E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
Sayı : 56 Ek : 2 Yıl : 2024












































Dergimiz 2012 aralık sayısıyla karekod sistemi uygulamasına başlamıştır.

Makalelerin üzerinde bulunan Karekodu dilediğiniz akıllı cihazınız ile okutarak makaleyi indirebilir veya meslektaşlarınızlada paylaşa bilirsiniz.

Cihazınıza QR codeReader app indirerek uygulamayı kullanmaya başlayabilirsiniz.

Apple app için tıklayınız
Android app için tıklayınız

TÜRKDERM - Deri Hastalıkları ve Frengi Arşivi - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 56 (2)
Cilt: 56  Sayı: 2 - 2022
1.
Kapak
Cover

Sayfalar I - IX

ARAŞTIRMALAR
2.
Kozmetik uygulamalara karşı algı ve bilgi düzeyi: Kesitsel anket çalışması
Perceptions and knowledge toward cosmetic procedures: A cross-sectional survey
Vildan Manav, Dilara İlhan, Elif Bal Avcı, Asude Kara Polat, Duygu Erdil, Soysal Baş, Ayşe Esra Koku Aksu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.66563  Sayfalar 51 - 57
Amaç: Kozmetik uygulamalar son zamanlarda giderek artmaktadır ve bu konuda toplumun bilgisi internet, televizyon veya sosyal medyaya dayanmaktadır. Ayrıca bu konuya olan eğilimin artması ile birlikte konuyla ilgili uzmanlığı olmayan hekimler, bazı sağlık çalışanları ve sağlık çalışanı olmayanların uygulama yapması nedeniyle komplikasyon riski de artmaktadır. Kozmetik işlemler ve komplikasyonları ile ilgili algıların ve bilgilerin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Kozmetoloji polikliniğine başvuran 18 yaş ve üzeri 324 hasta çalışmaya dahil edilmiştir.
Bulgular: Katılımcıların çoğu, dermatologlar ve/veya plastik cerrahların kozmetik işlemleri gerçekleştirme konusunda en yetkili uzmanlık olduğunu belirtti (%77,2). Özellikle kadın ve yüksek gelir grubu, kozmetik işlemler için dermatolog ve plastik cerrahları tercih edeceklerini belirtmişlerdir (p=0,028 ve p=0,010).
Sonuç: Katılımcıların çoğu bu işlemlerin dermatologlar veya plastik cerrahlar tarafından yapılması algısına sahipken olası sosyo-ekonomik nedenlerden dolayı deri bakım merkezinde sağlıkçı olmayan kişiler tarafından kozmetik işlemler yapılmaktadır. Komplikasyonların tedavisinde ise ilk olarak dermatoloji bölümüne başvurulmaktadır. Bu nedenle hem kozmetik işlemlerin uzmanlar tarafından yapılması hem de komplikasyonların önlenmesi için toplumun bu konuda daha bilinçli olması gerekmektedir.
Background and Design: Cosmetic procedures have been increasing recently, and public knowledge on this issue is made available through the internet, television, or social media. However, with the increasing tendency for these procedures, the risk of complications also increases because of practitioners who do not have expertise in this field. This study aimed to determine the perceptions and knowledge toward cosmetic procedures and its complications.
Materials and Methods: A total of 324 patients aged 18 years and over presented to the cosmetology outpatient clinic.
Results: The majority of the participants stated that dermatologists and/or plastic surgeons are the most qualified to perform cosmetic procedures (77.2%). Particularly, female participants and the high-income group answered that they will choose dermatologists and plastic surgeons for performing cosmetic procedures (p=0.028 and p=0.010, respectively).
Conclusion: While most of the participants perceived that these procedures are performed by dermatologists or plastic surgeons, cosmetic procedures are performed in the skin care center by non-healthcare providers because of socio-economic reasons. However, if complications occur, patients first sought dermatologists for treatment. Therefore, society should be more conscious of this issue when planning to undergo cosmetic procedures by experts and to prevent complications.

