E-ISSN 2651-5164 / Print-ISSN 2717-6398
TURKDERM - Turkish Archives of Dermatology and Venereology - Turkderm-Turk Arch Dermatol Venereol: 43 (4)
Volume: 43  Issue: 4 - 2009
EDITORIAL
1.Importance and Necessity of Study Groups

Page 1
Abstract |Full Text PDF

REVIEW ARTICLE
2.Ticks and Dermatology
Emine Derviş
Pages 132 - 138
Ülkemizde 2002 yılında Kırım Kongo Kanamalı Ateş (KKKA) tanısı alan olguların saptanması ve 2002'den bu yana hasta sayısının artması yanısıra ölümlerin görülmesi tüm ülkede kene korkusuna neden olmuştur. Dermatoloji polikliniklerine kene çıkartılması amacıyla veya keneye bağlı deri döküntüleri ile başvuran hastaların zaman içinde artışı nedeniyle hazırlanan bu derlemede ülkemizde görülen döküntüye neden olan kene ile ilişkili hastalıklar ve keneler hakkında genel bilgi verilmesi amaçlanmıştır.
In 2002, cases with Crimean-Congo Haemorrhagic Fever (CCHF ) were diagnosed in Turkey and increasing numbers of those similar cases in following years have caused a big concern around the whole country. Because of the increasing numbers of patients referred to the dermatology clinics with tick related skin conditions or just with the need for a tick extraction, we found it necessary to review the recent information about ticks and tick-related skin diseases.

ORIGINAL INVESTIGATION
3.Fifty-six Cases with Mediterranean Spotted Fever: Evaluation of Tick-Borne Spotted Diseases in Turkey
Gönül Şengöz, Filiz Yıldırım, Kadriye Kart Yaşar, Ümit Tözalgan, Özlem Altuntaş Aydın
Pages 139 - 143
Amaç: Ülkemizden Akdeniz Benekli Ateşine (ABA) ait yayınlanmış veriler sınırlı sayıdadır. Döküntü ve ateş yakınması ile başvuran 56 hastaya kliniğimizde klinik, epidemiyolojik bulgular ve Weil-Felix testi ile ABA tanısı konmuş, literatürde ülkemizden bildirilmiş, keneyle bulaşan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) olguları ile benzerlik ve farklılıklarına dikkat çekilmek istenmiştir. Gereç ve Yöntem: 1989-2006 yılları arasında epidemiyolojik, klinik ve laboratuvar özellikleri ile 56 riketsiyoz olgusuna tanı konmuştur. ESCAR çalışma grubu (ESCMID Study Group for Coxiella, Anaplasma, Rickettsia and Bartonella) tarafından hazırlanan “Avrupa’da Kene ile Bulaşan Bakteriyel Hastalıklar Tanı Kılavuzu” ile hastalar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. ABA ve KKKA; klinik ve laboratuvar özellikleri açısından Fisher’in exact testi ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: ESCAR tanı kılavuzuna göre gerekli 25 puana ulaşmış 29’u kadın 27’si erkek 56 olgu çalışmaya dahil edildi. Yaş dağılımı 20-80 yaş (ortalama 43), hastanede kalış süresi 1-38 gün (ortalama 8) idi. Olguların çoğunda 'tache noire' (%64) saptandı. Tedavide 7-10 gün doksisiklin kullanılan olgulardan 38 gün hastanede yatan ve kaybedilen tek olgu dışındaki diğerleri tamamen iyileşti. İstatistiksel olarak karşılaştırıldığında, hemorajik manifestasyonlar, kene teması öyküsü, bulantı-kusma, trombositopeni ve lökopeni oranları KKKA’lı olgularda ABA’ya göre yüksek bulundu (p<0,05). Sonuç: İkisi de keneyle bulaşan, benzer mevsimsel dağılım ve klinik bulgulara sahip ABA ve KKKA’da, tedavi ve mortalite oranları farklıdır. İstanbul’da olası KKKA olarak bildirilen olguların bir kısmının sonradan ABA olduğu anlaşıldığından; kene teması olan, ateş ve döküntülü hastalarda, ABA her zaman akılda tutulmalıdır. Yeni geliştirilen moleküler yöntemler ve tanı kılavuzları, ülkemizi etkileyen ve epidemiler yapabilen KKKA gibi kene ile bulaşan, ateş ve döküntülü hastalıkların ayırıcı tanısını sağlayarak ABA’nın gözden kaçmasını önleyebilir.
Background and Design: There are very few clinical series about Mediterranean Spotted Fever (MSF) reported from Turkey. Fifty-six patients admitted with fever and rash were diagnosed as MSF in our hospital by clinical, epidemiological signs and Weil-Felix test. We aimed to take attention to the similarities and differencies with another tick-borne infection Crimean-Congo Haemorrhagic Fever (CCHF) reported lately in Turkey. Material and Method: Between 1989-2006 years 56 cases were diagnosed as rickettsioses based on epidemiological, clinical and laboratory data. We evaluated the patients retrospectively using by “Diagnosis guide for tick transmitted infections in Europe” prepared by ESCMID Study group for Coxiella, Anaplasma, Rickettsia and Barthonella (ESCAR). We compared two diseases according to the Fisher’s exact test in clinical and laboratory characteristics. Results: Twenty-nine female and 27 male cases reached to 25 point according to ESCAR diagnostic scoring were included into the present study. Age distribution was 20-80 years (mean 43), duration of hospitalization was 1-38 days (mean 8 days). Tache noire was established in most of the cases (64%). All of the cases were recovered by 7-10 days of doxycyclin treatment except one case stayed in hospital for 38 days and died. When it is compared statistically haemorrhagic manifestations, history of tick exposure, nausea and vomiting, thrombocytopenia and leukopenia rates were found higher in CCHF (p<0.05). Conclusion: Whereas MSF and CCHF have similar seasonal and clinical features and transmitted by the tick, the treatment regimen and mortality rates differ. In Istanbul we realised that some of the cases reported as possible CCHF were found to be MSF later, for this reason in patients who has fever and maculopapular rash with a history of tick exposure, MSF should always be kept in mind. The differential diagnosis of CCHF and MSF which can cause epidemics in our country should be done by newly developed molecular tests and diagnosis guides.

