E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
Sayı : 56 Ek : 1 Yıl : 2025












































Dergimiz 2012 aralık sayısıyla karekod sistemi uygulamasına başlamıştır.

Makalelerin üzerinde bulunan Karekodu dilediğiniz akıllı cihazınız ile okutarak makaleyi indirebilir veya meslektaşlarınızlada paylaşa bilirsiniz.

Cihazınıza QR codeReader app indirerek uygulamayı kullanmaya başlayabilirsiniz.

Apple app için tıklayınız
Android app için tıklayınız

TÜRKDERM - Deri Hastalıkları ve Frengi Arşivi - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 56 (1)
Cilt: 56  Sayı: 1 - 2022
1. 
Kapak
Cover

Sayfalar I - VI

DERLEME
2. 
Primer kutanöz lenfomalar ve Koronavirüs hastalığı-2019: Pandemide primer kutanöz lenfoma yönetiminin gözden geçirilmesi
Primary cutaneous lymphomas and Coronavirus disease-2019: A critical overview of primary cutaneous lymphoma management in pandemic
Sinem Örnek, Aslı Bilgiç, Serkan Yazici, Dilek Bayramgürler, Hatice Şanlı, Nahide Onsun
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.47817  Sayfalar 1 - 6
Koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19), solunum yolu enfeksiyonunun ciddi bir nedenidir ve şiddetli seyri, maligniteler ve immünosüpresif tedaviler gibi bazı risk faktörleriyle ilişkilendirilmiştir. Primer kutanöz lenfomalar (PKL), sağkalım oranlarına göre indolent ve agresif tipler olarak sınıflandırılan heterojen bir immün sistem neoplazmaları grubudur. PKL’lerin tedavisi, deriye yönelik tedavilerden sistemik tedavilere kadar uzanır ve bunların bazılarının immünosüpresif etkileri vardır. COVID-19 salgını sırasında, PKL’li hastalar olası COVID-19 komplikasyonlarından korunmalı, tedaviye bağlı riskler de dikkate alınarak hastalığı kontrol altına almak için optimal tedavi sağlanmalıdır. Bu bağlamda, COVID-19 pandemisi sırasında PKL yönetimi ile ilgili önerileri literatür ışığında gözden geçirdik. Topikal tedaviler genellikle düşük riskli tedaviler olarak düşünülebilir ve kesintisiz olarak devam ettirilebilir. Fototerapi, deri radyoterapisi ve total deri elektron ışınlaması tedavileri, hastane ziyareti gerektirdiği için COVID-19’a maruz kalma riskini artırır. İnterferonlar, sistemik retinoidler, metotreksat ve sistemik kortikosteroidler gibi orta riskli tedaviler dikkatle kullanılabilir. COVID-19 ile ilişkili komorbiditeye sahip ileri evre hastalar ve daha önce immünosüpresif tedavi almış hastalar dikkatlice değerlendirilmelidir. Yüksek riskli olduğu düşünülen biyolojik ajanlar ve sistemik kemoterapötikler gerektiğinde geciktirilmemelidir. Bununla birlikte, hastalık stabil ise, tedaviler arasındaki aralıkların uzatılması veya alternatif tedavilere geçiş tercih edilebilir. En önemlisi, PKL’li tüm hastaların pandemi devam ettiği sürece genel koruma önlemlerine uyması sağlanmalıdır

