlidir.
Background and Design: Antibiotic resistant Propionibacterium acnes is the main etiologic factor for failure of the acne therapy. In this study, the prevalance of antibiotic resistant P.acnes was investigated in our region. MATERIAL-METHOD: One hundred ninty-two acne vulgaris patients admitted to dermatology clinic were included in the study. Demographic and clinical data were recorded. Anaerobic culture was used for the samples collected by detergent scrub technique. Agar dilution technique was chosen for strains' antimicrobial susceptibilities. RESULTS: Propionibacterium acnes was isolated from 117 (60.9%) of 192 acne vulgaris patients. Antibiotic resistance of P.acnes was found in 10 (8.54%) strain. Erythromycin (9 strain), clindamycin (7 strain) and tetracycline (1 strain) resistance was found as 7.7%, 6.0% and 0.9%, respectively. Doxycyline resistance was not found. CONCLUSION: The prevalance of antibiotic resistant P.acnes is low and therapeutic failure is not expected due to resistant strains. Resistance rates of P.acnes may be detect via community surveillance programmes.

OLGU SUNUMU
7.Cutaneous metastasis of pleural malignant mesothelioma
Mustafa Özdemir, Munise Gümüşel, Hatice Toy
Pages 22 - 24
Plevral malin mezotelyoma nadir görülen bir tümördür. Tümörün metastazı lokal invazyon ve kan yolu iledir ve hastalığın çeşitli evrelerinde görülebilir. Bu yazıda nadir görülen malin mezotelyoma deri metastazlı bir olgu sunuldu ve malin mezotelyoma deri metastazı ile ilgili literatür gözden geçirildi.
Pleural malignant mesothelioma is a rare tumor. Metastasis of malignant mesothelioma is through both local invasion and hematogenous routes and occurs at various stages of the disease. In this article, we present a case with cutaneous metastasis of plural malignant mesothelioma, which is rarely seen and review the literature on skin metastasis of malignant mesothelioma.

8.Paraneoplastic pemphigus in a patient with B cell non-hodgkin lymphoma
Kurtuluş Didem Yazganoğlu, Sevil Bavbek, Nesimi Büyükbabani, Can Baykal
Pages 25 - 27
Paraneoplastik pemfigus (PNP), başlıca Hodgkin-dışı lenfomalar olmak üzere lenfoproliferatif hastalıkların ve çeşitli malinitelerin eşlik edebildiği, klinik olarak şiddetli mukozal tutulum, polimorf deri lezyonları ve sık solunum sorunlarıyla ortaya çıkan nadir bir pemfigus tipidir. Diğer pemfigus tiplerinden farklı olarak kendine özgü histopatolojik ve immünfloresan bulguları olup, kötü prognozludur. Bu yazıda B hücreli Hodgkin dışı lenfoma tanısı konduktan iki yıl sonra PNP tablosu gelişen bir olgu sunulmaktadır.
Paraneoplastic pemphigus (PNP) is a rare type of pemphigus which is seen in association with lymphoproliferative diseases, most commonly with non-Hodgkin's lymphoma and several other malignities. The disease presents with severe mucosal involvement, polymorphous skin eruption and respiratory problems. It has its own histopathologic features and immunfluorescence findings unlike the other types and has a poor prognosis. In this report, we describe a patient who developed PNP in two years after the diagnosis of B cell non-Hodgkin lymphoma.

9.A Case of Kindler Syndrome
Mukaddes Kavala, Sibel Südoğan, Burçe Can, Özlem Albayrak
Pages 28 - 30
Kindler sendromu herediter epidermolizis bülloza ve konjenital poikiloderma bulgularının bir arada görüldüğü otozomal resesif nadir bir hastalıkdır. Hayatın ilk yıllarında görülen akral büller ve fotosensitiviteyi progresif poikiloderma ve deri atrofisinin izlemesi ile karakterizedir. Kindler sendromu hücre-matriks adezyonunda rol oynayan kindlin-1 proteinindeki mutasyonlar sonucu gelişir. Burada ailesinde benzer lezyonlar olmayan parmaklarda kontraktür ve büller, jeneralize deri atrofisi, periodontit ve yutma güçlüğü olan 27 yaşında bir erkek olgu sunulmaktadır.
Kindler syndrome is a rare, autosomal recessive disorder that combines clinical features of hereditary epidermolysis bullosa and poikiloderma congenitale. It is characterized by acral blistering and photosensitivity early in life, followed by progressive poikiloderma and cutaneous atrophy. Kindler syndrome is caused by mutations in skin protein, named kindlin-1, which plays a role in cell-matrix adhesion. Here we report a 27-year-old man presented with acral blistering, contracture of the fingers, generalized cutaneous atrophy, periodontitis and difficulty in swallowing. None of the other members of the family are affected.

YENİ YAYINLAR
10.New Books

Page 31
Abstract | Full Text PDF

HABERLER
11.Society News

Page 32
Abstract | Full Text PDF

KONGRE TAKVİMİ
12.
Kongre takvimi

Page 33
Abstract | Full Text PDF

SİMPOZYUM
13.
Dermatoloji 2007 Bahar Simpozyumu programı

Page 34
Abstract | Full Text PDF