3.
Melazmada intralezyonel traneksamik asidin etkinliği: Melazma Alan Şiddet İndeksi ve Dermatoloji Yaşam Kalite İndeksi ile değerlendirme
Efficacy of intralesional tranexamic acid in melasma: Assessment with Melasma Area Severity Index and Dermatology Quality of Life Index
Sneha Krishnoji Rao, Rajashekar T. S., Ashna Ashraf
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.42709  Sayfalar 58 - 63
Amaç: Melazma, çoğunlukla kadınlarda görülen, psikolojik, duygusal ve sosyal iyilik hallerinin yanı sıra yaşam kalitelerini de etkileyen yaygın bir hipermelanotik durumdur. Melazma tedaviye nispeten dirençli olmasına rağmen, bugüne kadar çeşitli tedavi seçenekleri denenmiştir. Son zamanlarda hastalığın tedavisinde mikroiğneleme ve mikroenjeksiyon ile traneksamik asit uygulanmaktadır. Bu çalışmanın amacı üçlü kombinasyon tedavisinin traneksamik asit enjeksiyonu ile terapötik etkinliğini karşılaştırmak ve tedavi öncesi ve sonrası Melazma Alanı Şiddet İndeksi (MAŞİ) ve Dermatoloji Yaşam Kalitesi İndeksi (DYKİ) skorlarını karşılaştırarak yanıtın melazma üzerindeki etkisini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya toplam 70 melazma hastası seçildi ve girişimsel randomize kontrollü çalışmaya göre her biri 35 hastadan oluşan iki gruba ayrıldı. Bir grup topikal üçlü kombinasyon tedavisi-hidrokinon (%2), mometazon (%0,1) ve tretinoin (%0,025) ve diğer grup enjekte edilebilir traneksamik asit ile tedavi edildi. MAŞİ skorları ve DYKİ, her iki hasta grubu için başlangıçta ve 6 hafta sonra seri fotoğraflarla birlikte değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların intralezyonel traneksamik asit grubunda MAŞİ ve DYKİ skorlarında anlamlı azalma kaydedildi (p=0,032). Traneksamik asit ile MAŞİ’deki ortalama değişiklik 1,22 ve DLQI ile 2,03 idi.
Sonuç: Enjekte edilebilir traneksamik asit, melazma için umut verici bir tedavi seçeneğidir. Bununla birlikte, uzun vadeli faydalarını belirlemek için; daha büyük bir örneklem büyüklüğü ve daha uzun bir süre için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Melazma tedavisi hastaya hem fiziksel hem de duygusal olarak faydalıdır.
Background and Design: Melasma is a common hypermelanotic condition, mostly observed in women, which affects their psychological, emotional, and social well-being as well as their quality of life. Although melasma is relatively resistant to treatment, various therapeutic options have been attempted until date. Recently, microneedling and microinjection tranexamic acid were performed. To compare the therapeutic effectiveness of triple combination therapy with tranexamic acid injection and assess the impact of response on melasma by comparing the pre- and post-treatment Melasma Area Severity Index (MASI) and Dermatology Quality of Life Index (DLQI) scores. Materials and Methods: A total of 70 melasma patients were selected and assigned to two groups of 35 patients each based on the interventional randomized control study. One group was treated with a topical triple combination therapy-hydroquinone (2%), mometasone (0.1%), and tretinoin (0.025%), and the other group with injectable tranexamic acid. The MASI scores and DLQI were assessed for both the groups of patients at the baseline and then 6 weeks later along with serial photographs.
Results: Significant reduction in MASI and DLQI scores were noted in the intralesional tranexamic acid group of patients (p=0.032). The mean change in MASI with tranexamic acid was 1.22 and with DLQI was 2.03.
Conclusion: Injectable tranexamic acid is a promising treatment option for melasma. Further studies are however warranted with a larger sample size and for a longer duration to determine its long-term benefits. Treatment of melasma is beneficial for the patient both physically and emotionally.

