Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 45 (1)
Volume: 45  Issue: 1 - 2011
Hide Abstracts | << Back
EDITORIAL
1.Why in Autumn!
Ertuğrul H. Aydemir
doi: 10.4274/turkderm.45.01  Page 1
Abstract | Full Text PDF

REVIEW ARTICLE
2.Hyperhidrosis
Meltem Önder, Gülhan Aksoy
doi: 10.4274/turkderm.45.02  Pages 2 - 9
Hiperhidroz, ekrin ter bezlerinin hiperaktivitesine bağlı olarak deri yüzeyine salınan ter miktarının artmasıdır. İnsidansı tam olarak bilinmemekle birlikte yaklaşık %3’tür. Etkilenen kişileri sosyal açıdan oldukça rahatsız eden bir durumdur, yaşam kalitesini
etkilemekte ve sosyal anksiyete bozukluklarına yol açmaktadır. Burada hiperhidroz nedenleri, hiperhidrozlu hastalara klinik yaklaşım ve tedavi seçenekleri derlenmiştir.
Hyperhidrosis, which affects nearly 3% of the population, is characterized by excessive sweating due to eccrine sweat gland hyperactivity. It has negative impact on quality of life, and social relations and also may lead to social anxiety disorders. Here, we review the causes of hyperhidrosis, clinical evaluation of patients and treatment options.

ORIGINAL INVESTIGATION
3.Prevalence of Skin Conditions Among Pediatric Patients in the Region of Istanbul
Burçe Can, Mukaddes Kavala, Zafer Türkoğlu, İlkin Zindancı, Sibel Südoğan, Filiz Topaloğlu
doi: 10.4274/turkderm.45.03  Pages 10 - 13
Amaç: Pediatrik dermatoloji ülkemizde yeni tanımlanan bir konudur ve bu alanda yapılan epidemiyolojik çalışmalar sınırlıdır. Biz de bu çalışmada retrospektif analiz ile çocuklardaki deri hastalıklarının prevalansını araştırmayı planladık.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2007 ile Ocak 2009 tarihleri arasında Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pediatrik Dermatoloji polikliniğine başvuran 0 ile 17 yaş arasındaki 850 çocuk, otomasyon dosya sisteminden retrospektif olarak analiz edildi.
Bulgular: Çalışmaya katılan hastalardan 439’u kız (%51,6), 411’i erkekti (%48,4), hastaların ortalama yaşı 6,83±4,69 yıldı. En sık görülen hastalık grupları ve prevalansları sırasıyla ekzema (%32,7), sınıflandırılamayan dermatozlar (%28,5), infeksiyöz hastalıklar (%13,4), eritematöz ve skuamöz hastalıklar(%5,5), nevüs ve hamartomlar (%5,4), saç hastalıkları (%3,8), akne (%3,5), ürtiker (%3,2), vitiligo (%2,2), tırnak hastalıkları (%1,6) idi.
Sonuç: Çalışmamızda ekzema en sık görülen hastalık grubu olarak saptandı. Çocuklarda deri hastalıklarının prevalansını düşürmek için pediatrik dermatoloji alanında daha fazla epidemiyolojik çalışmalar yapılmalı, eğitici programlar ve koruyucu önlemler planlanmalıdır.
Background and Design: Pediatric dermatology is a new topic in our country, and epidemiologic data is limited in this area. Therefore, we decided to perform a retrospective analysis to investigate the prevalence of skin diseases among children
living in the Istanbul region.
Material and Method: 850 children-439 girls (51.6%) and 411 boys (48.4% -aged 0-17 (mean: 6.83±4.69) years, who had been referred to the pediatric dermatology outpatient clinic, Goztepe Training and Research Hospital between January 2007 and January 2009 were retrospectively analyzed using the computer database.
Results: The most common skin disease groups and their prevalence were: eczema (32.7%), non-classifiable dermatoses (28.5%), infectious diseases (13.4%), erythematous and squamous disorders (5.5%), nevi/hamartomas (5.4%), hair disorders (3.8%), acne (3.5%), urticaria (3.2%), vitiligo (2.2%), nail disorders (1.6%).
Conclusion: We found that eczema was the most frequent skin disease group in our study. Further epidemiological studies on pediatric dermatology patients as well as educational programs and preventive measures are needed in order to decrease the prevalence of skin diseases among children.

4.Evaluation of the Diagnostic Compliance Between Dermatologist and Patients and Factors Affecting This Agreement
Yeşim Doğan, Tuğba Rezan Ekmekçi, Zehra Aşiran Serdar
doi: 10.4274/turkderm.45.04  Pages 14 - 18
Amaç: ICD kodlama sistemine göre, deri ve derialtı dokusuna ait 862 adet hastalık bildirilmektedir. Bu hastalıkların içinde Türkçe karşılığı olan veya Türkçeleşmiş halleri ile kullanılan az sayıda hastalık vardır. Amacımız, dermatolog ve hastalar arasındaki tanı
uyumu ve bu uyumu etkileyen faktörleri araştırmaktı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Eylül 2009-Nisan 2010 tarihleri arasında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Deri ve Zührevi Hastalıklar polikliniğine başvuran; yaşı 18 ve üzeri, kooperasyon kurulabilen, Türkçe’de karşılığı olan veya orijinal ismi ile kullanılan bir hastalığa sahip 1479 hasta alındı. Hastanın tanısı ile dermatologun tanısı arasındaki ilişki uyumlu, uyumsuz ve bilmeyen olmak üzere üçe ayrıldı. Üç grupta yaş, cinsiyet, eğitim seviyesi, hastalık süresi ve şiddetinin etkisi istatistiksel olarak karşılaştırılırken; uyumlu ve uyumsuz grupta ayrıca, tanının kimin tarafından konduğu (kendisi, doktor), kendisi koydu ise bilgi kaynağı (arkadaş, aile büyükleri, medya, kendi fikri), doktor koydu ise doktorun uzmanlık alanı (dermatolog ve diğer doktorlar), daha önce tedavi görmesi ve tanıdığı bir kişide bu hastalıktan olmasının etkisi araştırıldı.
Bulgular: Hastaların 829’unun (%56,1) uyumlu, 278‘inin (%18,8) uyumsuz tanı koyduğu, 372’sinin (%25,5) bilmediği saptandı. Gençlerde, kadınlarda, eğitim seviyesi yüksek olanlarda, hastalık süresi uzun ve şiddeti fazla olanlarda, tanısı daha önceden
dermatolog tarafından konulanlar ile, bilgi kaynağı arkadaş çevresi olanlarda, ve tanıdığı bir kişide benzer hastalıktan olması durumunda tanı uyumu artmaktaydı. Tanı uyumu en fazla olan hastalıklar, akne vulgaris (%95,6), tinea unguium (%82,3) ve tinea pedis (%78,9) iken, en düşük olan hastalıklar numuler dermatit (%10,2), ürtiker (%11,9) ve liken planus (%25,9) idi.
Sonuç: Çalışmamızda sonuç olarak Türkçe’de karşılığı olan veya orijinal ismi ile kullanılan bir hastalığa sahip hastalarda dermatolog-hasta tanı uyumu yüksek olarak saptanmıştır.
Background and Design: According to the ICD-coding system, 862 diseases of the cutaneous and subcutaneous tissues. Only few diseases have a Turkish equivalent or a corresponding term in Turkish language. Our aim was to investigate the diagnostic
agreement between dermatologist and patients and the factors affecting this agreement.
Material and Method: The study involved 1479 cooperating patients aged 18 years or above who had applied to Dermatology Outpatient Clinic of Haydarpaşa Numune Training and Research Hospital between September 2009 and April 2010 and had a
disease with a Turkish name or original term. The patients were divided into three groups as their diagnoses were compatible or incompatible to the dermatologist’s diagnosis or were unfamiliar. The groups were compared statistically for age, gender, education level, effects of disease duration and severity. The groups showing agreement and disagreement were additionally explored for: diagnosing person (patient or physician); when diagnosed by the patient, the information source (friends, parents, media, patient’s own idea); when diagnosed by a physician, the specialization field (dermatology or other specialties); previous treatment and effect of disease presence in individuals in the patient's environment.
Results: It was found that 829 (56.1%) patients’ diagnoses were compatible, while 278 (18.8%) were incompatible to the dermatologist’s diagnosis and 372 (25.5%) were unfamiliar. The agreement between diagnoses was higher in females, youngsters, and in patients with higher education levels, longer disease duration and higher disease severity, presence of friends as information source or a similar disease. The diseases with highest diagnostic agreement were acne vulgaris (95.6%), tinea unguium (82.3%), and tinea pedis (78.9%), whereas the diseases with lowest agreement were nummular dermatitis (10.2%), urticaria (11.9%) and lichen planus (25.9%).
Conclusion: The diagnostic compliance was high between dermatologist and patient in diseases with a Turkish name or original term.

5.The Results of Patch Testing in Patients with Contact Dermatitis in Eastern Turkey
Ömer Çalka, Ayşe Serap Karadağ, Necmettin Akdeniz, Serap Güneş Bilgili
doi: 10.4274/turkderm.45.05  Pages 19 - 23
Amaç: Allerjik kontakt dermatit (AKD), alerjen madde ile daha önceden duyarlanmış kişinin aynı madde ile sonraki temaslarında meydana gelen, Tip IV (gecikmiş tip) reaksiyondur. Deri yama testi AKD’li hastalarda tanıyı doğrulamakta kullanılan en önemli araçtır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya polikliniğimizde AKD tanısı konarak Avrupa standart yama testi serisi (ASYT) ile deri yama testi yapılan 115 hasta dahil edildi. Hastaların verileri retrospektif olarak incelenerek yaş, cinsiyet, lokalizasyon, ekzema tipi, meslek, atopi öyküsü, ailede atopi öyküsü, gıda alerjisi, ilaç alerjisi, yaşanılan yer (şehir veya köy) ve deri yama testinde gözlenen reaksiyon bilgileri kaydedildi.
Bulgular: Yüz on beş hastadan 54’ü (%47) kadın, 61’i (%53) erkek idi. Hastaların yaş ortalaması 33,42 yıldı (7-69 yıl). Hastaların meslek grupları incelendiğinde en büyük grubu ev hanımları (% 44,7) ve 2. olarak inşaat işçileri (%17,6) oluşturmaktaydı. Hastaların 65’inde (%56,5) 1 veya daha fazla maddeye karşı pozitif reaksiyon saptanırken, 50 hastada (%43,5) herhangi bir maddeye karşı reaksiyon saptanmadı. Hastaların lezyonları en sık ellerde görülmekteydi (%67,1). Hastaların deri yama test sonuçları şu şekildeydi: Nikel sülfat %24,3, potasyum dikromat 16,5, thiuram karışımı %13, kobalt klorid %12,3, paraben karışımı %6,1, kolofoni %4,4, peru balzamı %4,4, parfüm karışımı %3,5, quaternium-15 %2,7, merkaptobenzothiazole %2,6, mercapto karışımı %2,6, formaldehit %1,8, paraphenylenediamin (PPD) %1,8, epoksi resin %0,9 ve klormetilizotiazolinon %0,9 pozitifliği saptandı. Hastalarımızın hiçbirinde neomisin sulfat, butilfenolformaldehit reçineleri, yün alkolü, N-izopropil-N-Fenil P-Fenilendiamin (IPPD) ve benzokaine karşı reaksiyon saptanmadı.
Sonuç: Bölgemizde daha önce benzer bir çalışma yapılmamış olması nedeni ile deri yama testi uygulanan hastalarda elde ettiğimiz bu sonuçların, bölgemizin alerjen özelliklerini ortaya çıkarması açısından yararlı olabileceğini düşünüyoruz.
Background and Design: Allergic contact dermatitis (ACD) is a type IV allergic reaction, which occurs after re-exposure to a previous allergen. The patch testing (PT) is useful to confirm the diagnosis of ACD.
Material and Method: The study included 115 patients diagnosed with ACD by using PT in our outpatient clinic. Medical records of the patients were retrospectively analyzed. The data including age, gender, place of residence, occupation, location and features of the skin lesions, history of food and drug allergy, family history of allergic skin reactions, personal history of allergic skin lesions, and the PT results were recorded.
Results: Of the 115 patients, 54 (47%) were females and 61 (53%) were males. The mean age of the patients was 33.42 (range: 7-69) years and the majority of them were housewives (44.7%) and navvies (17.6%). In 65 patients, at least one allergen was
identified. In 50 patients, no specific allergen was found. The most common location of skin lesions was on the hands. The positive findings of PT with certain substances were as follows: nickel sulphate-24.3%, potassium dichromate-16.5%, thiuram mix-13.0%, cobalt chloride -12.3%, paraben mix -6.1%, colophony-4.4%, peru balsam-4.4%, perfume mix-3.5%, quaternium-15 2.7%, mercaptobenzothiozole-2.6%, mercapto mix-2.6%, formaldehyde-1.8%, paraphenyl-endiamine-1.8%, epoxy resin-0.9%, and chloromethylisothiazolone - 0.9%. None of the patients showed any reaction to neomycin sulfate, butylphenol formaldehyde, wool alcohol, N-isopropyl-N-phenyl-p-phenylenediamine and benzocaine.
Conclusion: This is the first study on PT in patients with ACD in our region, Eastern Turkey; therefore, we think that our results may help clinicians to recognize and diagnose patients with allergic skin disorders.