4.Evaluation of dermatologic emergeny patients: An unicentral prospective clinical study
Hilal Kaya Erdoğan, İlknur Kıvanç Altunay, Adem Köşlü
Pages 144 - 148
Amaç: Tıbbi acil tanımına göre “acil hastalıklar” ivedilikle müdahale gerektiren, yaşam kaybı riski taşıyan hastalıkları kapsamaktadır. Tanı ve tedavi uygulamaları çoklukla poliklinik bazında gerçekleşen bir tıp dalı olan dermatolojide hangi dermatolojik hastalıkların gerçekten acil olduğu ve hangi hastaların acil başvuruda bulunduğu konusu yeterince incelenmemiş ve netlik kazanmamıştır. Konu ile ilgili çok az sayıda çalışma vardır. Amacımız kliniğimize acil olarak yönlendirilen hastaları değerlendirmek, bu hastaları dermatolojinin rutin poliklinik hastaları ile kıyaslayarak “gerçek dermatolojik acil” kavramını gözden geçirmektir. Gereç ve Yöntem: Toplam 800 hasta (400 acil, 400 rutin poliklinik) çalışmaya alındı. Hastaların sosyo-demografik özellikleri, şikayetleri, hastalığın süresi ve şiddeti, hastalıklarının ilk defa olup olmadığı sorgulandı, başvuru zamanı ve tanıları kaydedildi. Acil hastalarda ek olarak; muayene eden hekimin ve hastanın, hastalığın aciliyeti ile ilgili görüşleri, hastaların hastalıklarını acil olarak değerlendirme nedenleri sorgulandı. Bulgular: Acil hastalarda en sık görülen hastalıklar; akut ürtiker-anjioödem, kontakt dermatit ve böcek ısırığı iken poliklinik hastalarında akne vulgaris, verrüka ve tinea pedis’ti. Bu hastalarda kaşıntı ana yakınmaydı ve başvurudaki yakınmalar poliklinik hastalarına göre daha şiddetliydi. Acil hastaların hastalık süreleri poliklinik hastalarından daha kısaydı. Mevcut deri hastalığını ilk defa geçiren hastalar acile daha fazla başvurmuşlardı. Hastalığın aciliyeti ile ilgili düşünce ve kriterler hasta ve hekim açısından farklıydı. Tüm acil hastalar incelendiğinde; hastaların %93,5’i, hekimlerin ise %49’u hastalığın acil olduğunu düşünüyordu. Sonuç: Verilerimiz dermatolojide acil kavramının sadece tıbbi değil, sosyokültürel ve bireysel özellikler ve mevcut sağlık sistemine göre de değişmekte olduğunu göstermektedir. Gerçekten acil olmadığı halde acil gibi sunulan vakaların azalması için, dermatoloji biliminde acil tanımının genel kriterlerinin belirlenmesine, dermatologların, acil birim hekimlerinin ve hatta hastaların bu yönde eğitilmesine ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.
Background and Design: The definition of emergent diseases includes potentially risky diseases that need urgent medical intervention. Diagnostic and therapeutic processes are managed mostly at ourpatient setting in dermatology. Therefore, it is unclear that which diseases are real emergencies and which patients apply urgently. There are a few studies assessing this topic. Our aim was to evaluate patients referred to our clinic urgently, and to review the concept of ‘‘real dermatologic emergency’’ by comparing dermatologic emergency patients and outpatients. Material and Method: A total of 800 patients (400 urgent patients, 400 outpatients) were included. Demographic features, complaints, disease duration and severity, whether the disease occurs for the first time were questionned, application time and diagnosis were recorded. The opinions of patients and physicians were inquired about why they thought that the disease was emergent. Results: Most common skin diseases were acute urticaria-angioedema, contact dermatitis, and insect bite in emergency patients; acne vulgaris, verruca and tinea pedis in outpatients. Itching was more common in emergency patients. Emergency patients' complaints were more severe than those of outpatients. Patients who experience disease first time applied to emergency service more than others. Emergency patients had a shorter disease duration than outpatients. Patients and physicians revealed different reasons and criteria about the urgency of the diseases. 93.5% of patients and 49% of physicians thought that existing disease was emergent. Conclusion: Our data reveal that the concept of dermatologic emergency is unsettled. It changes according to socio-cultural, personal features and to the present health system. Determination of the main criteria of the definition of “dermatologic urgent”, and training of dermatologists, emergency centers’physicians and also of patients in this regard seem to be a necessity to decrease pseudo-emergencies.

5.Melanocytic Nevi Prevalence and the Relationship with Sun Exposure Among School Children
Meltem Uslu, Ekin Şavk, Göksun Karaman, Neslihan Şendur
Pages 149 - 154
Amaç: Melanositik nevüs (MN) sayısı melanom gelişimi için en güçlü risk faktörü olarak bilinmektedir. Bu nedenle bir toplumda MN sayısının bilinmesi önemlidir. Çalışmada ilkokul çağı çocuklarında MN prevalansının belirlenmesi, yapısal özellikler ve güneş maruziyeti ile MN sayısı arasındaki olası ilişkinin açığa çıkarılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Randomize, kesitsel düzenlenen bu çalışma için ilköğretim okullarında eğitim alan çocukların deri fenotipleri ve bir önceki yaz güneşe maruziyetlerinin sorgulandığı bir anket hazırlandı. Dokuz yüz altmış anket ebeveynlere ulaştırıldı. Ailesi tarafından izin verilen çocuklar tüm vücut MN’leri açısından muayene edildi. Bulgular: Anketler 939 çocuğun ebeveynleri tarafından yanıtlandı, 622 çocuk muayene edildi. Yaş ortalaması 8,8±1,5 (6-12) olan çocukların, 316’sı erkek 306’sı kızdı. Okul çocuklarında MN sayısı ortalaması 19,6±16,6 idi ve bu sayı yaşla artmaktaydı (p<0,001). MN sayısı ile cinsiyet, deri fototipi ve deri rengi arasında anlamlı ilişki saptandı. Erkeklerde (p<0,001), güneşe duyarlı deri tipi (p=0,03) ve açık deri rengine (p<0,001) sahip çocuklarda daha fazla MN vardı. Bir önceki yaz gün içinde dışarıda geçirilen süre, MN sayısını etkilememişti (p=0,35). MN sayısı ile geçen yaz yaşanan güneş yanığı sayısı arasında bir ilişki saptanmadı (p=0,11). MN’lar en yoğun olarak yüzde, azalan sıra ile üst ekstremite, gövde ve alt ekstremitede yerleşmişti. Kollar, eller ve ayakların daha çok güneş gören kısımlarında daha fazla MN vardı. Sonuç: Bu çalışmada okul çocuklarında bir önceki yaz yaşanan güneş maruziyetinin MN sayısını etkilemediği saptanmıştır. Ancak MN sayısının deri fenotipi ile ilişkisi ve MN’lerin vücuttaki dağılımı, güneş maruziyetinin MN sayısını etkileyebileceği ve bu etkinin uzun bir zaman süreci içinde ortaya çıkabileceğini düşündürmektedir.
Background and Design: Melanocytic nevi (MN) count is known as the strongest risk factor for melanoma development. So it is important to know the MN count in public. We aimed to determine the MN prevalence in schoolchildren and also clarify the possible relation between MN counts, constitutional variables and sun exposure. Material and Method: In this randomized, cross-sectional study, a questionnaire asking skin phenotypes and sun exposure in previous summer was prepared for primary-school children. Nine hundred and sixty questionnaires distributed to the parents. Children who were given permission by parents for examination were examined for whole body MN. Results: Questionnaires were answered by parents of 939 children and 622 children (316 boys and 306 girls) were examined. Mean age of children was 8.8±1.5 (6-12). Mean MN count was 19.6±16.6 and this count was increasing with age (p<0.001). MN count was significantly related with sex, skin phototype and skin colour. More MN were found in boys (p<0.001), children with sun sensitive phototypes (p=0.03) and light skin colour (p<0.001). Time spent outside on midday in previous summer was not related with the MN count (p=0.35). Sunburns experienced in previous summer were not related with MN count (p=0.11). MN were most densely located on the face, and then on upper extremity, trunk and lower extremity in decreasing order. There were more MN on the more sun exposed sites of the arms, hands and feet. Conclusion: It was found that previous summer sun exposure had no effect on MN count in schoolchildren. However, relation between MN count and skin phenotype and distribution of the MN on the body suggest that sun exposure could affect MN count and this effect could be seen in a long period of time.

6.Evaluation of Sun Protection Habits and Melanocytic Nevi of Population Screened in a Shopping Mall in Ankara
Nilsel İlter, Murat Orhan Öztaş, Esra Adışen, Mehmet Ali Gürer, Özge Keseroğlu, Selda Ünal, Bilge Kıraç, Jale Yüksek, Canan Kevlekçi, Deniz Çetinkünar, Banu Öztürk, Nergis Eroğlu
Pages 155 - 159
Amaç: Halkımızın güneşten korunma alışkanlıklarının, nevüs sayı ve tipinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: 2005 ve 2006 yıllarında Mayıs aylarında Ankara’da büyük bir alışveriş merkezinde stand kurularak üçer günlük çalışma periyodlarında toplam 764 hastanın nevüs muayenesi yapıldı ve lezyonlar dijital dermatoskop ile değerlendirildi. Çalışmada hastaların tatil alışkanlıkları, güneşten koruyucu kullanım alışkanlıkları, deri tipleri, tanıları, lezyon sayısı ve lezyonların lokalizasyonları kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 438’i kadın, 326’sı erkek 764 olgunun yaşları 1-80 (33,7±13,7) arasındaydı. %59,1’i üniversite öğrencisi veya mezunuydu. %55,6’sının deri tipi III idi, %47,3’ünün güneş yanığı öyküsü bulunuyordu. Olguların %44,1’i güneşten koruyucu kullanmıyordu. Korunma amacıyla kullanılan aksesuarlar arasında en sık şapka ve gözlük (%40,3) bulunuyordu. Yedi yüz altmış dört olgunun 904 lezyonu dermatoskopik olarak değerlendirildi, en sık konulan tanı nevüs idi. Birer olguda yüzeyel yayılan malin melanom ve bazal hücreli karsinom tanıları konuldu. Sonuç: Bulgularımız genel popülasyonun güneşin zararlı etkileri ve etkin korunma yöntemleri konusunda bilinçli olmadığını göstermekte ve genel popülasyonda güneşin deriye etkileri ve nevuslar konusunda bilinçlendirme kampanyalarının aktif olarak planlanması gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Background and Design: The evaluation of sun protection habits, numbers and types of nevi in our community. Material and Method: A stand was built in a big mall in Ankara where 764 patients were screened for the presence of nevi in three working day periods during the month of May of 2005 and 2006. Lesions were evaluated with the help of digital dermatoscopy. In the study, sun protective practices, sunscreen using habits, dermatoscopic diagnosis of the lesions, numbers and the localization of the lesions were also recorded. Results: The study population consisted of 764 patients (438 female, 326 male) with age ranging from 1 to 80 (33.7±13.7) years. 55.6% of them had skin type III, 47.3% had sunburn history. Most of the patients (44.1%) were not using sunscreens. Hats and umbrellas (40.3%) were the most common accessories used for protection. 904 lesions of 764 patients examined by dermatoscopy revealed that the most common diagnosis was nevi. Two patients were diagnosed with having cutaneous melanoma or basal cell carcinoma. Conclusion: Our findings have shown that the general population is not aware of the risks of sun exposure or the appropriate ways for sun protection and that there is a necessity for educational programmes or campaigns about sun protection and nevi in our general population.

7.The Recurrence and Cosmetic Results After Topical Photodynamic Therapy
Can Ceylan, Fezal Özdemir, Alican Kazandı
Pages 160 - 166
Amaç: Fotodinamik terapi (FDT), aktinik keratoz, Bowen hastalığı ve yüzeyel bazal hücreli karsinom gibi lezyonlarda yaygın ve etkin olarak kullanılan bir fotokemoterapi yöntemidir. Bu çalışma, topikal aminolevülinik asit (ALA) ve geniş bant ışık kaynağı ile ışınlama sonrası tedaviye tam yanıt veren deri lezyonlarında elde edilen kür oranları, rekürrens ve kozmetik iyileşme sonuçlarını değerlendirmek için yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Almış sekiz hastadaki (27 kadın, 41 erkek) 78 lezyon çalışma kapsamına alındı. Lezyonlardan 25’i aktinik keratoz, 8’i aktinik keilit, 30’u bazal hücreli karsinom, 3’ü Bowen hastalığı, 10’u intraepidermal epitelyoma ve birer tanesi de parapsoriazis ve plantar verrükadan oluşmaktaydı. Lezyonlar, topikal %20 ALA uygulaması sonrası 6-8 saat süreyle inkübasyona bırakıldıktan sonra geniş bant ışık kaynağı ile ışınlandı. Histopatolojik kontrol için 74 lezyondan deri biyopsisi alındı. Bulgular: Tedaviden iki ay sonra yapılan değerlendirmede 78 lezyonun 56’sında (%72) tam yanıt elde edilirken, histopatolojik olarak 74 lezyonun 47’sinde (%63,5) tam düzelme sağlandığı görüldü. Ortalama 36 aylık takip sonunda ise toplam 9 (%16) rekürrens saptandı. Rekürrens oranları aktinik keratozda 3 (%14), aktinik keilitte 1(%17), yüzeyel bazal hücreli karsinomda 1 (%8), nodüler bazal hücreli karsinomda 3 (%75) ve intraepidermal epitelyomada 1 (%12,5) oldu. Kırk yedi lezyonun 42’si (%89) mükemmel ve iyi, 3’ü (%6) orta, 2’si (%5) kötü kozmetik sonuç ile iyileşme gösterdi. Sonuç: Topikal fotodinamik terapi, seçilmiş deri lezyonlarında standart tedavi yöntemlerine iyi bir alternatif oluşturan noninvaziv, etkin ve kozmetik bir tedavi yöntemidir.
Background and Design: Photodynamic therapy (FDT) is a photochemotherapy modality which is used frequently and effectively in the treatment of actinic keratosis, Bowen disease and basal cell carcinomas. This study was performed to determine cure rates, cosmetic outcome and recurrence rates after aminolevulinic acid (ALA)-based photodynamic therapy for skin lesions showing complete response to treatment procedure. Material and Method: Sixty-eight patients (27 females and 41 males) with 78 lesions were included in the study. Among them, 25 were actinic keratosis (AK), 8 were actinic cheilitis (AC), 30 were basal cell carcinomas (BCC), 3 were Bowen disease, 10 were intraepidermal epithelioma (IEE), one lesion was parapsoriasis and one lesion was verruca plantaris. Six to 8 hours after topical administration of ALA (20%), the lesions were exposed to light from a broad-band light source. Skin biopsy specimens were obtained from 74 lesions for histopathological control. Results: At the end of the second month of treatment, fifty-six (72%) of seventy-eight lesions showed complete clinical response, whereas fourty-seven of 74 lesions (63.5%) exhibited complete histopathological clearance. A total of 9 recurrences (16%) was observed during a median follow-up of 36 months. Recurrence rates were 3 (14%) in AK, 1 (17%) in AC, 1 (8%) in superficial BCC, 3 (75%) nodular BCC and 1 (12.5%) in IEE. Cosmetic outcome was excellent and good in 42 lesions (89%), fair in 3 lesions (6%) and poor in 2 lesions (5%). Conclusion: Topical photodynamic therapy is a noninvasive, effective and cosmetic modality of treatment in the selected skin lesions, as an alternative to the conventional procedures.

8.Keratinocyte Apoptosis is Decreased in Psoriatic Epidermis
Semih Tatlıcan, Ata Türker Arıkök, Özlem Gülbahar, Cemile Eren, Zeliha Ulukaradağ, Fatma Eskioğlu
Pages 167 - 170
Amaç: Keratinositlerin hiperproliferasyonu ve anormal diferensiyasyonu psoriasis vulgarisin temel özellikleridir. Psoriasis vulgaris keratinosit apoptozisinin azaldığı bir hastalık olarak kabul edilse de; sonuçlar birbiriyle çelişmektedir. Bu çalışmanın amacı kalınlaşmış bir epidermisin oluşmasında artmış keratinosit proliferasyonu yanında azalmış keratinosit apoptozisinin de rol alıp almadığını araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 43 tedavi edilmemiş psoriasis vulgaris hastası ve 20 sağlıklı kontrol birey dahil edildi. Katılımcılardan alınan biyopsi örnekleri; keratinosit proliferasyonunu göstermewk amacıyla Ki-67 ekspresyonları için immünhistokimyasal boyama ile ve keratinosit apoptozisini göstermek amacıyla terminal deoksinükleotidil transferaz (TdT)-aracılı dUTP-biotin çentik-uç etiketleme (terminal deoxynucleotidyl transferase-mediated dUTP-biotin nick-end labeling, TUNEL) yöntemi ile değerlendirildi. Bulgular: Apoptotik indeks (TUNEL pozitif hücrelerin yüzdesi) psoriatik epidermiste (0,33±0,64) normal epidermisten (0,75±0,85) belirgin olarak daha düşük iken (p=0,021), Ki-67 indeksi (Ki-67 için pozitif boyanan hücrelerin yüzdesi) psoriatik epidermiste (30,86±10,49) normal epidermisten (11,65±2,98) belirgin olarak daha yüksekti (p=0,00). Sonuç: Azalmış keratinosit apoptozisi de artmış keratinosit proliferasyonu gibi psoriasisteki artmış epidermal kalınlığa katkıda bulunur.
Background and Design: Abnormal differentiation and hyperproliferation of keratinocytes are the hallmarks of psoriasis vulgaris. Although psoriasis vulgaris is generally accepted as a disease of decreased keratinocyte apoptosis, the results are contradictory. The aim of the current study is to investigate whether decreased keratinocyte apoptosis contributes to the formation of a thickened epidermis as increased keratinocyte proliferation. Material and Method: Forty-three untreated psoriasis vulgaris patients and 20 healthy control subjects were included into the study. Biopsy specimens taken from the enrollee were evaluated by immunohistochemical staining for Ki-67 expressions to show the proliferation of keratinocytes and by the terminal deoxynucleotidyl transferase-mediated dUTP-biotin nick-end labeling (TUNEL) method to show the apoptotic keratinocytes. Results: Apoptotic index (percentage of the TUNEL positive cells) was significantly lower in psoriatic epidermis (0.33±0.64) than in normal epidermis (0.75±0.85); whereas Ki-67 index (percentage of positively staining cells for Ki-67) was significantly higher in psoriatic epidermis (30.86±10.49) than in normal epidermis (11.65±2.98), (p=0.021 and p=0.00; respectively). Conclusion: Decreased keratinocyte apoptosis also contribute to increased epidermal thickness in psoriasis as well as increased keratinocyte proliferation.

TURKDERM-9860
9.Kimura Disease’s: A Case Report
Hakan Cinemre, Feyzi Gökosmanoğlu, Cemil Bilir
Pages 171 - 173
Kimura hastalığı; subkutan dokuda nodül veya kitleler şeklinde, özellikle genç ve orta yaşlı erkeklerde baş-boyun bölgesi, oral mukozada görülen kronik inflamatuvar bir hastalıktır. Lezyonlar, lenfositik infiltrasyonların içinde yer alan eozinofiller, fibrozis ve zengin vasküler ağ yapısının varlığıyla karakterizedir. Periferik kanda eozinofili ve serum Ig E artışı olabilir. Olgumuz 62 yaşında kadın olup inguinal bölgede şişlik ve bütün vucudda yaygın kaşıntı yakınması ile başvurdu.
Kimura is a chronic inflamatuary disease at oral mucosa which presents as large subcutaneous nodules or masses on the head or neck of adulthood males. The lesions characteristics are eosinophilia in lymphocytic infiltration, fibrosis and diffuse vascularity. Eosinophilia and elevated blood IgE can be peresent. A 62 years old female with inguinal mass and itching was presented.

10.A Case of Eosinophilic Ulcer Localized at Lower Lip
Hicran Yetkin, Pınar Yüksel Başak, Vahide Baysal Akkaya, Gülsün İnan, Nilgün Kapucuoğlu
Pages 174 - 176
Oral mukozanın eozinofilik ülseri nadir görülen, benin, kendini sınırlayan bir hastalıktır. Patogenezi tam olarak bilinmemekle birlikte travmanın etyolojide rol oynayabileceği düşünülmektedir. Eozinofilik ülser sıklıkla dilde olmak üzere dudaklar ve oral mukozanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan endüre kenarlı bir ülserle karakterizedir. Akut olarak başlayan ülser 1 hafta ile 8 ay arasında spontan olarak gerileyebilir. Yirmi üç yaşındaki erkek hasta yedi yıldır yaz aylarında belirginleşip kendiliğinden gerileyen alt dudakta ağrılı yara şikayeti ile başvurdu. Klinik ve histopatolojik bulguları eozinofilik ülser ile uyumlu bulunan olgu, nadir görülmesi yanında özellikle alt dudak skuamöz hücreli karsinomu ile klinik benzerlikler göstermesi nedeniyle sunulmuştur.
Eosinophilic ulcer of the oral mucosa is an uncommon, benign and self-limiting disease. Although exact pathogenesis of the disease is unknown, trauma is thought to play a role in the etiology. Eosinophilic ulcer is characterised by an ulcer with an indurated border, commonly occurring on the tongue but also on any region of the lips and oral mucosa. The ulcerated lesion with acute onset may heal spontaneously within 1 week to 8 months. A 23 year-old-man man was admitted for painful ulceration on the lower lip for seven years which flares up during summers and heals spontaneously. Clinical and histopathological findings of the case, consistent with eosinophilic ulcer, is presented because of its rare occurrence as well as clinical resemblance to squamous cell carcinoma of the lower lip.