4.
Vitiligo tedavisinde mikro iğneleme ve 5-florourasil krem kombinasyonu ile mikro iğneleme ve takrolimus merhem kombinasyonunun etkinliklerinin karşılaştırılması
Comparison of the efficacy of microneedling combined with 5-fluorouracil 5% cream versus microneedling combined with tacrolimus 0.1% ointment in the treatment of vitiligo
Parwaaz Matharoo, Saurabh Sharma, Jasleen Kaur, Roopam Bassi
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.57804  Sayfalar 64 - 69
Amaç: Vitiligo, kazanılmış depigmentasyon ile karakterize, önemli psikolojik etkileri olan bir hastalıktır. Lokalize ya da generalize depigmente maküller olarak kendini gösterir. Hastalarda farklı morfolojik tipler görülebilir. Çeşitli tedavi seçenekleri olmakla birlikte, henüz tüm hastalar için ideal yöntem olduğu kanıtlanmış bir modalite mevcut değildir.
Gereç ve Yöntem: Otuz vitiligo hastasındaki 60 lezyon iki gruba ayrıldı ve DermaPen ile mikro iğneleme sonrası bir gruptaki lezyonlara topikal 5-florourasil (5-FU) krem, diğer gruba ise takrolimus %0,1 pomad uygulandı. Bu işlem 2 haftada bir, maksimum 10 seansa kadar tekrarlandı. Hastalar son seanstan sonra 6 ay süreyle izlendi.
Bulgular: Toplam repigmentasyon 5-FU alan grupta, takrolimus alan gruba göre anlamlı derecede daha fazlaydı. İyi-mükemmel yanıt 5-FU uygulanan lezyonların %76,7’sinde ve takrolimus uygulanan lezyonların %63,7’sinde görüldü. Akral alanlarda her iki grupta da lezyonların %50’sinde iyi-mükemmel yanıt alınırken, iyi yanıt %50 lezyonda izlendi, hiçbir lezyonda mükemmel iyileşme görülmedi.
Sonuç: Stabil dirençli vitiligo için mikro iğneleme ile 5-FU ve takrolimus tedavileri etkili ve güvenli görünmektedir. Her iki kombinasyon da iyi tolere edilmiştir, fakat 5-FU ile anlamlı daha hızlı ve yüksek yanıt elde edilmiştir.
Background and Design: Vitiligo is an acquired depigmenting disorder associated with profound psychological effects. It can manifest as depigmented macules that can be localized or generalized in nature. Various morphological types are seen in patients. Despite existing therapeutic options, none is yet proven to be an ideal method for all patients.
Materials and Methods: Sixty lesions in 30 patients with vitiligo were divided into two groups and subjected to microneedling with DermaPen after topical application of 5-fluorouracil (5-FU) cream 5% in one group and tacrolimus ointment 0.1% in another group. This procedure was repeated every 2 weeks for a maximum of 10 sessions. Patients were followed up for 6 months after the last session. Results: The overall repigmentation rate was significantly higher with 5-FU than with tacrolimus. Good-to-excellent response was seen in 76.7% of the lesions with 5-FU and 63.7% of the lesions with tacrolimus. Acral areas showed good-to-excellent response in 50% of the lesions in group A, and in group B, good response was seen in 50% lesions, whereas none attained excellent improvement. Conclusion: Microneedling with 5-FU and tacrolimus appears to be safe and effective therapeutic intervention for stable refractory vitiligo. Both combinations were tolerated well, but 5-FU demonstrated significantly quicker and higher response.