6.The Turkish Version of the Psoriasis Disability Index: A Validation and Reliability Study
Neslihan Fişek, Gonca Gökdemir, Adem Köşlü, Günay Can
doi: 10.4274/turkderm.45.06  Pages 24 - 28
Psoriasis vulgaris, hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyen kronik bir hastalıktır. Hastalığa özgü geliştirilen ilk ölçek olan “Psoriasis İşlev Kaybı İndeksi” (PİKİ), pek çok dilde geçerlilik ve güvenilirliğini kanıtlamış ve klinik çalışmalarda kullanılmıştır. Bu çalışmada amacımız, PİKİ’ni Türkçeye çevirerek, dilimizde geçerliliğini ve güvenilirliğini araştırmaktı.
Gereç ve Yöntem: Ölçek, uluslararası çeviri basamakları izlenerek Türkçeye çevrildi. Hastaların Psoriasis alan şiddet indeksi (PAŞİ) skorları, demografik ve klinik bulguları kaydedildi. Güvenilirlik analizi için “iç yapı tutarlılığı” ve “test-tekrar test” metotları
kullanıldı. Ölçekteki her bir soru ve alt gruplar için Cronbach alfa katsayısı ve madde-toplam puan korelasyonları hesaplandı. Geçerlilik analizi için, “Dermatoloji Yaşam Kalite ölçeği”(DYKÖ) ile karşılaştırma yöntemi kullanıldı. Elde edilen PİKİ skorları,
hastaların demografik bulguları ve klinik özellikleri ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya 161 psoriasis hastası alındı. İçyapı tutarlılık ölçümünde tüm alt ölçeklerin Cronbach alfa katsayısı 0,61-0,79 arasında değişmekte olup, tüm anket için 0,88 olarak hesaplandı. Test- tekrar test güvenilirliğinde, her bir soru için korelasyon
katsayısı 0,366-0,775 arasında değişmekte olup, toplam PİKİ skoru için korelasyon katsayısı r=0,854 olarak hesaplandı (p<0,001). Geçerlilik analizleri için, ortalama PİKİ ve DYKÖ skorları arasındaki ilişki araştırıldı ve her iki ölçek arasında korelasyon katsayısır= 0,674 bulundu (p<0,05).
Sonuç: Çalışmamız, yapılan güvenilirlik ve geçerlilik ölçümleri sonucunda PİKİ’nin Türk psoriasis hastaları için uygun bir ölçek olduğunu göstermektedir.
Background and Design: Several instruments are available for assessing impairment and disability associated with psoriasis. The first psoriasis-specific quality of life questionnaire, Psoriasis Disability Index (PDI), has been translated to many different languages and used in studies all around the world. The aim of this study was to translate the PDI into Turkish and to validate the Turkish version of the PDI and its use for Turkish psoriasis patients, as well as to examine the specific contribution of demographic and clinical features to the PDI.
Material and Method: The questionnaire was translated into Turkish by using appropriate translation steps. The socio-demographic data and the Psoriasis Area and Severity Index (PASI) scores of the patients were recorded. For reliability analysis, internal consistency and test-retest method were used. The Cronbach’s alpha coefficient and item-total statistics were calculated for each question and subscales. For validation, the questionnaire was compared with the Dermatology Life Quality Index (DLQI).
Results: A total of 161 psoriasis patients were included in the study. For internal consistency, Cronbach’s alpha coefficients of all subscales ranged between 0.61 and 0.79 and were calculated as 0.88 for the overall index. In test-retest reliability, the correlation coefficient ranged between 0.366 and 0.775 for each question and were calculated as r=0.854 for the total PDI score (p<0.001). For validity analysis, the relationship between the mean PDI and DLQI scores was researched and a strong statistical correlation between the coefficients was established (r=0.674, p<0.05).
Conclusion: Our study indicates that the Turkish version of the PDI has an acceptable reliability and validity for use in Turkish
psoriasis patients.

7.Elastic Fibers in the Lesion Contents of Malassezia Folliculitis
Fatih Göktay, İkbal Esen Aydıngöz, Ayşe Tülin Mansur, Rıza Adaleti, Pembegül Güneş
doi: 10.4274/turkderm.45.07  Pages 29 - 32
Amaç: Malassezia foliküliti (MF) tanısı başlıca klinik şüphe, direk mikroskopi, histopatoloji ve antimikotik tedavinin etkili olması ile konulur. Poliklinik pratiğimizde MF’nden şüphelendiğimiz lezyonların içeriklerinin potasyum hidroksit (KOH) ile direkt mikroskopik incelemeleri esnasında iplik benzeri yapıların (İBY) görülmesi dikkatimizi çekti. Bu çalışmada iplik benzeri bu yapıların ne olabileceği sorusuna cevap bulmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Klinik olarak MF ile uyumlu papülopüstüler lezyonlara sahip 7 hasta çalışmaya dahil edildi. Papülopüstüler lezyonların içerikleri KOH-kalkoflor beyazı (KFB) karışımı ile ışık mikroskobunda ve floresan mikroskopta incelendi. Olgulardan
alınan biyopsi örnekleri PAS ile boyandı. Olgulardan birinin foliküler içeriği ve aynı olgunun 3 lezyonundan alınan biyopsi örnekleri Verhoeff van Gieson (VVG) ile boyandı. Tüm hastalar topikal ve/veya sistemik antifungal ajanlarla 1 ay süresince tedavi edildi.
Bulgular: Tüm olguların direkt mikroskopik incelemesinde İBY’lar saptandı. Ancak bu İBY 7 olgunun 5’inde KFB ile floresan boyanma gösterdi. Olguların 7’sininde lezyon içeriklerinin KFB ile incelemesinde maya hücreleri görüldü. Histopatolojik preparatların PAS boyamasında 4 olguda maya hücreleri 1 olguda ise hem maya hücreleri hem de hifa yapıları saptandı. Hem foliküler içeriklerde hem de histopatolojik kesitlerde İBY’da VVG ile boyanma saptandı. Antifungal tedaviyle tüm olguların kliniğinde
gerileme görüldü.
Sonuç: Potasyum hidroksite dirençli İBY’da septa olmaması, çatallı sonlanmaların görülmesi, VVG ve KFB ile pozitif boyanma görülmesi bu yapıların elastik lif olduğunu göstermiştir.
Background and Design: The diagnosis of Malassezia folliculitis (MF) is mainly based on clinical suspicion, direct microscopy, histopathology, and efficacy of antimycotic treatment. We noticed thread-like structures (TS) during potassium hydroxide (KOH) examination of pustule contents. In this study, we aimed to answer the following question: “What could these TS be?”
Material and Method: Seven patients having papulopustular lesions clinically consistent with MF were included in the study. The extracts of the papulopustular lesions were analyzed with KOH-calcofluor white (CFW) mixture by light and fluorescence
microscopy. Periodic acid-Schiff (PAS) staining was also performed. The follicular contents and three biopsy specimens taken from one and the same patient were stained with Verhoeff van Gieson (VVG) method. All patients were treated with topical and/or systemic antifungal agents for one month.
Results: TS were detected by direct microscopy in all cases, but were stained with CFW in 5 out of 7 patients. In all of patients, yeast cells were detected with CFW. PAS staining showed solely yeast cells in 2 out of 7 cases, while yeast cells and hyphae
were found only in one. VVG stained TS both in the follicular contents and in histopathologic sections. Clinical improvement with antifungal therapy was observed in all cases.
Conclusion: The absence of septae within these KOH-resistant filamentous structures, the presence of split endings and the positive staining with VVG and CFW strongly suggested that these structures should be elastic fibers.

8.Effects of Different Emollients on Minimal Erythema Dose and Minimal Phototoxic Dose
Evren Odyakmaz Demirsoy, Dilek Bayramgürler, Aysun Şikar Aktürk, Rebiay Kıran, Nilgün Bilen
doi: 10.4274/turkderm.45.08  Pages 33 - 36
Amaç: Nemlendiriciler fototerapi ve fotokemoterapi sırasında adjuvan tedavi olarak sık kullanılan ajanlardır. Bu nedenle kullanılan nemlendiricinin ultraviyole (UV) ışığıyla ilişkisinin ne yönde olacağının bilinmesi önemlidir. Bu deneysel çalışmada sıvı / katı vazelin karışımı, Nutraplus® losyon, Basiscreme®’in minimal eritem dozu (MED) ve minimal fototoksik doz (MFD) üzerine etkilerinin
incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Kırk sağlıklı gönüllünün ön kol iç yüzleri 4 deney sahasına ayrıldı. Oluşturulan 4 deney sahasından 3’üne
yukarıda adı geçen nemlendiriciler uygulanıp, bir deney sahası kontrol grubu olarak boş bırakıldı. Gönüllülerin 20’sine dar bant UVB uygulanarak MED, 20’sine PUVA uygulanarak MFD değerleri hesaplandı.
Bulgular: Çalışmamızda sıvı/ katı vazelin karışımı ile elde edilen MED değerleri ortalaması kontrol grubu MED değerleri ortalamasına göre anlamlı derecede yüksek bulundu. Nutraplus® losyon ve Basiscreme® ortalama MED değerlerini değiştirmedi. Fotokemoterapi uygulanan gönüllülerde, deri tipi üç olanlarda Basiscreme® ile elde edilen ortalama MFD değeri, kontrol grubuna göre daha düşük bulundu. Sıvı/ katı vazelin ve Nutraplus® losyon uygulamasının ardından elde edilen ortalama MFD değerlerinde, kontrol grubuyla karşılaştırıldığında anlamlı bir değişiklik olmadığı görüldü.
Sonuç: Fototerapi ve fotokemoterapi öncesinde kullanılan nemlendiriciler UV ışınlarının iletimini değiştirebilmektedir. Bu değişim, tedavinin sonucu ve uzun dönemdeki yan etkileri üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. Çalışmamızın sonuçlarına göre,
fototerapi öncesi sıvı / katı vazelin karışımı kullanılmasının tedaviyi olumsuz etkileyebileceğini düşünüyoruz.
Background and Design: Emollients are commonly used agents as adjunctive therapy during phototherapy and photochemotherapy. It is therefore, important to know if the emollients used interact in any way with ultraviolet (UV) light. In this experimental study, we aimed to investigate the possible effects of liquid/pure vaseline mixture, Nutraplus® lotion and Basiscreme® on minimal erythema dose (MED) and minimal phototoxic dose (MPD).
Material and Method: The inner parts of the forearm of 40 healthy volunteers were divided into 4 experimental test fields. The above emollients were applied to the 3 experimental test fields and no emollient was applied to one field, which was used as
control group. MED was determined in 20 of the volunteers receiving narrow band UVB, MPD was determined in 20 of the volunteers receiving PUVA.
Results: According to our study results, the mean MED score obtained after application of liquid/pure vaseline mixture was significantly higher than that in the control group. Nutraplus® lotion and Basiscreme® did not change the mean MED scores. In volunteers receiving photochemotherapy, the mean MPD score obtained after Basiscreme® application was significantly lower in those having skin phototype III when compared to the control group. No significant change was observed in the mean MPD scores after the application of liquid/pure vaseline mixture and Nutraplus® lotion when compared with control groups.
Conclusion: Emollients used before phototherapy and photochemotherapy can alter the UV transmission of skin. These changes can have a significant negative impact on the results and may contribute to long-term side effects of the treatment. According to our study results, we assume that liquid/pure vaseline mixture use before phototherapy may have negative effects on the treatment.

9.Evaluation of Side Effects of Isotretinoin in 150 Patients with Acne Vulgaris
Ayşe Serap Karadağ, Ömer Çalka, Necmettin Akdeniz
doi: 10.4274/turkderm.45.09  Pages 37 - 42
Amaç: İzotretinoin akne tedavisinde yaygın olarak kullanılan, çok etkili bir tedavidir. Pek çok sistemi etkileyen çeşitli yan etkileri bulunmaktadır. Günümüzde bu yan etkilerle ilgili sürekli yeni olgu bildirimleri yapılmakta ve uzun dönem sonuçlarına dair yeteri kadar çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada izotretinoine bağlı ortaya çıkan klinik ve laboratuvar yan etkiler ve tedavi sonuçları değerlendirilmektedir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Deri ve Zührevi Hastalıklar polikliniğine başvuran 150 orta ve şiddetli akne hastası alındı. Hastalar ve aile bireyleri ilaç ve muhtemel yan etkileri konusunda bilgilendirildi. Hastalara 0,5-0,75 mg/kg/gün izotretinoin tedavisi başlanıp, 120-150 mg/kg kümülatif doza ulaşıldı. Hastalar her ay kontrole çağırılarak klinik ve laboratuvar tetkikler ile değerlendirildi.
Bulgular: Hastalarımızın 97’si (%64,6) kadın, 53’ü (%35,4) erkekti. Hastaların yaşları 16-47 yaş arasındaydı. Hastalık süresi 1-20 yıl (ortalama 4,46 yıl) arasında değişmekte olup tedavi 3-9 ay arasında (ortalama 5,82 ay) uygulandı. İki hastada depresyon, bir hastada aşırı derecede miyalji, 2 hastada trigliserit yüksekliği, 3 hastada toksik hepatit gelişmesi nedeniyle tedavi sonlandırıldı. Hastaların 132’sinde (%88) tedavinin sonunda tama yakın düzelme gözlendi. En sık görülen mukokutanöz yan etkiler keilit (%100), kserozis (%56), burun kanaması (%34,8) ve dermatit (%31) iken sistemik olarak en sık miyalji (%45), halsizlik (%40), sinirlilik (%36), gözde kuruma (%28) görüldü. Hastalarda ortaya çıkan tüm yan etkilerin özellikle ilk aylarda ortaya çıktığı, zamanla azaldığı görüldü. Laboratuvar etkilerden en sık hipertrigliseridemi görüldü.
Sonuç: İzotretinoin tedavisi günümüzde kullanılan en etkili akne tedavisi olup pek çok hasta için kesin çözüm sağlamaktadır. Ancak birçok sistemi etkileyebilmesi nedeniyle dikkatle kullanılması gerekmektedir. Çok sayıda yan etkisi bulunmasına rağmen bunlar genellikle kontrol edilebilen, geri dönüşlü etkilerdir. Hastaların bu yan etkiler konusunda aydınlatılması daha dikkatli olmalarını sağlayacak ve toleranslarını arttıracaktır.
Background and Design: Isotretinoin is commonly used and effective treatment for acne. It has various side effects affecting lots of systems in the body. Nowadays, new cases are being reported regarding these side effects, and the number of studies related with long-term results is insufficient. In this study, the results and side effects of isotretinoin treatment were evaluated.
Material and Method: One hundred and fifty patients with the diagnosis of moderate to severe acne were included in the study. The patients and their relatives were informed about the possible side effects. Isotretinoin treatment at a dose of 0.5-0.75 mg/kg/day was initiated and the cumulative dose of 120-150 mg/kg was achieved. The patients were scheduled for monthly follow-up visits.
Results: Ninety-seven (64.6%) patients were women, 53 (35.4%) were men. All were aged between 16 and 47. The duration of disease varied from 1 to 20 years (mean: 4.46 years) and the treatment was applied for 3-9 months. The therapy was terminated due to depression (2 patients), extreme myalgia (1 patient), high level of triglycerides (2 patients), toxic hepatitis (3 patients). Recovery was achieved in 132 patients (88%) at the end of the treatment. The most commonly observed mucocutaneous side effects were cheilitis (100%), xerosis (56%), nose bleeding (34.8%), dermatitis (31%), and xerophthalmia (28%), beside the systemic side effects such as myalgia (45%), weakness (40%), and nervousness (36%). Side effects usually occurred within the early months and then diminished in course of time. The mostly seen laboratory abnormality was hypertrigliceridemia.
Conclusion: Isotretinoin is the most commonly used treatment modality, which provides definitive benefits in many patients with acne. However, it should be used carefully, because it affects various systems. Although the drug has plenty of side effects, they are reversible and can be controlled. To raise awareness of the patients of these side effects will help to increase their tolerance.

TURKDERM-9860
10.Kaposi's Varicelliform Eruption in a Patient with Atopic Dermatitis
Yonca Tanrıöver, Ayşe Öner, Cem Mansuroğlu
doi: 10.4274/turkderm.45.10  Pages 43 - 45
Kaposi'nin Variselliform Erupsiyonu (KVE) önceden var olan bir dermatoz üzerinde gelişen lokalize veya generalize olabilen viral enfeksiyondur. En sık neden Herpes simplex virustür. Darier hastalığı, psorasis, tinea kruris, allerjik kontakt dermatit,
pemfigus vulgaris, lazer uygulaması sonrası, topikal takrolimus ve pimekrolimus kullanımı sonrası görülmekle birlikte en sık atopik dermatitli hastalarda izlenir. Tedaviye erken başlanması ve sistemik antiviral kullanılması hastalığın ilerlemesini engellemede önemlidir. Burada 4 yaşındaki erkek hastada atopik dermatit lezyonları üzerinde gelişen Kaposi’nin variselliform erüpsiyonuna ait tipik klinik bulgular ve uyguladığımız tedavi sunularak konuya dikkat çekilmektedir.
Kaposi's varicelliform eruption (KVE) is a localized or generalized viral infection, which occurs on a primary dermatosis. Herpes virus is the most common causative agent. KVE may occur in patients with Darier’s disease, tinea cruris, allergic eczematous contact dermatitis, pemphigus vulgaris, laser application, use of topical pimecrolimus or tacrolimus, and mostly atopic dermatitis. The cornerstone of therapy is starting systemic antiviral medications immediately. In order to take the attention to the matter and discuss the therapy, we report a 4-year-old male patient with typical clinical features of Kaposi's varicelliform eruption that appeared on atopic dermatitis lesions.

11.Henoch-Schönlein Purpura After H1N1 Vaccination
Deniz Aksu Arıca, Serdar Özkasap, İbrahim Etem Arıca, Savaş Yaylı, Şafak Ersöz, Selim Dereci, Yunus Saral
doi: 10.4274/turkderm.45.11  Pages 46 - 48
İnfluenza aşılaması, özellikle pandemiler sırasında, giderek daha sık yapılan bir uygulama haline gelmektedir. Bu aşılara ait yan etkiler genellikle hafif şiddette olup, lokal reaksiyonlar ve konstitüsyonel semptomlar şeklindedir. Nadiren ciddi yan etkiler de görülebilmektedir. Bu yayında İnfluenza A (H1N1) aşılaması sonrası Henoch-Schönlein purpurası gelişen bir olgu sunulmuştur. İnfluenza aşılarının giderek artan kullanımıyla, Henoch-Schönlein purpurası gibi ciddi yan etkilerin görülebileceği hatırda
tutulmalıdır.
Influenza vaccination is a widely accepted practice, particularly during pandemics. The side effects of influenza vaccine are usually mild and consist of local reactions and constitutional symptoms. Rarely, serious adverse effects may be encountered. Herein, we describe a patient who presented with Henoch-Schönlein purpura following Influenza A (H1N1) vaccination. With the increasing use of Influenza vaccination, attention should be drawn to the potential serious side effects as Henoch-Schönlein purpura.

12.Generalized Bullous Fixed Drug Eruption Associated with Cetirizine and Hydroxyzine Demonstrated by Patch Test
Şafak Arslan, Levent Taşlı, Nida Kaçar, Şeniz Ergin
doi: 10.4274/turkderm.45.12  Pages 49 - 52
Fiks ilaç erüpsiyonu, neden olan ilaçların tekrar eden alımları sonucunda aynı bölgelerde, genellikle soliter eritematöz parlak ya da koyu kırmızı makül, ödematöz plak ya da büllöz lezyonlar ile karakterizedir. Yüzden fazla ilaç suçlanmakla birlikte özellikle tetrasiklinler, sülfonamidler, sulfonlar, penisilinler, barbütiratlar, fenolfitolein, pirazolonlar, aspirin, oral kontraseptifler ve nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar sorumlu tutulmaktadır. Alerjik rinit, ekzema, astım, ürtiker gibi pek çok hastalığın tedavisinde yaygın şekilde kullanılan setirizin, hidroksizin, loratadin, levosetrizin gibi antihistaminiklere karşı da fiks ilaç erüpsiyon gelişimi bildirilmiştir. Sorumlu ajanın ortaya çıkarılmasında deri yama testi, intradermal testler, deri prick testi ya da oral uyarı testleri kullanılabilmektedir. Kırk üç yaşında erkek hasta alerjik rinit nedeniyle setirizin alımından yarım saat sonrasında ayak sırtlarından başlayarak tüm vücuda dağılan kaşıntılı yer yer su kabarcıkları içeren kızarıklıklar ile başvurdu. Döküntüleri başladıktan sonra hidroksizin kullanımıyla lezyonlarında artış olduğunu belirten hastanın öyküsünde 1 yıl önce de setirizin alımından sonra benzer yakınmalarının daha hafif bir şekilde olduğu öğrenildi. Deri bakısında vücutta yaygın eritemli, keskin sınırlı, yer yer büllöz makül ve plaklar gözlendi. Lezyonların gerilemesinden dört ay sonra sekiz farklı antihistaminikle yapılan deri yama testinde setirizin, levosetirizin ve hidroksizine karşı pozitiflik saptandı.
Fixed drug eruption (FDE) is characterized by solitary erythematous macules, edematous plaques and bullous lesions that occur at the same place with recurrent exposure to a drug. Though more than 100 drugs have been implicated in leading to FDE, this side effect is more commonly caused by tetracyclines, sulfonamides, sulfone, penicillins, pyrazolones, barbiturates, phenolphthalein, pirazones, aspirin, oral contraceptives and nonsteroidal anti-inflammatory drugs. FDE occurrence has been reported in association with cetrizine, hydroxyzine, loratadine and levocetirizine, which are widely used in the treatment of allergic diseases, such as allergic rhinitis, eczema, asthma, urticaria. Patch, intradermal skin, prick tests or oral challenge test can be performed to identify the agent responsible for FDE. A 43-year-old male patient attended our outpatient clinic with itchy and erythematous rashes with sporadic blisters, starting from dorsum of his feet and spreading to other parts of his body, following oral intake of cetirizine for allergic rhinitis. He described that his eruptions exacerbated with hydoxyzin. Patient’s history revealed that he had slightly suffered from the same cutaneous reactions one year ago, after oral administration of cetirizine. On physical examination, multiple, round, erythematoviolaceous, well-defined macules and plaques, with central blisters localized on the trunk, arms and legs were observed. Four months after the lesions regressed, patch test was performed to eight different antihistamines. The test was positive for cetirizine, levocetirizine and hydroxyzine.

13.A Case of Localized Acne Following Megavoltage Radiotherapy
Ali Murat Ceyhan, Didem Mullaaziz, Mehmet Yıldırım, Ali Ayata
doi: 10.4274/turkderm.45.13  Pages 53 - 55
Akut ve kronik radyodermatit, radyoterapinin oldukça sık görülen ve iyi bilinen komplikasyonlarıdır. Ancak irradyasyon bölgesine sınırlı akneiform lezyonlar, radyoterapinin oldukça nadir görülen geç komplikasyonudur. İrradyasyon sonrasında oluşan aknenin etyopatogenezi henüz tam olarak bilinmemektedir. Lezyonlar, radyoterapi tamamlandıktan 2 hafta ile 6 ay arasında değişen latent periyot sonrasında oluşmaktadır ve sıklıkla baş boyun bölgesinde yerleşim göstermektedir. Radyasyonun neden olduğu akneiform lezyonlar, yüzeyel X ışını tedavisi, derin kobalt tedavisi ve megavolaj tedavi gibi çok çeşitli radyoterapi tipleri ile oluşabilmektedir. Fakat literatürde tanımlanan olguların çoğunda, erupsiyonların derin kobalt radyoterapi sonrasında ortaya çıktığı rapor edilmiştir. Megavoltaj radyoterapinin neden olduğu akneiform lezyonlar ile ilgili oldukça az sayıda rapor mevcuttur ve bilgilerimize göre, şimdiye kadar sadece 6 hasta tanımlanmıştır. Bu makalede, evre III T hücreli lenfoblastik lenfoma nedeni ile profilaktik kranial megavoltaj radyoterapi uygulanan ve sonrasında frontopariyetal bölgeye lokalize akne gelişen bir olgu sunulmuştur.
Acute and chronic radiodermatitis are well-recognized and relatively common complications of radiotherapy. However, acneiform lesions limited to the irradiation field are extremely rare and are late complication of radiation therapy. The etiopathogenesis of post-irradiation acne is not yet fully known. The lesions occur mainly in the head and neck region with a latent period of between 2 weeks and 6 months from the completion of therapy. Radiation-induced acneiform lesions can result from several types of radiotherapy, including superficial X-ray therapy, deep cobalt therapy and megavoltage therapy. However, in the majority of cases described in the literature, the eruptions have been reported to occur after deep cobalt radiotherapy. There are only a few reports concerning limited acneiform lesions caused by megavoltage therapy and to our knowledge, only six cases have been described to date. In this article, a case of localized acne on the frontoparietal area following prophylactic cranial megavoltage radiotherapy for stage III T-cell lymphoblastic lymphoma was reported.

WHAT IS YOUR DIAGNOSIS?
14.What is Your Diagnosis?
Mustafa Özdemir, Ali Balevi
Pages 56 - 57
Abstract | Full Text PDF

TURKDERM-6637
15.Society News

Page 58
Abstract | Full Text PDF

NEW PUBLICATIONS
16.New Publications: Cicatricial Alopecia

Page 59
Abstract | Full Text PDF