ARAŞTIRMALAR
3. 
İzotretinoin tedavisi sonrası yüzde hipertrikoz: Yan etki mi tesadüf mü?
Facial hypertrichosis after isotretinoin therapy: Is it a side effect or coincidence?
Esra Saraç, Alkım Ünal
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.32396  Sayfalar 7 - 11
Amaç: İzotretinoin tedavisi sonrası görülen kıl artışı sık olmamasına rağmen ilacın en rahatsız edici yan etkilerinden biri olabilir. Bu çalışmanın amacı, sistemik izotretinoin kullanımı ile yüzde gelişen hipertrikoz arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışmaya premenapozal dönemdeki kadın akne vulgaris hastaları dahil edildi. Laboratuvar testleri (beta-insan koryonik gonadotropin, total kolesterol, trigliserid, düşük yoğunluklu lipoprotein, yüksek yoğunluklu lipoprotein, aspartat aminotransferaz, alanin aminotransferaz) tedavi başında ve çalışma boyunca aylık olarak değerlendirildi. Çalışmanın başında vücut kitle indeksi (VKİ) hesaplandı. Hastaların kıl artışı şikayeti olduğunda veya artış hekim tarafından gözlendiğinde ek olarak hormon [lüteinleştirici hormon, folikül uyarıcı hormon, total testosteron, serbest-testosteron, dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEAS), prolaktin, 17-hidroksiprogesteron, glikoz, insülin] seviyeleri ve abdominopelvik/transvajinal ultrasonografi değerlendirildi. Akne şiddeti Global Akne Değerlendirme Ölçeği (GADÖ) ile, hirsutizm skoru modifiye Ferriman-Gallwey (m-FGS) skoru ile hesaplandı. Çene ve yanakların bazal ve aylık çekilen dijital dermoskopik fotoğrafları kıl sayımı için ImageJ programına aktarıldı. Bazal kıl sayısına göre tedavi sonunda %5’ten fazla kıl artışı hipertrikoz olarak kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya 18-34 (ortanca: 21,5) yaş arasındaki 30 hasta katıldı. Ortalama tedavi süresi 6,2±0,6 aydı. Yüzde kıl artışı 3 (%10) hastada tespit edildi. Bir hastada DHEAS seviyesi yüksek olup bu hastanın abdominal ultrasonografisi normaldi. İzotretinoin tedavisi kesilmeden DHEAS seviyesi 2 ay sonra normale döndü. Yüzde kıllanma artışı olan 3 hasta ile diğer 27 hastanın ortalama GADÖ (p=0,52), bazal m-FGS (p=0,42) ve VKİ (p=0,71) değerleri karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Tedavi kürleri tamamlandıktan ortalama 2 (1-3) ay sonra hipertrikozun spontan olarak kaybolduğu gözlendi.
Sonuç: İzotretinoinle indüklenen yüzde kıl artışının patomekanizması tam olarak aydınlatılamamıştır. Tedavi tamamlandıktan sonra kıllanmanın spontan olarak düzelmesi, bu durumun duyarlı kişilerde ilaca bağlı geçici bir hormonal dengesizlik sonucu oluşabileceğini düşündürmektedir.

4. 
Atopik dermatit tedavisinde dupilumab: Tek merkezli retrospektif çalışma
Dupilumab for atopic dermatitis treatment: A single-center retrospective study
Gülbin Yaşar, Aslı Bilgiç, Ertan Yılmaz
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.36604  Sayfalar 12 - 16
Amaç: Atopik dermatit (AD) sık görülen kronik, tekrarlayıcı, kaşıntılı, inflamatuvar bir deri hastalığıdır. Tedavisinde çeşitli tedavi ajanları bulunsa da bu ajanların ciddi yan etkileri kullanımlarını sınırlamaktadır. Son zamanlarda, interlökin-4 (IL-4) ve IL-13 reseptörlerinin IL-4 reseptör alfa alt birimini hedefleyen heterodimerik bir insan monoklonal antikoru olan dupilumab onay almıştır ve dirençli AD’li hastalarda Sağlık Bakanlığı izni ile kullanılabilmektedir.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada hastalarımızın klinik özelliklerini ve dupilumab tedavi yanıtlarını retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Konvansiyonel tedavilere yanıt vermeyen ve dupilumab başlanan AD’li hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların sosyodemografik ve laboratuvar verileri, önceki tedavileri ve dupilumab tedavi öncesi ve sonrasındaki hastalık şiddet skorları [egzama alan ve şiddet indeksi (EAŞİ)] ve tedavi yanıtları değerlendirildi.
Bulgular: Haziran 2019 ile Mart 2021 arasında takip edilen toplam 21 hasta (13 erkek, 8 kadın) saptandı. Hastaların ortalama yaşı 40,57±15,21 yıldı. Ortalama dupilumab tedavi süresi 6,59±5,88 aydı. Dupilumab başlangıcındaki ortalama EAŞİ skoru 15,35±8,03 iken, tedavi sonrası ortalama EAŞİ skoru 4,6±2,9 olarak saptandı. Hastaların yaklaşık %75’inde %70-100 aralığında bir iyileşme saptandı. Tedavinin kesilmesini veya doz değişikliğini gerektiren hiçbir yan etki gözlenmedi.
Sonuç: Ülkemizden bildirilen en yüksek hasta sayısına sahip olan çalışmamızda, dupilumabın geleneksel tedavilere dirençli AD’de oldukça etkili ve güvenli bir seçenek olduğu saptanmıştır.

5. 
Akne vulgaris hastalarında oral izotretinoinin kullanımının iç kulak sistemi üzerine etkileri
The effects of isotretinoin on the inner ear in patients with acne vulgaris
Esra İnan Doğan, Özlem Yağız Aghayarov
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.73659  Sayfalar 17 - 23
Amaç: Sistemik izotretinoin (İSO), nodülokistik akne tedavisinde kullanılan en önemli tedavi ajanlarından biridir. Pek çok sistem üzerine birçok yan etkisi vardır, bunlardan biri nadiren bildirilen işitme sistemidir, ayrıca önceki çalışmalarda sistemik İSO ve işitme sistemi üzerine etkisi ile ilişkili olumlu ve olumsuz sonuçlar bildirilmiştir. Bu çalışmada sistemik İSO’nun işitme fonksiyonu üzerine olan etkilerini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 6 ay süreyle 0,8 mg/kg oral İSO ile tedavi edilen 53 akne vulgaris hastası (106 kulak) dahil edildi. Saf ses odyometrisi, konuşmayı ayırt etme testi (SD) ve bozulma ürünü otoakustik emisyon (DPOAE) değerleri sağ ve sol kulak için ayrı ayrı bakılarak ortalama değerleri alındı.
Bulgular: SD ve ortalama saf ses eşiklerinde (PTA) tedaviden önce, tedavinin 3. ayı ve tedaviden sonra 4. ay arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Ek olarak, tedavinin üçüncü ayındaki DPAOE değerleri, tedavi öncesi DPAOE değerleri ile kıyaslandığında 6.000, 8.000 ve 10.000 Hz frekanslarda istatistiksel olarak anlamlı bir amplitüd artışı görüldü ancak tedaviden sonraki 4. ay ile tedavi öncesi DPAOE değerleri arasında anlamlı bir fark saptanmadı.
Sonuç: Sonuçlarımız bize İSO tedavisinin koklear fonksiyonu ölçme açısından önemli bir parametre olan DPOAE değerleri üzerine geçici bir etki yaparken, SD ve PTA üzerinde herhangi bir değişikliğe yol açmadığını göstermiştir. Sonuç olarak, İSO’nun işitme sistemi açısından güvenli ve iyi tolere edilebilen bir ajan olduğu görülmektedir. Bu nedenle, sistemik İSO’nun kalıcı ototoksik etkilerinin olmadığı ve hatta işitmeyi geçici olarak olumlu yönde etkilediği için klinisyenlerin şiddetli akne tedavisinde çok etkili olan bu ilacı işitme sistemi açısından güvenle kullanabileceğini düşünmekteyiz.

6. 
Asitretin’in over rezervi üzerine etkisi: Sıçanlarda deneysel bir çalışma
The effects of acitretin on ovarian reserve: An experimental study in rats
Münevver Güven, Tolga Atakul, Serkan Yaşar Çelik, Mustafa Yılmaz, Buket Demirci
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.37650  Sayfalar 24 - 27
Amaç: Birçok dermatolojik hastalıkta kullanılmakta olan asitretinin over rezervi üzerine etkisi ile ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, ratların over rezervi üzerine asitretinin olası etkilerini serum anti-Müllerian hormon (AMH) ve over folikül sayılarını değerlendirerek araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Otuz bir dişi Wistar albino sıçan rastgele olarak 3 gruba ayrıldı. Grup 1 (kontrol, n=11) 0 mg/kg/gün, (grup 2, n=10) 1 mg/ kg/gün, (grup 3, n=10) 5 mg/kg/gün dozlarında 4 hafta boyunca asitretin verildi. Her 3 gruptaki sıçanlar, 4 haftalık ilaçsız bir dönemi takiben sakrifiye edildi. Sıçanların kan örnekleri ve bilateral over dokuları alındı. Serum AMH değerleri ölçüldü ve histopatolojik olarak over foliküllerinin sayımı yapıldı.
Bulgular: AMH değerleri asitretin gruplarında (grup 2 ve grup 3), grup 1’e göre daha düşük bulundu. Ancak, AMH değerleri açısından gruplar arasında istatistiksel anlamlı fark yoktu (p=0,338). Grup 3’ün primordial folikül, sekonder folikül, tersiyer folikül ve total folikül sayıları, grup 1 ve grup 2’ye göre istatistiksel olarak daha düşüktü. Grup 1’deki primer folikül sayısı hem grup 2’den hem de grup 3’den daha yüksekti ve fark istatistiksel olarak anlamlıydı. Ayrıca, grup 2’nin sekonder folikül sayısının grup 1’den anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptandı.
Sonuç: Bu çalışma, over rezervinin asitretin tedavisinden etkilenebileceğini göstermektedir. Özellikle asitretin yüksek dozları over rezervinin azalmasına neden olabilir. Asitretinin over rezervi üzerindeki etkisini açıklığa kavuşturmak için daha fazla deneysel ve klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.

7. 
Serum ürik asit, C-reaktif protein ve nötrofil/lenfosit oranının psoriazis ile ilişkisi: Bir olgu kontrol çalışması
Correlation between serum uric acid, C-reactive protein, and neutrophil-to-lymphocyte ratio in patients with psoriasis: A case-control study
Swayamsidda Mishra, Manjunath Kadnur, Shishira R Jartarkar, Hanumanthayya Keloji, Ritu Agarwal, Spoorthy Babu
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.69797  Sayfalar 28 - 33
Amaç: Psoriazisli hastaların periferik kan örneklerinde yararlı biyobelirteçler bulmak amacıyla çok sayıda araştırma yapılmış olmasına rağmen, psoriazise özgü olabilecek basit ve klinik olarak yararlı bir biyobelirteç tanımlanmamıştır. Hedefler: 1) Psoriazisli hastalar ve kontroller arasında serum ürik asit (SÜA), C-reaktif protein (CRP) ve nötrofil/lenfosit oranını (NLO) belirlemek, 2) psoriazisi olan hastalarda SÜA seviyeleri, CRP, nötrofil/lenfosit oranı ve psoriazis alan şiddet indeksi (PAŞİ) ile hesaplanan hastalık şiddeti arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Hastane bazlı bir olgu kontrol çalışmasına, hastanemizin dermatoloji polikliniğine başvuran, klinik olarak teşhis edilmiş 45 psoriazis olgusu, 45 yaş ve cinsiyet uyumlu kontrol dahil edilmiştir. Tam öykü, genel, sistemik ve kutanöz muayeneleri yapıldıktan sonra tüm olgularda tam kan sayımı (NLO), CRP ve SÜA incelemeleri yapılmıştır.
Bulgular: Psoriazis olguları arasında ortalama SÜA düzeyi kontrollere göre anlamlı derecede yüksekti (p<0,01). Ancak CRP düzeyleri ve NLO arasında fark gözlenmedi (p>0,05). Psoriazisli hastalarda SÜA ve NLO ile, PAŞİ skoru ile belirlenen hastalık şiddeti arasında anlamlı bir korelasyon gözlendi. Çok değişkenli analizde, sadece SÜA’nın, psoriazis şiddeti ile bağımsız olarak bir ilişki gösterdiği belirlendi (p<0,05).
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları, yalnızca SÜA’nın bağımsız olarak psoriazis şiddeti ile ilişkili olduğunu gösterdi. CRP seviyeleri ile NLO ve hastalık şiddeti arasında hiçbir ilişki gözlenmedi, hastalık ve kontrol grupları arasında da herhangi bir fark kaydedilmedi.

OLGU SUNUMLARI
8. 
İlaç erüpsiyonu: Koronavirüs hastalığı-2019 döküntüsünün bir taklitçisi
Drug eruption: A mimicker of Coronavirus disease-2019 rash
Tülin Ergun, Ilkay Ergenç, Seda Seven, Dilek Seçkin, Elif Cömert Özer, Meryem Aktaş, Elif Tükenmez Tigen
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.29904  Sayfalar 34 - 38
Şiddetli akut solunum yolu sendromu-koronavirüs-2 (SARS-CoV-2) enfeksiyonu çeşitli kutanöz lezyonlara sebep olabilir. Bunlar içerisinde en sık görüleni makülopapüler döküntüdür. Makülopapüler döküntü, Koronavirüs hastalığı-2019 (COVİD-19) hastalığının tedavisi için kullanılan ilaçlarla da indüklenebilir. COVİD-19 hastalığı için çeşitli ilaçların kullanıldığı durumlarda, viral döküntü ile ilaç erüpsiyonu arasında ayırım yapmak zor olabilir. Bu çalışmanın amacı, COVİD-19 olan altı hastada kutanöz bulguları tanımlamak ve SARS-CoV-2 ile ilişkili döküntü ile ilaç erüpsiyonunu ayırt etmek için ipuçlarını vurgulamaktır. Mart ve Haziran 2020 arasında, Marmara Üniversitesi Hastanesi’ne yatırılarak hidroksiklorokin ile tedavi edilen 1.492 COVİD-19 olgusu içinde, olası COVİD-19 döküntüsü veya ilaç reaksiyonu olan altı tanesi konsülte edildi. Bir hastada hidroksiklorokin monoterapi olarak verilmişti. Altı hastanın tümünde, COVİD-19 semptomlarının başlangıcından 5 ile 21 gün sonra, başlıca gövdeyi, aksillayı ve genitokrural bölgeyi etkileyen, eritematöz, simetrik, makülopapüler bir erüpsiyon gelişmişti. Beş hastada, tedavinin tamamlanmasından 4 ile 11 gün sonra döküntü ortaya çıkmıştı. Kaşıntı şiddetliydi. Hastaların tümü, topikal kortikosteroidler ve oral antihistaminiklerle kısmi düzelme gösterdi. Erüpsiyonun düzelmesi tipik olarak yavaş olup birkaç hafta sürdü. COVİD-19 semptomları ile erüpsiyonun ortaya çıkışı arasındaki zamanın uzun olması ve yavaş düzelme, ilaç erüpsiyonu lehinedir. Eşlik eden viral enfeksiyonun ilaç erüpsiyonu ortaya çıkışını kolaylaştırıcı bir faktör olduğu iyi bilinmektedir. COVİD-19 hastalarında da viral enfeksiyon varlığında ilaç reaksiyonu ortaya çıkışının kolaylaşabileceği konusu, ileri gözlemler ve araştırmalarla gösterilmelidir.

9. 
Şiddetli atopik dermatitli pediatrik hastada dupilumab ve dar bant ultraviyole B fototerapi kombinasyonu
Dupilumab combined with a short-term narrowbandultraviolet B phototherapy in a pediatric case of severe atopic dermatitis
Ayşe Kavak, Çiğdem Aydoğmuş, Kübra Yılmaz
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.67424  Sayfalar 39 - 41
Son yıllarda atopik dermatitte (AD) dupilumab tedavisi, oldukça etkin ve yan etkileri açısından oldukça güvenli bir seçenek sunmaktadır. Yine de bu kronik hastalıkta bazen kombinasyon tedavileri ile etkinlik artırılması ya da yan etkiler ve kümülatif dozun azaltılmasına ihtiyaç olabilir. Özellikle dupilumabın likenifiye lezyonlarda etkinliğinin daha az ve geç başladığı göz önüne alındığında erken dönemdeki kombinasyon tedavileri daha akılcı olabilir. Burada, dupilumab başladığımız bir AD’li çocukta, kısa süreli dar bant ultraviyole B kombinasyon tedavisini tartıştık.

10. 
COVİD-19 sonrası gelişen pitriazis rubra pilaris
Pityriasis rubra pilaris developing after COVID-19
Mine Müjde Kuş, Perihan Öztürk, Hülya Nazik, Mehmet Kamil Mülayim, Tutku Bulut, Esra Rabia Akgüç, Sezen Koçarslan
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.26235  Sayfalar 42 - 45
Koronavirüs hastalığı-2019 (COVİD-19) yaygın respiratuvar semptomlara yol açmasının yanı sıra çok sayıda deri lezyonu ile ilişkilendirilmiştir. Daha önce erişkinde bildirilmemiş, COVİD-19 enfeksiyonu sonrasında gelişen ve anti-tümör nekroz faktörü (adalimumab) ile tedavi edilen pitrizis rubra pilaris olgusu sunduk.

GIRIŞIMSEL DERMATOLOJIDE PÜF NOKTALARI
11. 
Deri yüzey yenileme için ablatif lazer cerrahisi nasıl uygulanır?
How to perform ablative laser surgery for skin resurfacing?
Ercan Çalışkan, Ayşenur Botsalı
doi: 10.4274/turkderm.galenos.2021.33339  Sayfalar 46 - 50
Ablatif lazerlerin derideki hedef kromoforu sudur. Dermatoloji pratiğinde kullanılan 2 ablatif lazer karbondioksit lazer ve erbium: yttrium-aluminium garnet lazerdir. Bu iki lazerin fiziksel özellikleri dokuda yarattıkları termal etki ve ablasyonun farklı olmasına neden olmaktadır. Fraksiyonel teknoloji sayesinde iyileşme zamanının kısaltılabilmesi ve yan etkilerinin azaltılması sağlanabilmiştir. Optimal sonuçların eldesi için işlem öncesi ve sonrası önerilere sıkı uyum şarttır. Bizim bu yazıdaki amacımız ablatif lazerlerin temel prensiplerini belirtip sonrasında klinisyenin yaratıcı potansiyeline göre kullanım alanlarının nasıl çeşitlendirilebileceğini örnekler eşliğinde sunmaktır.

LookUs & Online Makale