11.Herpes Zoster in a Healthy Child
Ahu Çiler Çıkım
Pages 177 - 179
Varisella zoster virüsü (VZV), çocuklarda sık görülen su çiçeğinin etkenidir. Herpes zoster (HZ), VZV’nin dorsal arka kök ganglion hücrelerine yerleşerek yaptığı latent bir infeksiyondur. HZ çocukluk çağında nadir rastlanan, özellikle immünsüpresyonu olan çocuklarda görülebilen bir hastalıktır. Burada, sağlıklı bir çocukta görülen HZ olgusu sunulmakta ve infeksiyonun klinik bulguları, tedavisi ve komplikasyonları incelenmektedir.
Varicella zoster virus (VZV) is the causing agent of chickenpox which is common in children. Herpes zoster (HZ) is a latent infection that is caused by VZV, which is localized in the cells of dorsal root ganglions. HZ is rare in childhood and is especially encountered in immunosuppressed children. Here, an immunocompetent child with HZ is presented and the clinical symptoms, treatment and complications of the infection are reviewed.

12.A Case of Vohwinkel’s Syndrome Succesfully Treated with Acitretin
Ali Murat Ceyhan, Mehmet Yıldırım, Vahide Baysal Akkaya, Nilüfer Şahin Calapoğlu
Pages 180 - 182
Vohwinkel’s sendromu (keratoderma herediterya mutilans), karakteristik bal peteği görünümünde diffüz palmoplantar hiperkeratoz, el ve ayakların dorsal yüzünde yıldız şeklinde keratotik plaklar ve interfalangial eklemlerde konstriktif fibröz bantlar (psödoainhum) ile karakterize oldukça nadir görülen genodermatozdur. Skatrisyel alopesi, iktiyoziform dermatoz, işitme azlığı, sağırlık, spastik parapleji, miyopati ve tırnak anomalileri eşlik edebilen diğer bulgulardır. Vohwinkel’s sendromlu birçok hastada psödoainhum ve keratodermanın tedavisinde etretinat ve isotretinoin ile başarılı sonuçlar alınmıştır. Bu makalede generalize iktiyozis, diffüz palmoplantar keratoderma, psödoainhum, onikogrifoz, ektropion ve bilateral sensörinöral işitme azlığı saptanan ve 35 mg/gün oral asitretin tedavisine oldukça iyi yanıt veren Vohwinkel’s sendromu olgusu sunulmaktadır. (Türkderm 2009; 43: 180-2)
Vohwinkel's syndrome (Keratoderma hereditaria mutilans) is a rare genodermatosis consisting of hyperkeratosis of the palms and soles with a characteristic "honeycomb" appearance, "starfish-shaped" keratotic plaques on the dorsum of hands and feet and fibrous constricting bands (pseudoainhum) at the interphalangeal joints. Associated findings with the disease are cicatricial alopecia, ichthyosiform dermatoses, acoustic impairment, deafness, spastic paraplegia and myopathy, and nail anomalies. Etretinate and isotretinoin have been used successfully in several patients with Vohwinkel's syndrome to reverse both the keratoderma and pseudoainhum. In this report, we described a case with Vohwinkel's syndrome that presented with generalized ichthyosis, diffuse palmoplantar keratoderma, pseudoainhum, onychogryphosis, ectropion and bilateral
sensorineural hearing loss and was successfully treated with acitretin, 35 mg/day orally. (Turkderm 2009; 43: 180-2)
In this report, we described a case with Vohwinkel's syndrome that presented with generalized ichthyosis, diffuse palmoplantar keratoderma, pseudoainhum, onychogryphosis, ectropion and bilateral sensorineural hearing loss and was successfully treated with acitretin, 35 mg/day orally.

WHAT IS YOUR DIAGNOSIS?
13.What is Your Diagnosis?
Filiz Cebeci
Pages 183 - 184
Abstract |Full Text PDF

TURKDERM-6637
14.News

Page 185
Abstract |Full Text PDF

NEW PUBLICATIONS
15.New Publications

Page 186
Abstract |Full Text PDF

NONE
16.2009 Referee Index

Page 187
Abstract |Full Text PDF

17.2009 Author Index

Page 188
Abstract |Full Text PDF

18.2009 Subject Index

Pages 189 - 190
Abstract |Full Text PDF

19.Ulusal Kongre Takvimi

Page 191
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale