E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 55 (2)
Volume: 55  Issue: 2 - 2021
1.Cover

Pages I - VI

REVIEW ARTICLE
2.The role of epidermal differentiation gene complex studies in atopic dermatitis
Özge Gündüz, Deepak Modi, Raquel Duarte
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.23326  Pages 56 - 60
Atopik dermatit (AD), dünya çapında yaygınlığı artmış çocukları etkileyen kronik bir deri hastalığıdır. AD, genetik yatkınlık, deri bariyeri işlev bozukluğu, immün disregülasyon ve çevresel faktörlerin etkileşiminden kaynaklanan karmaşık bir özelliktir. AD için başlıca risk faktörleri, ailede atopi öyküsü (egzama, astım veya alerjik rinit) ve filagrin (FLG) genindeki fonksiyon kaybı mutasyonlarıdır. Bu derleme, genom çapında ilişkilendirme çalışmalarındaki duyarlılık lokuslarından epigenetik çalışmalara kadar tanımlanan genetik anormalliklerin AD’deki rolünü vurgulamaktadır.
Atopic dermatitis (AD) is a chronic skin disease affecting mainly children with an increasing prevalence worldwide. AD is a complex trait resulting from genetic predisposition, skin barrier dysfunction, immune dysregulation, and environmental factors. The major risk factors for AD are a family history of atopy (eczema, asthma, or allergic rhinitis) and the loss-of-function mutations in the filaggrin (FLG) gene. This review highlights the role of the genetic abnormalities identified in AD, from the susceptibility loci in genome-wide associations to epigenetic studies.

3.Turkish Armed Forces health competence regulation interpretation recommendations
Aslan Yürekli, Ayşenur Botsalı, Ercan Çalışkan
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.93284  Pages 61 - 69
Asker hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devredildiği 2016 yılından beri daha önce bu hastanelerce yapılan askeri öğrenci adayları, personel adayları ve halihazırda askeri personel olan kişilerin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Sağlık Yeteneği Yönetmeliği (SYY) hükümlerince değerlendirmelerine yönelik sağlık kurulu heyet muayeneleri Sağlık Bakanlığı bünyesindeki hekimler tarafından yürütülmeye başlanmıştır. Sivil hekimlerin yönetmelik hükümlerine yabancı olmaları ve ek olarak temel kavramlar düzeyindeki bilgi noksanlıkları karar vermekte sıklıkla tereddütlerin yaşanmasına neden olmaktadır. Bu derlemede Türk Silahlı Kuvvetleri SYY’nin, deri ve zührevi hastalıklar ile ilişkili bölümünün yorumunu sık karşılaşılan olgu örnekleri ışığında sunmak ve sivil hekimlere tereddüt yaşadıkları konularda yardımcı olmak amaçlanmıştır.
After the transfer of military hospitals to the Ministry of Health, examinations of candidates for military personnel and those who are currently military personnel have started to be carried out by civilian doctors whether they are suitable for military service. Civilian doctors are unfamiliar with this practice and therefore hesitate to decide on some issues. The aim of this review is to interpret the skin and venereal diseases section of the Turkish Armed Forces (TAF) health competence regulation (HCR) and to assist to civilian physicians about regulation that they are foreigners.