5.
Oküler tutulumu olan rozase hastalarında kirpikte Demodeks insidansının değerlendirilmesi
Evaluation of the incidence of Demodex in eyelashes in rosacea patients with ocular involvement
Zuhal Metin, Nermin Boyraz, Firdevs Örnek, Evin Şingar Özdemir, Hatice Meral Ekşioğlu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.44788  Sayfalar 70 - 75
Amaç: Bir akar olan Demodeks’in rozase, pitiriyazis folikülorum, püstüler folikülit, perioral granülomatöz dermatit, hiperpigmente yama ve kronik blefaritin etiyopatogenezinde rolü olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada rozase patogenezinde gün geçtikçe önemi artan Demodeks’in oküler tutulum ile ilişkisini araştırmak amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Oküler tutulumu olan 103 rozase tanılı hasta ve herhangi fasiyal dermatozu olmayan 140 gönüllü birey kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Katılımcıların yazılı ve sözlü onamı alındı. Hasta ve kontrol grubunun tek veya her iki gözünün üst ve alt göz kapağından toplamda 5 adet kirpik pens yardımı ile çekilerek epilasyon yöntemiyle, yüz bölgesinden ise standart yüzeysel deri biyopsi yöntemiyle Demodeks varlığına bakıldı. Işık mikroskobunda, kirpikte cm2’de 1 ve daha fazla, yüzde cm2’de 5 ve daha fazla Demodeks görülmesi pozitif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Yüz üç hastanın 27’sinde (%26,2) konjonktivit, 77’sinde (%74,8) blefarit, 1’inde (%1) hordeolum, 24’ünde (%23,3) meibomian bez disfonksiyonu bulunmaktaydı. Kontrol grubundaki bireylerin hepsinin göz muayene bulguları normaldi. Hasta grubunda Demodeks görülme oranı %84,5 iken, kontrol grubunda bu oran %29,3 idi. Oküler tutulumun eşlik ettiği rozasesi olan 103 hastanın 51’inde (%49,6) kirpik ve yüzde, 26’sında (%25,2) sadece kirpikte, 10’unda (%9,7) sadece yüzde Demodeks akarı mevcutken 16 (%15,5) kişide hem kirpikte hem yüzde Demodeks akarı görülmedi.
Sonuç: Bu çalışmadan elde edilen bulgular, kontrol grubuna göre rozaseli hastalarda göz tutulumunda kirpikte ve yüzde yüksek oranda Demodeks pozitifliği saptandığını, rozase ve oküler rozase patogenezinde Demodeks’in önemli rol oynayabileceğini göstermektedir.
Background and Design: Demodex, a mite, is known to influence the etiopathogenesis of rosacea, pityriasis folliculorum, pustular folliculitis, perioral granulomatous dermatitis, hyperpigmented patch, and chronic blepharitis. This study aimed to investigate the relationship between Demodex, which is increasingly important in the pathogenesis of rosacea, and ocular rosacea. Materials and Methods: A total of 103 rosacea patients with ocular involvement (ocular rosacea) and 140 volunteers without facial dermatosis were included in the study as the control group. Written and verbal consent was obtained from the participants. A total of five eyelashes were pulled from the upper and lower eyelids of one or both eyes of the patient group and control group, using forceps, and the presence of Demodex was examined by the epilation method and standard superficial skin biopsy method from the face. Under a light microscope, ≥1 and ≥5 Demodex per cm2 in the eyelashes and face were evaluated as positive, respectively.
Results: Of the 103 patients, 27 (26.2%) had conjunctivitis, 77 (74.8%) had blepharitis, 1 (1%) had hordeolum, and 24 (23.3%) had meibomian gland dysfunction. The eye examination findings of the control group were normal. The Demodex incidence rates were 84.5% and 29.3% in the patient group and control group, respectively. Of the 103 patients with rosacea accompanied by ocular rosacea, Demodex mites were present in the eyelashes and face of 51 patients (49.6%), only in the eyelashes in 26 (25.2%), and only in the face in 10 (9.7%). No Demodex mites were present on both eyelashes and face in 16 (15.5%) patients.
Conclusion: The results of this study show that Demodex positivity was detected at a higher rate in the eyelashes and face in patients with rosacea compared with the controls. Demodex may play an important role in the pathogenesis of rosacea and ocular rosacea.

6.
Juvenil unilezyonel folikülotropik mikozis fungoides: HLA-DRB1*04 ve HLA-DQB1*03 allelleri ile iki kardeş
Juvenile unilesional folliculotropic mycosis fungoides: Two siblings with HLA-DRB1*04 and HLA-DQB1*03 alleles
Hatice Şanlı, İncilay Kalay Yıldızhan, Bengü Nisa Akay, Canan Arı, Aylin Okçu Heper
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.89083  Sayfalar 76 - 79
Mikozis fungoides (MF) patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır, immünogenetik mekanizmaların rol oynayabileceği öne sürülmüştür. İnsan lökosit antijeni (HLA) sınıf II allelleri DRB1*11 ve DQB1*03 sporadik ve/veya ailesel MF’si olan hastalarda önemli oranda yüksek bulunmuştur. Juvenil başlangıçlı ailesel MF ise oldukça nadirdir. Burada, her ikisinde de kolların fleksural bölgesinde tek taraflı benzer morfoloji sergileyen ve folikülotropik MF tanısı alan iki kardeşi sunmaktayız. Her iki kardeşde HLA-DRB1*04 ve HLA-DQB1*03 allelleri pozitif bulundu. HLA-DQB1*03 alleli literatürde yakın zamanda ailesel MF’de tanımlanmış olup, “HLA-DRB1*04” alleli daha önce ailesel MF olgularında bildirilmemiştir.
The pathogenesis of mycosis fungoides (MF) is poorly understood, and an immunogenetic mechanism has been suggested to play a role. Human leukocyte antigen (HLA) class II alleles DRB1*11 and DQB1*03 were found to be significantly increased for patients with sporadic and/ or familial MF. The juvenile-onset familial MF is extremely rare. Herein, we report two siblings diagnosed with folliculotropic MF, both exhibiting similar morphology of a unilesional presentation on the flexural region of the arms. Both were positive for HLA-DRB1*04 and HLA-DQB1*03 alleles. The HLA-DQB1*03 allele has been described in familial MF in the literature recently, whereas “HLA-DRB1*04” allele has not been reported previously in familial MF cases.

OLGU SUNUMLARI
7.
Primer hipogamaglobulinemili bir hastada pemfigus vulgaris: Bir olgu sunumu
Pemphigus vulgaris in a patient with primary hypogammaglobulinemia: A case report
Uğur Hacı Musabak, Tuba Erdoğan, Mustafa Tunca
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.81370  Sayfalar 80 - 83
Pemfigus vulgaris (PV), deri ve mükoz membranlarda büllerin varlığı ile karakterize, nadir görülen otoimmün bir hastalıktır. Otoimmünite, özellikle primer immün yetmezliklerin bir alt grubu olan antikor eksikliklerinde gelişen önemli bir komplikasyondur. Burada, PV ile birlikte primer antikor eksikliği olan ve geleneksel immünosüpresif tedavilerin idame döneminde nükseden ancak yüksek doz intravenöz immünoglobulin tedavisi ile remisyona giren PV’li bir olgu sunulmaktadır. Bu olgunun sunumu ile nadir görülen otoimmün büllöz hastalıklarda primer immün yetmezliklerin araştırılması için farkındalığın geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Pemphigus vulgaris (PV) is a rare autoimmune disorder characterized by blisters on the mucous membranes and skin. Autoimmunity is an important complication developing in predominantly antibody deficiencies, which is a subgroup of primary immunodeficiencies (PID). Herein, we present a patient with PV who had primary antibody deficiency and whose disease relapsed during the maintenance period of conventional immunosuppressive treatments but progressed to remission following high-dose intravenous immunoglobulin therapy. Thus, we aimed to create awareness for the study of primary immunodeficiencies in rare autoimmune bullous diseases.

8.
Atipik başlangıçlı juvenil amiyopatik dermatolmiyozite bağlı makrofaj aktivasyon sendromu
Macrophage activation syndrome due to juvenile amyopathic dermatomyositis with atypical onset
Esma İnan Yüksel, Betül Demir, Metin kaya Gürgöze, Ilknur Calik
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.72368  Sayfalar 84 - 87
Makrofaj aktivasyon sendromu (MAS), romatizmal hastalıklarla ilişkili, hayatı tehdit eden bir hastalıktır. Juvenil dermatomiyozitte nadiren bildirilmiştir. Sekiz yaşında kız çocuğu eklemlerde şişlik ve dirseklerde psoriaziform plaklar şikayeti ile başvurdu. Hastaya psoriatik artrit tanısı konuldu ve metotreksat tedavisi başlandı. Hasta üç ay sonra ateş, halsizlik ve kilo kaybı şikayeti ile başvurdu. Fiziksel muayenede hepatosplenomegali izlendi. Kas gücü 5/5 idi. Dermatolojik muayenede yüz ödemi, yaygın maküloeritematöz döküntü ve kseroz izlendi. Dirsekler, metakarpofalengeal ve proksimal interfalengeal eklem sırtlarında eritemli-viyolase papüloskuamöz plaklar görüldü. Klinik ve laboratuvar bulguları baz alınarak hastaya juvenil amiyopatik dermatomiyozit (JAMD) sekonder MAS tanısı konuldu. MAS’de görülen deri bulguları spesifik olmayıp, altta yatan romatizmal hastalığa bağlıdır. Burada, atipik başlangıç göstermesi nedeniyle, psoriazis olarak yanlış tanı alan ve hızla MAS’ye ilerleyen JADM’li bir çocuk olgu sunulmuştur.
Macrophage activation syndrome (MAS) is a life-threatening condition associated with rheumatic diseases. It is rarely reported in juvenile dermatomyositis. An 8-year-old girl was admitted with complaints of joint swelling and psoriasiform plaques on the elbows. She was diagnosed with psoriatic arthritis, and methotrexate therapy was started. Three months later, she was readmitted with fever, fatigue, and weight loss. Hepatosplenomegaly was found on physical examination. The muscle strengths were 5/5. Dermatological examination revealed facial edema, widespread maculoerythematous rash, and xerosis. Erythematous-violaceous papulosquamous plaques were seen on the dorsal surfaces of the elbows and metacarpophalangeal and proximal interphalangeal joints. Based on the clinical and laboratory findings, the patient was considered to have MAS secondary to juvenile amyopathic dermatomyositis (JADM). The cutaneous manifestations seen in MAS are not specific but depend on the underlying rheumatic disease. Given the atypical onset, this was considered a case of JADM misdiagnosed as psoriasis, which rapidly progressed to MAS.

9.
Koronavirüs hastalığı-2019’dan sonra gelişen liken planus: Bir olgu sunumu
Lichen planus occuring after Coronavirus disease-2019: A case report
Zuhal Metin, Koray Durmaz, Deniz Unluer Kapiskay
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.24571  Sayfalar 88 - 90
Aralık 2019’da ortaya çıkan ve açıklanamayan viral pnömoni olgularına neden olan yeni Koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19), birkaç ay içinde tüm dünyaya hızla yayıldı ve Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edildi. Birçok COVID-19 hastası arasında hastalığın belirtileri bildirilmiştir. Şimdiye kadar en sık bildirilen deri bulguları morbiliform döküntü, ürtikeryal lezyonlar, purpurik lezyonlar, oral veziküller ve Pitriyazis rosea’dır. Burada, literatürde sınırlı sayıda olgu ile bildirilen bir COVID-19’a bağlı liken planus olgusu histopatolojik bulguları ile birlikte sunulacaktır.
The novel Coronavirus disease-2019 (COVID-19), which emerged in December 2019 and caused an unexplained viral pneumonia, rapidly spread worldwide within a few months. A pandemic was declared by the World Health Organization in March 2020. Several cutaneous manifestations of the disease among patients with COVID-19 have been reported. Thus far, the most frequently reported cutaneous findings are morbiliform rash, urticarial lesions, purpuric lesions, oral vesicles, and pityriasis rosea. This report presents a case of lichen planus secondary to COVID-19 and its histopathological findings, which is rarely reported in the literature.

TANINIZ NEDIR?
10.
Tanınız nedir?
What is your diagnosis?
Rosanne Ottevanger, Roel E. Genders
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2022.14412  Sayfalar 91 - 92
not applicable
not applicable

LookUs & Online Makale