ORIGINAL INVESTIGATION
4.The impact of vitamin D deficiency and autoimmunity on chronic spontaneous urticaria severity
Nurcan Metin, Mustafa Teoman Erdem
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.30503  Pages 70 - 74
Amaç: Bu çalışmada kronik spontan ürtiker (KSÜ) etiyopatogenezinde D vitamini eksikliği ve otoimmünitenin rolünü ve bunların hastalık şiddetine etkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Onsekiz-altmış beş yaşları arasındaki 60 KSÜ hastası çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubu daha önce ürtiker atağı geçirmemiş ve kronik hastalığı olmayan 40 sağlıklı bireyden oluşuyordu. Tüm hastalara otolog serum deri testi (ASST) yapıldı. Tüm gruplarda 25 hidroksivitamin D, tiroid otoantikorları (TA), antinükleer antikor (ANA) ve bazofiller değerlendirildi. Tüm hastaların ürtiker aktivite skoru-7 (UAS7) ve dermatolojik yaşam kalitesi indeksi (DLQI) incelendi.
Bulgular: ASST pozitif olan hastalarda anjiyoödem, ASST negatif olanlara göre daha sık ve UAS7 daha yüksekti (sırasıyla; p=0,035, p=0,018). <10 ng/mL D vitamini düzeyleri hastalarda sağlıklı kontrollere göre daha sıktı (p=0,002). Tüm hastalarda kontrol grubuna göre TA ve ANA daha yüksekti ve bazofil sayısı daha düşüktü (sırasıyla; p=0,001, p=0,001, p=0,001). ASST-pozitif hastalarda yaşam kalitesi daha fazla bozulmuştu (p=0,011). TA-pozitif olan hastalarda hastalık süresi daha uzundu ve UAS7 daha yüksekti (sırasıyla; p=0,012, p=0,028). ANA-pozitif olan hastalarda UAS7 anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,042). DLQI ve bazofil sayısı arasında anlamlı negatif korelasyon bulundu (p=0,039).
Sonuç: KSÜ etiyopatogenezinde D vitamini eksikliğinin ve otoimmünitenin rolünü anlamak, şiddetli hastalığı tedavi etmemize yardımcı olmaktadır.
Background and Design: In this study, we investigated the role of vitamin D deficiency and autoimmunity in chronic spontaneous urticaria (CSU) etiopathogenesis and their impact on the disease severity.
Materials and Methods: Sixty patients with CSU aged between 18 and 65 years were enrolled to the study. The control group comprised 40 healthy individuals who had no episodes of urticaria or any other chronic diseases. An autologous serum skin test (ASST) was performed in all patients. In addition, 25 hydroxyvitamin D, thyroid autoantibodies (TA), anti-nuclear antibody (ANA), and basophils were evaluated in all groups. Urticaria activity score-7 (UAS7) and dermatological quality of life index (DLQI) of all patients were examined.
Results: Angioedema was more frequent and UAS7 was higher in ASST-positive patients than ASST-negative patients (p=0.035, p=0.018, respectively). <10 ng/mL vitamin D levels were more fraquently seen in the patients with CU than in the control group (p=0.002). The frequencies of TA and ANA positivity were higher, and basophil count was lower in all patients compared to the control group (p=0.001, p=0.001, p=0.001, respectively). The quality of life was more impaired in patients with positive ASST (p=0.011). The duration of the disease was longer, and UAS7 was higher in patients with positive-TA (p=0.012, p=0.028, respectively). UAS7 was significantly higher in ANA-positive patients (p=0.042). A significant negative correlation was found between the DLQI and basophil counts (p=0.039).
Conclusion: Understanding the role of vitamin D deficiency, autoimmunity in CSU etiopathogenesis may help treat severe diseases.

5.Investigation of the knowledge level, attitudes, and behaviors about sun protection and sunscreen in adolescent athletes
Havva Hilal Ayvaz, Hüseyin Tolga Acar, Sabriye Ercan, Cem Çetin
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.62372  Pages 75 - 80
Amaç: Bu çalışmada, 12-18 yaş arası adölesan lisanslı sporcuların güneşten korunma ve güneş koruyucu kullanımı ile ilgili bilgi düzeylerini değerlendirmek amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: İlimizde, lisanslı olarak spor yapan 644 adölesan çalışmaya dahil edilmiştir. Örneklem; tabakalama yöntemi ile seçilmiştir. Anketler sporcuların antrenman yaptıkları ortamda, yüz yüze görüşme tekniği ile doldurulmuştur. Katılımcıların; demografik verileri kaydedilmiştir. Ardından katılımcılara, transteoretik model (TTM) kuramı baz alınarak hazırlanan; Güneşten Korunma ve Güneş Koruyucu Kullanma Değişim Aşamaları ölçekleri ile Güneşten Korunma Davranış ölçeği, Güneşten Korunma Karar Dengesi ölçeği, Güneşten Korunma Öz Yeterlilik ölçeği uygulanmıştır.
Bulgular: Sporcuların %59’u (n=380) iç mekanda (Grupkapalı), %41’i (n=264) dış mekanda (Grupaçık) antrenmana/müsabakaya katılmaktadır. TTM’ye göre; sporcuların %60,2’si (n=388) Güneşten Korunma Değişim Aşamalarının “düşünmeme”, %12,7’si (n=82) “sürdürme” basamağındadır. Diğer taraftan; sporcuların %69,1’inin (n=445) Güneş Koruyucu Kullanma Değişim Aşamalarının “düşünmeme”, %10,7’sinin (n=69) “sürdürme” basamağında olduğu tespit edilmiştir. Adölesan sporculara uygulanan ölçek sonuçlarında gruplar arasında fark belirlenmemiştir (p>0,05).
Sonuç: Çalışmamızdan elde ettiğimiz veriler ışığında, açık ya da kapalı alanda spor yapmaktan bağımsız olarak, adölesan yaş grubundaki sporcuların güneşten korunma, güneş koruyucu kullanımı ve deri kanseri konusunda bilgi düzeylerinin düşük olduğu tespit edilmiştir. Öncelikle dış mekan sporcuları olmak üzere tüm adölesan sporculara, güneşin zararlı etkileri hakkında eğitim ve danışmanlık yapılmasını önermekteyiz.
Background and Design: This study aims to evaluate the knowledge level of adolescent licensed athletes between the ages of 12 and 18 years about sun protection and sunscreen use.
Materials and Methods: In our province, 644 adolescents engaged in sports under license were included in the study. Samples were selected by the stratification method. The questionnaires were filled by face-to-face interview techniques in the athletes’ training environment. Demographic data of the participants were recorded. Then, the participants were administered the Sun Protection and Use of Sunscreen Change Stages scales and Sun Protection Behavior scale, Sun Protection Decision Balance scale, Sun Protection Self-Efficacy scale, which were prepared based on the transtheoretical model (TTM) theory. Adolescent athletes were divided into two groups according to the place where they train/match as “Indoor” (Groupindoor) and “Outdoor” (Groupoutdoor) athletes.
Results: While 59% (n=380) of the athletes participate in training/competition indoors (Groupindoor), 41% (n=264) of the athletes participate in outdoors (Groupoutdoor). According to TTM; 60.2% (n=388) of the athletes are at the stage of “precontemplation”, and 12.7% (n=82) of the Sun Protection Change Stages are “maintenance”. On the other hand, it was determined that 69.1% (n=445) of the athletes were in the step of “precontemplation”, and 10.7% (n=69) of the “maintenance” step of the use of sunscreen change stage scale. The scale results administered to adolescent athletes did not differ between the groups (p˃0.05).
Conclusion: In light of the data we obtained from our study, it was determined that the adolescent age group athletes have a low level of knowledge about sun protection, sunscreen use, and skin cancer, regardless of sports discipline in the outdoors or indoors. We recommend training and counseling for all adolescent athletes about the harmful effects of the sun.

6.Disseminated insect bite reactions in hazelnut workers
Işıl Deniz Oğuz, Sevgi Kulaklı, Burak Akşan
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.41524  Pages 81 - 86
Amaç: Fındık, ülkemizin en önemli tarım ürünlerinden biridir. Türkiye’de fındık bahçelerinde yaklaşık olarak 150 böcek türü tespit edilmiştir. Fındık işçilerinde böceklerle temas nedeniyle çeşitli deri reaksiyonları görülebilir. Bu çalışmanın amacı, fındık işçilerinde tespit edilen ve henüz rapor edilmemiş bir tür yaygın böcek ısırığı reaksiyonunun klinik özelliklerini incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda fındık bahçesine girdikten sonra yaygın böcek ısırığı reaksiyonu ile polikliniğimize başvuran tüm hastaları prospektif olarak inceledik. Hastaların yaşları, cinsiyetleri, lezyonların klinik özellikleri, vücuttaki yerleşim yerleri, subjektif semptomları, sayısı ve süresi, hastaların kan grubu ve verdiğimiz tedaviler kaydedildi. Ayrıca fındık bahçesi özellikleri de kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya 127 hasta (45 erkek, 82 kadın) alındı. Yaş ortalaması 42,5±16,69’du. Lezyonlar en sık kalça (%88,2), bacak (%78,7) ve sırt-bel bölgesinde (%72,4) gözlendi. Hastaların %85’inde violese papüller görülürken, %10,2’sinde papüler ürtiker, %4,7’sinde ise vaskülit benzeri purpurik papüller gözlendi. Hastaların %59’unda 0-50 arası lezyon varken, %28,4 hastada 50-100 arası, %12,6 hastada ise 100 üzeri lezyon vardı. Hastaların %97,6’sında şiddetli kaşıntı mevcuttu.
Sonuç: Böcek ısırığı reaksiyonu fındık işçilerinde görülen önemli bir sağlık sorunudur. Fındık bahçelerinde görülen arthropod kaynaklı dermatozlarla ilgili sınırlı sayıda çalışma vardır. Ancak biz çalışmamızda fındık işçilerinde görülen daha önce literatürde sunulmamış farklı klinik tipte bir böcek ısırığı reaksiyonunu sunduk. Hastalığı tanımlayıp literatüre katmanın ve daha geniş kapsamlı ve kontrollü saha çalışmalarına ön ayak olmanın, etkenini bulmada ve etkenle mücadelede önemli bir adım olacağına inanıyoruz.
Background and Design: Hazelnut is one of the most important agricultural products of Turkey. About 150 species of insects were reported in hazelnut orchards. Several skin reactions can be seen in hazelnut workers due to contact with the insects. The objective of this study is to investigate the clinical properties of a type of disseminated insect bite reaction detected in hazelnut workers that has not been reported yet.
Materials and Methods: In our study, we investigated patients who presented to our outpatient clinic with disseminated insect bite reactions after entering hazelnut orchards prospectively. Patients’ age, gender, clinical properties of lesions, body areas of involvement, number of lesions, subjective symptoms, duration, blood groups, and prescribed treatments were recorded. The features of the hazelnut orchards were also recorded.
Results: One hundred and twenty-seven patients (45 males; 82 females) were included in the study. Mean age of the patients was 42.5±16.69 years. Lesion placements were mostly on the hip (88.2%), leg (78.7%), and back-waist (72.4%) areas. Eighty-five percentage of the patients had violaceous papules, 10.2% showed papular urticaria, and 4.7% with vasculitis-like purpuric papules. Fifty-nine percentage of the patients had between zero and 50 lesions, 28.4% had 50 and 100, and 12.6% of the patients had more than 100 lesions. Severe pruritus was seen in 97.6% of the patients.
Conclusion: Insect bite reactions are severe health issues in hazelnut workers. There are limited studies on arthropod-induced dermatoses in hazelnut orchards. However, we demonstrated a novel insect bite reaction pattern of hazelnut workers, which was not defined before in the literature. Defining the condition in the literature and performing further controlled field studies with larger series would help define and prevent the causes of the condition.

7.Type D personality and quality of life in alopecia areata and vitiligo patients: A cross-sectional study in a Turkish population
Güldehan Atış, Atilla Tekin, Zeynep Altan Ferhatoğlu, Fatih Göktay, Şirin Yaşar, Sema Aytekin
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.36776  Pages 87 - 91
Amaç: Vitiligo ve alopesi areata (AA) sosyal strese neden olabilen ve yaşam kalitesini düşüren damgalanma ve utanmaya yol açabilen hastalıklardır. Psikosomatik hastalığı olanlarda D Tipi kişiliğin görülme sıklığı yüksektir. Bu çalışmanın temel amacı, Türk toplumunda vitiligo ve AA hastalarında D Tipi kişilik insidansını araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Otuz dört AA hastası ve 46 vitiligo hastası ve kontrol grubu olarak 46 sağlıklı birey prospektif olarak çalışmaya alındı. Tüm hastalar ve sağlıklı gönüllülerden Hastane Anksiyete ve Depresyon ölçeği (HAD-Ö), D Tipi Kişilik ölçeği (DS-14) ve Dermatoloji Yaşam Kalitesi indeksini doldurması istendi.
Bulgular: Üç grup arasında D Tipi kişilik sıklığı açısından anlamlı fark yoktu. AA grubu ve vitiligo grubunun D Tipi kişilik ölçeğinin olumsuz duygulanım alt ölçeğinin ortalama skorları sağlıklı kontrollerden anlamlı olarak yüksekti (p=0,001). AA ve vitiligo gruplarındaki ortalama HAD-Ö ölçeğinin anksiyete (HAD-A) skorları sağlıklı kontrollerden anlamlı olarak yüksekti (p=0,002).
Sonuç: Sonuçlarımız, vitiligo hastalarında yüksek D Tipi kişilik ölçeği (DS-14) toplam skorunun düşük yaşam kalitesi ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Öte yandan AA’lı hastalarda bu ilişki saptanmamıştır. D Tipi kişilik yüksek psikolojik distres seviyesiyle ile ilişkili olduğundan, D Tipi kişilik vitiligo hastalarında düşük yaşam kalitesi ile ilişkili olabilir. Her ne kadar AA veya vitiligo hastalarında D Tipi kişiliğinde yüksek oranlar bulsak da, hasta popülasyonlarında D Tipi kişiliğinin prevalansı sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı farklılık göstermemiştir.
Background and Design: Vitiligo and alopecia areata (AA) can lead to stigma, shame, and embarrassment, and all of which can potentially result in social stress and poor quality of life (QoL). The incidence of Type D personality is higher in those with psychosomatic diseases. This study aimed to investigate the incidence of Type D personality in patients with vitiligo and AA in a Turkish population.
Materials and Methods: This study prospectively enrolled 39 patients with AA, 46 patients with vitiligo, and 46 healthy individuals as controls. All the patients and healthy volunteers completed the Hospital Anxiety and Depression scale (HAD), Type D Personality scale (DS-14), and Dermatology Life Quality index.
Results: There was no significant difference in the frequency of Type D personality among the three groups. The mean negative affectivity scores of the AA and vitiligo groups were significantly higher than those of the healthy controls (p=0.001). The mean HAD-A scores of the AA and vitiligo groups were significantly higher than those of the healthy controls (p=0.002).
Conclusion: Our results revealed a relationship between the DS-14 total score and QoL in patients with vitiligo, with a higher total score associated with poor QoL. On the other hand, we did not detect this relationship in patients with AA. Type D personality is associated with elevated levels of psychological distress; thus, it may be related to poor QoL in vitiligo patients. Although we found high rates of Type D personality in patients with AA or vitiligo, there was no significant difference in the prevalence of Type D personality in the patient populations compared with that in the healthy control group.

CASE REPORT
8.Diffuse large B-cell lymphoma that develops after adalimumab using adalimumab in a patient with psoriasis
Esra Yıldırım Bay, Elif Moustafa, İlteris Oğuz Topal, Özben Yalçın, Naciye Demirel
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.34356  Pages 92 - 95
Psoriazis toplumun %2 ile %3’ünde görülen, yaşam kalitesinde ciddi bozulmalara yol açan poligenik, sistemik enflamatuvar bir hastalıktır. Hastalığın patofizyolojisinin aydınlatılması ile ilgili çalışmalar sonucunda, sitokin hedefli tedaviler geliştirilmiş, özellikle tümör nekroz faktör-alfayı (TNF-α) hedef alan tedavilerin kullanımı yaygınlaşmıştır. TNF-α’nın sadece enflamasyonda değil, aynı zamanda önemli fizyolojik yolaklarda rol oynaması güvenlik endişelerini artırmıştır. Literatürde anti-TNF-α ajanların kullanımına bağlı enfeksiyonlar, kardiyak yetmezlikte artış, nörolojik hastalıklar ve malignitelerin gelişebileceği bildirilmiştir. Bu olgu sunumunda 59 yaşında erkek hastaya eritrodermik psoriazis nedeniyle biyolojik ajan olarak adalimumab başlanmıştır. Biyolojik ajan tedavisine başlandıktan 24 ay sonra hastanın her iki inguinal ve aksiller bölgesinde deri altında sert nodüller meydana gelmiştir. Yapılan histopatolojik tetkikler ve laboratuvar incelemeleri neticesinde hastaya diffüz büyük B-hücreli lenfoma tanısı konulmuştur. Bu olgu sunumu ile anti-TNF-α ajan kullanımına bağlı gelişebilecek malignitelerin neler olabileceği, olası patofizyolojik mekanizmaları güncel literatür bilgileri eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır.
Psoriasis is a polygenic, systemic inflammatory disease seen in 2% to 3% of the population and leads to a serious deterioration in the quality of life. As a result, studies on the pathophysiology of this disease have led to the development of cytokine-targeted therapies, especially the widespread use of treatments targeting tumor necrosis factor-alpha (TNF-α). The role of TNF-α in inflammation and important physiological pathways has increased safety concerns. In the literature, it has been reported that infections, cardiac failure, neurological diseases, and malignancies may develop related to the use of anti-TNF-α agents. In this case report, a 59-year-old male patient was started on adalimumab as a biological agent for erythrodermic psoriasis. Twenty-four months after starting biological agent therapy, hard nodules occurred under his skin in both the inguinal and axillary regions. The patient was diagnosed with diffuse large B-cell lymphoma based on his histopathological and laboratory examinations. This case report aims to discuss the specific malignancies that may develop from anti-TNF-α agents and the potential pathophysiological mechanisms suggested in the current literature.

9.Merkel cell carcinoma arising from postoperative scar: An unusual presentation
Mualla Polat, Tekden Karapınar, Hesna Müzeyyen Astarcı, Bengü Tuman, Metin Görgü
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.82160  Pages 96 - 98
Merkel hücreli karsinom (MHK) agresif ve nadir görülen bir primer kutanöz nöroendokrin kanserdir. Kesin patogenez bilinmemektedir. İmmünosüpresyon, ultraviyole radyasyon, Merkel hücreli polyomavirüs ve arsenik maruziyeti risk faktörleridir. Biz bu olgu sunumunda skar dokusu üzerinde gelişen nadir MHK olgusunu sunuyoruz.
Merkel cell carcinoma (MCC) is an aggressive and uncommon primary cutaneous neuroendocrine cancer. With unknown pathogenesis, immunosuppression, ultraviolet radiation, Merkel cell polyomavirus, and arsenic exposure are the risk factors. Reported here is a rare case of MCC developing on a scar tissue.

TIPS FOR INTERVENTIONAL DERMATOLOGY
10.Two hearts beat as one: An easy method to design a hard flap
Leyla Huseynova, Gonca Elçin
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2020.34979  Pages 99 - 101
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale